Hızır YILDIRIM

13 Kasım 2020

KADIN MUTLULUĞU NEREDE ARAMALI?

Kadın, Âdem (as)'dan günümüze kadar her zaman gündemde ve tartışılır olmuştur. Kadın, kimi toplumlarda ezilmiş, hor ve hakir görülmüş, kimi toplumlarda ise aşırı derecede kutsanarak tanrıça yerine konmuştur. İslâm dini, gerek İslâm öncesi toplumlardaki kadına bakış açısı, gerekse her toplumun gelenekselleşmiş örf ve âdetlerine kıyasla, kadının sosyal, ekonomik ve hukukî konumunda önemli değişiklikler yapmıştır.

İslam, kadını beşer olması, kendisini yoktan var eden Rabbine karşı kulluk vazifelerine sahip olması ve toplumu inşa edecek 2 unsurdan biri olması hasebiyle, her zaman erkekle eşit bir varlık olarak değerlendirmiştir. Allah insanları daha huzurlu ve mutlu bir hayat sürmeleri için ( 1 erkek – 1 kadından oluşacak şekilde) çift yaratmıştır. Erkeği, kadına muhtaç; kadını ise erkeğe muhtaç olacak şekilde var etmiştir. Bir başka ifade ile toplumu ve insanlığı inşa etmekle görevli 2 unsur olan kadın ve erkek, birbirlerine üstünlük kursunlar diye değil, bir elmanın iki yarısı gibi birbirlerini tamamlasınlar, eksiklerini, kusur ve küsürlerini izale etsinler diye yaratılmıştır. Erkeksiz kadının hükümsüz olacağı gibi, kadınsız erkeğin de aynı şekilde hükümsüz olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla, özellikle şunu ifade etmek isterim ki, insan olarak, birey olarak, şahsiyet olarak, ne erkeğin kadına karşı bir üstünlüğü vardır, ne de kadının erkeğe karşı bir üstünlüğü vardır.

“Kadınlar sizin için birer örtü, sizler de kadınlar için birer örtüsünüz” (Bakara, 2/187)ayeti, kadınla erkeğin birbirleri için neyi ifade ettiğini anlatan, birbirlerine eşit ve birbirlerini tamamlayan iki unsur olduğunu vurgulayan çok önemli bir ayettir.

Kur’an-ı Kerim’in Tevbe suresinin 71. Ayeti kerimesinde, hem hak ve sorumluluklar noktasında hem de netice itibariyle erkeklerle eşit konumda olan bir kadın portresi çizilmektedir. Kadın Allah’ın kulu olması bakımından erkekle eşit seviyededir; dinî hak ve sorumlulukları da aynı düzeydedir.

“Müminlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velileridir; iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve resulüne itaat ederler. İşte onları Allah merhametiyle kuşatacaktır. Kuşkusuz Allah mutlak güç ve hikmet sahibidir.” (Al-i İmran 71)

 Hz. Peygamber’in kadınlara yönelik sözleri ve uygulamaları da bu minvalde olup, Kur’an’ın çizdiği bu çerçeveye uygundur. Onun şahsında kadınlar, her zaman hem ilmi hem de sosyolojik meselelerle alakadar olan, insanların eşleriyle olan anlaşmazlıklarında ara buluculuk görevi yapan, erkeklere hanımlarına, hanımlara da kocalarına karşı hak ve sorumluluklarını hatırlatan, onlara birbirlerine karşı iyi davranmalarını öğütleyen ve kendi yaşayışlarıyla da buna örneklik eden mümine kadınlar olmuşlardır.

Dini sorumluluk, hukuki ehliyet, temel hak ve hürriyetler bakımından kadın erkek ayrımı İslam’da kesinlikle söz konusu değildir. Kadına hiçbir değerin verilmediği, kız çocuğuna sahip olmanın utanç verici bir durum kabul edildiği, bu nedenle bazen kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir dönemde İslam, davetin başladığı ilk yıllarda dahi kadını muhatap kabul etmiş, hitapta herhangi bir ayrım yapmamıştır.

