Nihat GÜÇ
21 Eylül 2021
KABULLERİMİZ VE RETLERİMİZ
İman açısından kabullerimizin olması gerektiği gibi retlerimizin olması da kaçınılmazdır. İmani açıdan kabullerimizi belirleyemeyeceğimiz gibi retlerimizi seçme hürriyetine de sahip değiliz. Bu konu bir inanç meselesidir. Allah'ın vahdaniyetini kabul etmek ne kadar önemli ise şirk unsurlarını ret etmek de o kadar önemli ve gereklidir.Cennete yaklaşmak adına neyi kabul ettiğini bilmek önemli olduğu kadar Cehennemden uzaklaşmak adına karşı çıktıklarını evirip çevirmeden dobra dobra ret etmek, yürekten nefret duymak, sözleriyle bunu deklare etmek, şirk ve küfür bataklığını ateşe düşmekten daha tehlikeli görmek de o kadar önemlidir.O halde iman nurdur, ziyadır, saadettir, aydınlıktır, huzurdur, refahtır, mutluluktur. Yürekten bağlılık, can-u gönülden gelen bir teslimiyettir. İnanç gereği koskoca bir hayatı ilahi kelam ile şekillendirmektir. Kur'an ile neşvünema bulmaktır. Şek ve şüphe götürmeyen bir kabuldür iman. İtiraz istemediği gibi bölünmeyi de kabul etmez.Bir Müslüman için inanılacak ve bağlanılacak esasların bir kısmını kabul etmesi, diğer kısımlarını da "Hoşuma gitmiyor, işime gelmiyor, kazancıma set ve engel oluyor, zamanın şartlarına uymuyor, milli çıkarlarımızla çelişiyor, kabile anlayışımıza ters, örf ve adetimize uygun değil, eğitim anlayışım bunu gerektiriyor." deme şansına sahip değildir.Retlerimiz de önemlidir dedik. Şimdi Kur'an-ı Kerim'de geçen birkaç kavram serdetmek istiyorum. Bu kavramların Müslümanlar için neler ifade ettiğini bilmeleri imanlarının kabulü açısından son derece önemlidir.Şirk-müşrik, küfür-kafir, nifak-münafık, zulüm-zalim, fısk-fucur-fasık, cahiliye-cahil, tağut-tuğyan, Firavun, Nemrut, Ebu Lehep, Ebu Cehil, hain, isyan-asi, hile, desise, aldatmaca, iblis-şeytan, belam, put-sanem...Her bir kavram bir durumu, bir ahvali, bir yaşam biçimini ve bir insan tipini ifade eder. Bu kavramlar birbirinin devamı olan insanları diri diri yutan birer girdaba benzerler. İçine düşen insanları öğüten değirmen taşından farksız bu derekeye dikkat etmek, ret etmek ve karşı çıkmak imani bir zorunluluktur.Bu kavramlar bir döneme, bir mekana, bir ülkeye, bir kabileye, bir ırka veya bir şahsa has kavramlar değildir. Bu unsurlar ne geçmişte kaldılar ne de ortalıktan toz duman oldular. Kur'an-ı Kerim gözlüğüyle insanın tarih sahnesindeki seyrine baktığımız vakit daha net olarak görebiliriz. Unutulmamalıdır ki bu kavramlar insanla beraber var olmuşlardır ve bugüne kadar da varlığını sürdürmüşlerdir.Peki! Allah'a teslim olmuş bir Müslüman için insan yutan bu değirmen taşlarına karşı sergilemeleri gereken duruşu nasıl olmalıdır? Bu konularda keyfi bir durum söz konusu olabilir mi? Bir toplumu sarıp sarmalayan gayri İslami yaşantılar, şirke, küfre, nifaka ve isyana yol açan unsurlar, tuğyana sevk eden bir yaşamın yaygın oluşundan dolayı mazur görülebilir mi? Söz konusu dinden çıkaran elfaz-ı küfür veya efal-i küfür belli bir bölge ile sınırlı tutulabilir mi? İşimize geldiği gibi bir düzenleme yapmaya yetkimiz ve salahiyetimiz var mı?Allah'ın tüm insanlığın kurtuluşu için vaaz ettiği hükümler ilk günkü tazeliğiyle capcanlı duruyor gözümüzün önünde. İsteyen bu uyarılara tabi olur kurtuluşa erer, isteyen de sırt dönerek esfelissafiline basamak basamak iner. Ha! Balıklama atlamak da serbest.Zaman ilerledikçe, mekan ve şahıslar değiştikçe kendi kendisine yol çizen insanoğlu pergelin çizdiği çember misali ilk noktaya geri döndü her seferinde. Çok ilerlediğini düşünen insanoğlu inanç açısından geçmişte helak olan milletlerin de gerisine düştü. Bütün kötü huyları cem etti hayatında. Küfür, inkar, nifak, şirk ve isyan konusunda yerinde saymaya devam etti.Evet! İnsanoğlu o kadar zalim ve o kadar da cahil ki kendisini yoktan var eden Allah'ın hükümlerini beğenmeyerek üstünlük tasladı ve yeniden hüküm ihdas etmeye başladı. Bu vesileyle cahiliyye zamanını aratmayan hükümler ile moderniteye ulaşmak istedi. İleri sürülen her bir modernite taslağı ile Allah'a kul olmaları gereken insanları kendisine kul, köle edindi. İnsanların cahili sistemlere karşı sergiledikleri kulluk ve kölelik medeniyet olarak lanse edildi körpe dimağlara. Dokuz yüz elli yıl Hz. Nuh (a.s.) karşısında diklenen insanların birbirlerine yaptıkları telkinlerin tıpkısının aynısı (putlarınıza sahip çıkın nidası altında) bugün de icra edilmekte.Bilmiyorlar mı ki Allah'ın hükümlerine muhalif hüküm ihdas etmek ile ilahlık taslamak arasında hiçbir fark yoktur. Yüce Allah bu ilahi emirlerini bizlere yol göstermesi, yaşantımızı düzenlemesi için dile getirdi vakti zamanında: "Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah'ınkinden daha güzeldir" (Maide/50) Bilgili olduğunu sanan ve son derece cahiliye kokan insanların Allah'ın hükmünden daha güzel hüküm ihdas edeceklerini mi sanıyorsunuz?Bu durumu dikkatle okumakta ve anlamakta fayda var. Çevremizdekiler tarafından Müslüman ismine layık görülmüş olmamız; sergilediğimiz fiillerin de, icra ettiğimiz hükümlerin de, tasarladığımız fikirlerin de, yazdığımız yazıların da, okuduğumuz kitapların da, devam ettiğimiz okulların da İslami olacağı manasına gelmez ki. Sahi Firavun'un: "Ben sizin en yüce rabbinizim!” (Naziat/24) derken sizin için neyin doğru, neyin yanlış, neyin iyi, neyin kötü olduğuna ancak ben karar veririm demek istemiyor muydu? Yoksa Firavun bunu söylerken sizi ve içinde yaşadığınız kainatı yaratan, düzenleyen benim; rüzgarı estiren, yağmuru yağdıran, sıcağı soğuğu devir daim ettiren, gecenin ardından güneşi getiren benim. Mevsimleri ben düzenlerim. Ölümünüze ve yaşamınıza ben karar veririm." dediğini mi sanıyorsunuz?