Kabileden ümmete, ümmetten ırkçılığa
Araplar İslam’la tanıştıktan sonra; renk, dil, ırk, toprak ve kabile gibi unsurlar değerini kaybetti. Kur’an’ın öğretisi doğrultusunda yeni bir yaşamayı gaye edindiler. Onların tek düşmanı vardı. Bundan sonra hep beraber küfrün elebaşlarıyla savaşacak ve ümmet çatısı altında kaynaşacak, kabiliyet ve enerjilerini bu yolda tüketeceklerdi.
A. KEREM’É LÉWİNİ / Fıtrat.com
Cahiliye Döneminde Kavmiyetçilik Anlayışı
Arap cahiliyesinin sosyal dokusunu kavmiyetçilik oluşturuyordu. Kavmiyetçilik faktörü Mekke yönetiminde önemli bir rol alıyordu. Kavmiyetçilik Arap toplumunda önemli ölçüde dayanışma ruhunu oluşturuyordu. Kan bağına dayalı bu zihniyet uğrunda büyük bedeller ödeniyor ve savaşların ana sebebini de oluşturuyordu.
Arap cahiliye dönemindeki edebiyat ve şiirde bunu görmek mümkündür. Bu konular çarpıcı bir tarzda işlenir.
“Şanımız bize atalardan mirastır.
Biz de işte onu böyle yükselttik”(1)
Kureyşi överken Ebu Talib şöyle der:
“Eğer herkesi değerlendireceksek,
Siz bir pırlanta misalisiniz
Asil sizin insanlarınız; hepsi mükemmel
Soyu-sopu çok şanlı, katışıksız hem”(2)
“O, o kavmin bir ferdi ki, ataları
Onlara bir hayat yolu çizmiştir
Her milletin kendine özgü
Geleneksel bir hayat tarzı mevcuttur.
Her milletin kendi taklit unsurları”(3)
Bedir savaşının yenilgisini yaşayan Arap şairi el-Haris b. Hişam öldürülenleri şöyle övüyordu.
“Asil savaşçılar olarak öldüler onlar,
Satmadılar aşireti,
Ne dost ve akraba olmayan
Yabancıya,
Ama siz ne yaptınız?
Gassan’ı dost edinip bizi sattınız (Kureyşi)
Rezalet bu!
Hıyanet bu; apacık cürüm, akrabalık bağının sona erişi
Biraz aklı olan herkes
Anlar bu zulmü!”(4)
Kabileler arasında uzun yıllar savaşlar devam ediyordu. Ficar savaşları birçok kabilenin katılımıyla gerçekleşiyordu. Bu savaşlara kabilenin bütün üyelerinin iştirak etmesi kaçınılmazdı. Hatta Peygamberlikten önce Hz. Muhammed’in (s.a.v) bu savaşlara katıldığı ve yardımcı hizmetlerde rol aldığı ve amcalarına ok taşıdığı bildirilmektedir. Kabile anlayışının hâkim olduğu bu dönemde, kendilerini korumanın başka bir yolu yoktu. Böylelikle kabilelerde kaynaşma ve dayanışma ruhu ortaya çıkıyordu. Hatta zaman zaman bütün kabilelerin savaşın içine girdiği oluyordu. Böylelikle kabileler iki blok oluşturuyordu ve müttefik güçler halinde birbirleriyle savaşıyorlardı. “Bu savaş bir yanda müttefik Kureyş ve Kinane kabileleri diğer yandan ise Kays kabilesi arasında olmuştur.”(5) Baus savaşları Medine’de yaşayan Evs ve Hazreç kabileleri arasında yüz yirmi yıl gibi uzun bir zaman devam etmişti.
Arapların kavimlerine ve atalarına bağlı olduğu böyle bir zeminde, Hz. Muhammed (s.a.v) risalet ile görevlendirilmiştir. O zaman insanların inançlarından, yaşam tarzlarından, zevk ve tercihlerinden vazgeçmeleri kolay olmamıştır. Medine de yüz yirmi yıl boyunca devam eden Baus savaşlarının önüne geçmek nerdeyse mümkün değildi. Ancak İslam bu savaşları ortadan kaldırmış, bu hastalığa derman olmuş ve bu yaraya merhem sürmüştür.
