Şükrü HÜSEYİNOĞLU

02 Temmuz 2007

JAKOBENİZMİN YENİ MEVZİSİ, YENİ MASKESİ: ULUSALCILIK

“Evvel yoğ idi işbu rivayet, yeni çıktı” sözü tam da böyle durumlar için söylenmiş olsa gerek. “Türedi” nitelemesi de mesele için çok uygun bir tanım. 2002 seçimlerinde sandıktan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin çıkmasıyla birlikte ve özellikle de hükümetin teşkilinden birkaç ay sonra başlatılan “YÖK reformu” girişimleri karşısında laikçi çevrelerde başlayan hareketlilik, kısa zamanda, adına “Ulusalcılık” denen yeni bir tarz-ı siyasetin zuhur etmesine yol açtı. 

Kısa süre içinde bu çerçevede faaliyet gösteren çeşitli dernekler kuruldu, Cumhuriyet Halk Partisi, İşçi Partisi, Hür Parti, Milli Demokrat Halkın Partisi gibi sol ve sağ tandanslı bazı partiler bu çizgide siyaset yapmaya koyuldu, bu çizgide yayın yapan tv istasyonları faaliyete geçti.

28 Şubat postmodern darbesine giden yolda Refahyol Hükümeti’ne karşı “Laiklik elden gidiyor!” parolasıyla muhalefet yapıp, bu parolayla alenen darbe kışkırtıcılığına soyunan çevreler, bu kez de AKP Hükümeti’ne karşı amansız bir muhalefete başlamışlardı ve bu kez de muhalefetlerini darbe kışkırtıcılığı üzerinden yapmayı seçmişlerdi. Fakat bu defasında parolaları ve siyasi söylemleri değişmişti. Refahyol’a karşı dillendirilen “Laiklik elden gidiyor!” parolası, yerini “Ülke elden gidiyor!” sloganlarına bırakmış, bu sloganın arkası da “Ulusalcılık” adı verilen bir siyasi söylemle doldurulmaya başlanmıştı.

AKP Hükümeti’nin temel siyaset olarak Avrupa Birliği üyeliğini gerçekleştirme yönünde adımlar atmaya yönelmesi Refahyol’a “laiklik” üzerinden muhalefet yapan laikçi çevrelerin bu silahını boşa çıkardığından, onlar da bu kez Kıbrıs, AB karşıtlığı, yabancı sermaye, yabancıya mülk satışı gibi konular üzerinden muhalefet yapmaya yöneldi ve darbe kışkırtıcılığını bu kalemler üzerine kurmayı uygun gördü.

Doğrusu son derece de isabetli bir seçimdi kendi açılarından. Öyle ya, adamlar dümeni Avrupa Birliği’ne kırmıştı ve bu durumda kalkıp “Laiklik elden gidiyor!” demek hiç ama hiç iş yapmazdı. Kimse böyle bir söylemle gaza getirilemez, yeterli sayıda vatan evladı kışkırtılamazdı bu durumda.

Asıl hedef yine başörtüsü, namaz, kutlu doğum etkinlikleri vs olsa da, vatan evlatlarını kışkırtıp gaza getirecek daha işlevsel bir parola ve siyasi söylem gerekliydi ve bu konjonktürde ancak “Vatan, millet, Sakarya” edebiyatı bu hedefi gerçekleştirebilirdi.

Siyasi söylemler bu çerçevede belirginleştirilip, siyasi çizgiler bu yeni söyleme göre revize edildi.

Kavmiyetçilik, ulusçuluk, siyasi ve iktisadi devletçilik, laikçilik, anti-emperyalizm gibi birçok söylem ve anlayışın kötü bir sentezinden ibaret olan ve Arap dünyasındaki Basçılık akımının nerdeyse hık demiş burnundan düşmüş görünen bu yeni söyleme “Ulusalcılık” adı verildi.

Bu yeni siyasi söylem ve muhalefet tarzına taraf olan kişi ve kurumların en dikkat çekici özellikleri, İslami değerlere olan hasımlıkları dışında neredeyse başka da bir ortak noktaları bulunmamasıydı.

Kimi sol, kimi sağ siyasi yelpazeden gelen ulusalcılar, “Kıbrıs” dediler tutturamadılar, yabancı sermaye dediler kimseyi ayağa kaldıramadılar, fakat mesele başörtülü eşi olan birinin cumhurbaşkanı seçilmesi ve kutlu doğum etkinlikleri gibi İslami değerlerle ilgili irtibatlı konular olunca meydanlara yüzbinlerce kişiyi toplamayı başardılar. Çünkü bunda samimi idiler, asıl dertleri İslami değerlere hasım olmaktı ve konu doğrudan İslami değerlere muhalefet olunca var güçlerini ortaya döküp maskelerinin düşmesi pahasına hedeflerine ulaşmış oldular. Oysa birkaç yıldır “Ülke elden gidiyor!” parolasıyla varlıklarını sürdürdükleri için İslam’a olan hasımlıkları arka planda kalıyor, bu gerçek kimlikleri halkın dikkatinden kaçabiliyordu. Nasıl kaçmasındı ki? İslami değerlere açıkça hakaretler yağdıran Turan Dursun adlı müfterinin kitaplarını yayınlayan Doğu Perinçek bile (İslam’a baştan sona hakaret ve iftiralarla dolu söz konusu kitaplar halen Perinçek’in yayınevinin listelerinde ve sitesinde bulunmakta, pazarlanmaya devam edilmektedir), yeni döneme uyum sağlamak adına kalkıp televizyonunda hem de önce Arapçasından olmak üzere hadis okuyor, sonra bu hadisi AKP aleyhine yorumluyordu.