İslam kavmiyetçilik Anlayışını Ortadan Kaldırdı ve İslam Kardeşliğini esas aldı
İslam, Arapları bu dar ve kör taassuptan kurtarmış ve yüce değerlere doğru yükseltmiştir. Onları kısa bir zamanda tevhid, adalet, sevgi, kardeşlik, takva, iyilik gibi ahlaki değerlerin zirvesine ulaştırmış ve en önemlisi “Ümmet” bilincine sahip kılmıştır. Yeni teşekkül olmuş bu ümmetin en yüce değerlerini inanç bağı oluşturuyordu. Yeni tanıştıkları bu düşüncenin yanında kabile, soy-sop hiçbir anlam ifade etmiyordu.
Araplar İslam’la tanıştıktan sonra; renk, dil, ırk, toprak ve kabile gibi unsurlar değerini kaybetti. Kur’an’ın öğretisi doğrultusunda yeni bir yaşamayı gaye edindiler. Onların tek düşmanı vardı. Bundan sonra hep beraber küfrün elebaşlarıyla savaşacak ve ümmet çatısı altında kaynaşacak, kabiliyet ve enerjilerini bu yolda tüketeceklerdi. Bundan böyle sadece Allah için kuşanacaklardır. “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tağut yolunda savaşırlar; öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.”(6) İslamla Müşerref olan Araplar hakkı hâkim kılmak, adaleti gerçekleştirmek ve zorbaların zulmüne son vermek için savaştılar.
Artık Araplar kabile ve atalarının adına değil, tek vücud halinde bir cephede babaları, kardeşleri ve yakın akrabaları karşısında savaştılar. Bedir savaşı bunun canlı örneğidir. “Mus’ab bin ümeyr İslam ordusunda Müslümanların sancağını taşırken, kardeşi Ebu Aziz ise küfür ordusunda müşriklerin bayrağını taşıyordu. Hz. Ali Müslümanlar safında, kardeşi Ukayl ise müşriklerin safında savaşıyordu. Hz. peygamberim amcası Abbas ve Resulullah (s.a.v)’in kızının kocası Ebul As müşrikler safındaydı ve Bedir de esir alınanlar arasındaydılar.”(7)
İslam Arapların hayatına yeni bir anlayış ve bakış açısı getirdi. Araplar yepyeni bir perspektifle olaylara bakmaya başladılar. Bu düşünce onların dünya görüşlerini topyekûn değiştirdi. Bu inanç sadece bir söylem olarak değil, pratik hayatta da belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Artık kabilenin, Allah’a ve Resülün’e inanmayan akrabaları onlar için bir anlam ifade etmiyordu. “ Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.”(8)
Münafıklar İslam Cemaatini zayıflatmak için Fırsat Kolluyor
İslam toplumunun inşası emekleme dönemindeyken, daha yeni yeni bu eski anlayışlar ve inançlar ortadan kaldırılmışken bazı münafıkların teşvikiyle Müslümanlar arasında nifak ve ayrılık tohumları ekiliyordu. Evs ve Hazreç kabilelerine mensup iki genç arasında ufak bir tartışmayı körüklemeyi fırsat bilerek iki kabilenin geçmişe dayalı kabile savaşlarını gündeme getirmiş ve onları savaşa teşvik etmiştir. Böylece tansiyonun yükselmesine sebebiyet vermişlerdi. Ancak Hz. Resululalh’ın müdahalesiyle iki taraf teskin edilmiş ve savaşmaktan vazgeçmişlerdir. Dolayısıyla eski inançların o insanlar üzerinde oluşturduğu etkiler hemen yok olmamıştır; İslam döneminde de zaman zaman ortaya çıktığını görüyoruz. Ancak Hz. Resulullah’ın hayatta olması önemliydi. Bu ufak tefek olaylar büyümeden çözüme kavuşturuluyordu. Dolayısıyla Hz. Peygamberin vefatından sonra ortaya çıkan olaylar farklı mecralara sürüklenmiş ve istenmeyen sonuçlara sebebiyet vermiştir.
Umeyye Oğulları intikam Peşinde
Ancak “Umeyye Oğullarının” içine sakladığı kin ve nefret yıllar boyu devam etti. Ummeyeoğullarının sorumsuzca devletin imkânlarını ve önemli mevkilerini kullanmaları, elbette ki geçmişin izlerinin yeniden belirginleşmesine, kavmiyetçi damarın yeniden ortaya çıkmasına ve intikam duygusunun uyanmasına sebebiyet veriyordu.
Hatırlanacağı gibi Hz. Muhammed (s.a.v)’in peygamberliğini kabul etmeyen Ebu cehil şöyle demişti. “Biz ve Abdülmenafoğılları, şan ve şeref konusunda birbirimizle yarıştık. Onlar yemek yedirdiler, biz de yedirdik. Onlar çeşitli görevler üstlendiler, bizde üstlendik. Onlar verdi, iyilik etti, bizde verdik iyilik ettik. Develer üzerinde karşılıklı diz çöküp yarış atları gibi yarıştık durduk. Şimdi onlar: ‘gökten kendisine vayih gelen bir peygamberimiz var.’ dediler. Biz buna nasıl yetişebiliriz? Vallahi biz, ona asla inanmayız ve onu tasdik etmeyiz.”(9) Burada Hz. Peygambere karşı çıkışının sebeplerinden bir tanesi kavmiyetçilik ve kabileler arasındaki rekabettir.
Cahiliye döneminde kabilecilik marjinal bir düzeyde iken, Umeyyeoğullarının tahta geçmesiyle daha da yaygın bir hale geldi. Artık ırkçılık devlet eliyle yapıldı. Kavmiyetçi damar yaygınlaşarak hayata hâkim olmaya çalıştı. Devletin imkânlarını da kullanarak Arap ırkçılığını ön plana çıkardılar. Ellerine geçmiş olan bu iktidar erkini tam da bir fırsat olarak kullandılar. Bütün siyasi ve ekonomik imkânları kendi hanedanlarına peşkeş çektiler. Bütün bunlar eski Arap zihniyetin nasıl ortaya çıktığının en büyük göstergesidir.
Bu zihniyetin en büyük çıkmazı ise, Yezit’i veliaht olarak tayin etmesidir. Zalim ve ayyaş olan Yezidi’in yönetiminde Müslümanlarım kıblesi tehdit ediliyor, Medine taarruza uğruyor, sayısı bine varan Müslüman kadına tecavüz ediliyor ve şehitlerin seyidi Hz. Peygamberin torunu olan Hz. Hüseyin yetmiş yaranıyla birlikte Kerbela’da şehit ediliyor.
Cenabı Allah, Müslümanlara ümmet bilinci ve istikamet nasip eylesin.
14.01.2008 Fıtrat/Düşünce-Analiz
Dipnotlar:
1. İzutsu, Toshihiko, Kur’an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar, Sh. 119/İbni İshak’tan naklen, Pınar Yay.
2. İzutsu, Toshihiko, Kur’an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar, Sh. 119/İbni ishak'tan naklen, Pınar Yay.
3. İzutsu, Toshihiko, Kur’an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar, Sh. 120/Lebid Mutallaka'dan naklen, Pınar Yay.
4. İzutsu, Toshihiko, Kur’an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar, Sh. 114/İbni İshak’tan naklen, Pınar Yay.
5. Şakir Mahmut, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, cilt-1, sh. 213, Kahraman Yay.
6. Nisa: 4/75
7. En-Nedvi Es-Siyretü’n Nebeviyye, sh. 194–195 Hikmet Yay.
8. Mücadele: 58/22
9. İbni İshak, sh.250, Akabe Yay.
-
barış 14-01-2008 19:53
yazarın eline sağlık.