İşte cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşananlar, ulusalcıların asıl dertlerinin İslami değerlere hasımlık olduğunu, sorunlarının başörtüsü, Hz. Peygamber’in doğum yıldünümü etkinlikleri, lisede namaz kılınması gibi bu halkın asli değerleriyle olduğunu net olarak kanıtladı.

Emperyalizm karşıtlığı, AB karşıtlığı, Kıbrıs, yabancı sermaye gibi konuların, asıl hasımlığı maskeleyen konjonktürel söylemler olduğu tartışma götürmez bir şekilde meydana döküldü. Dün Ermedir’i almak için “ulusal sermaye” sloganları atan ve Ermedir’i alınca da ilk iş olarak kurumdaki namaz kılan personeli işten çıkarmak olanların, bugün ikibuçuk milyar doları görünce kendi bankalarını (Oyakbank) Hollandalılar’a nasıl sattıkları, AB karşıtı söylemlerle AKP’ye yüklenen ulusalcıların önemli isimlerinden Şener Eruygur’un, AB fonlarından yüzbinlerce euro yardım almış olan Çağdaş Eğitim Vakfı’nın yönetim kurulu üyeliğini yapması, ulusalcı Cumhuriyet gazetesinin genel yayın kurulu başkanı İlhan Selçuk’un Bush’a açık mektup yazıp, “AKP’yi bırakıp ulusal güçlerle işbirliği yapmasını” istemesi vs, ulusalcıların anti-emperyalizm, AB karşıtlığı, yabancı sermaye karşıtlığı gibi söylemlerinin samimi olmadığının, bunların asıl hedef olan İslami değerlere hasımlık yolunda kullanılan birer paravan ve maskeden ibaret olduğunun açık delilleridir.

Anti-emperyalizm nutukları atan, “Ne ABD ne AB, tam bağımsız Türkiye” pankartı açan ulusalcılarla, ABD’li yeni-muhafazakar şahinlerin bugünlerde aynı şeyleri savunuyor olması da fazla söze hacet bırakmıyor doğrusu. Cengiz Çandar’ın köşesinden okuyalım:

“…önceki gün Washington’da Nixon Center adlı Cumhuriyetçi-realist sağcı düşünce kuruluşunda Richard Perle ile Morton Abramowitz’in (Ankara’daki eski ABD büyükelçisi ve eski Carnegie Başkanı) Türkiye tartıştıklarını, Perle’ün “Türkiye’de ordunun özel yerini, AB’nin Türkiye’nin teröre karşı mücadele gücünü ve orduyu zayıflatan bir rol oynadığını, Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi gerektiğini” savunduğunu ve Abramowitz’in dayanamayarak, “Benim İslam’a hiçbir yakınlığım yok; bunları dinledikçe, ben bile neredeyse AK Partili olacağım” dediğini biliyor musunuz?

Türkiye’nin “ulusalcılar”ı ile “milliyetçileri”nin, Washington’daki en “sağcı” eğilimle aynı dalga boyunda bulunduğunun ve dolayısıyla sanıldığı gibi, pek de “milli” sayılamayacaklarının farkında mıydınız?” (Cengiz Çandar, Washington senaryoları Ankara gerçekleri, Referans gazetesi, miladi 20 Haziran 2007)

Kısacası, ulusalcılık, 28 Şubat öncesi ve sürecinde İslami değerleri hedef alarak “Laiklik elden gidiyor!” parolasıyla darbe kışkırtıcılığı yapan laikçi çevrelerin, İslam’a olan hasımlıklarını yeni dönemde “Vatan, millet, Sakarya” edebiyatı ve “Ülke elden gidiyor!” parolasıyla maskelemek durumunda kalmalarından doğan bir siyasi söylemdir. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde düzenlenen “Cumhuriyet mitingleri”nde bu gerçek tevil götürmez bir şekilde kendini göstermiştir. Hatırlayın, Tandoğan’daki, Çağlayan’daki o mitinglerde yapılan konuşmaları. O konuşmalarda doğrudan İslami değerler hedef alınmış, cumhurbaşkanlığı seçiminde başörtüsüne geçit verilmeyeceği, kamusal alanda başörtüsüne yer olmadığı dillendirilmiş,  kutlu doğum etkinlikleri “şov” olarak nitelendirilip hedefe konulmuş, katılımcılara “Şeriata hayır” sloganları attırılmıştır.

Ulusalcıların düzenlediği söz konusu mitinglerde İslam düşmanlığında o kadar ileri gidilmiştir ki, Çağlayan mitinginde sahne alan türkücü Tolga Çandar, “Arkadaşım İbram Çavuş Allah’ıma emanet” şeklindeki türkü sözlerine bile tahammül edemeyip, türküyü “Arkadaşım İbram Çavuş Mustafa Kemal’e emanet” şeklinde okumuştur.

Söz konusu mitinglerle birlikte maske tamamen düşmüş, ulusalcılık denen nevzuhur tarz-ı siyasetin temelde İslami değerlere hasımlık üzerine kurulu olduğu, “vatan, millet” edebiyatının, AB karşıtlığı ve anti-emperyalist söylemlerin birer paravandan ibaret olduğu ve konjonktürel birer mevzi işlevi gördüğü herkesin görebileceği netlikte ortaya çıkmıştır.

Bu arada, birbirlerinin amansız düşmanı görünen Türk ulusalcılarıyla Kürt ulusalcılarının söz konusu olan İslami değerler ve Müslümanlar olunca nasıl bir anda düşmanlıklarını unutup müttefik oluverdiklerini de not edelim.