İslâm’da, Hristiyanlık inancında olduğu gibi ilk günah anlayışına dayanan kadın karşıtı bir söylem yoktur. Kur’an, Bakara suresinde Âdem ile Havva’nın şeytan tarafından beraber kandırıldığından bahseder. Dolayısıyla İslam’da, erkek olsun kadın olsun her doğan kişi günahsız doğar ve buluğ yaşına geldikten sonra işlediklerinden sorumlu tutulur.

Günümüz çağdaş, Kemalist, Laik zihniyetin, toplum içinde kadına biçtiği model ise tam bir enkaz şeklindedir. Kadınla erkeği sürekli birbirine rakip gören, içi boşaltılmış EŞİTLİK kavramını kullanarak, kadınların birçoğunun feminist bir yaklaşımla erkeklere düşman olmasına sebebiyet veren hastalıklı bu kafa, toplumun inşası için olmazsa olmaz, huzur ve barış içinde yaşaması gereken erkek ve kadın karakterinin birbirleriyle çekişmesine ve birbirlerine karşı üstünlük kurmalarına sebebiyet vererek insanlığın fıtri kodlarıyla oynamıştır.

İslam’ı hiçbir şekilde referans almayan bu hastalıklı Laik kafa, günümüzde kadını, aynı şekilde içi boşaltılmış ÖZGÜRLÜK kavramıyla kandırarak, tüm mahremiyet sınırlarını çiğnemelerine ve hayvanlar gibi çırılçıplak soyunmalarına sebebiyet vermiştir. Kapitalizmden hiçbir şekilde ödün vermeyen, dini imanı para olan ve para kazanmaktan başka hiçbir değer yargısına sahip olmayan Kemalist Laik kafa, hali hazırda soyunmuş kadını bulmuşken, reklamlarda, filmlerde, defilelerde bir materyal, bir eşya olarak görmekten büyük keyif ve haz alır. Kadının güzelliğinden ve cinselliğinden sonuna kadar istifade eden, edep ve hayâ yoksunu hastalıklı bu Laik, dinsiz zihniyet, kadının güzelliği ve cinselliği işe yaramayacak noktaya geldiğinde, onu bir paçavra gibi kenara atmaktan hiçbir şekilde geri durmaz.

Kendilerini modern zanneden bu söz konusu hastalıklı zihniyet, kadına, “sen özgürsün, sen erkekle eşitsin, erkeğin nasıl ekonomik özgürlüğü varsa, sen de para kazanarak ekonomik özgürlüğünü elde edebilirsin” edebiyatıyla,  kadına değer verdiği yalanıyla, evinde sadece eşi ve çocukları ile ilgilenmek varken, para kazanmak uğruna yıllarca çalışmak, işe gidip gelirken saatlerce trafik sıkıntısı çekmek ve patronlarına sekreterlik ve birçok erkeğe hizmetçilik yaptırmaktadırlar.

Hâlbuki İslam için erkeğin ve özellikle de kadının hem bedeni hem de şahsiyeti her şeyden daha değerlidir. Beden noktasında kadına erkekten daha fazla önem veren İslam, kadının vücudunu tabiri caizse bir mücevher gibi, bir elmas gibi görmüş ve kadına, vücudunu örtmesini emrederek, dışarıdan gelebilecek tüm tehlikelere karşı onu koruma altına almıştır.

Kim ne derse desin, kadına en büyük değeri İslam vermiştir. Ancak şunu da ifade etmeliyiz ki, kendini İslam’a nispet etmiş erkeklerin bir kısmı, kadına Rabbimizin istediği gibi yaklaşmamış, kadını kendisine hizmetçi olarak görmüş, çoğu zaman söz hakkı dahi vermeyerek ona haksızlık etmiş ve İslam’ı bu anlamla istismar etmiştir. Kur’ani ilkelerin hakim olmadığı böyle bir ev ortamında, evde reis olan erkek, genelde kadının narin ve zarif kişiliğini görmez. Kadın ise erkeğin bu tutumu karşısında aksi olmayı seçer ve böylece birbirlerini rakip olarak görmeye başlarlar.

İslam ise aileyi bütün olarak görür ve rakip değil, birbirlerini tamamlayıcı olarak kabul eder.

Evlilik yapacak çiftlerin birbirlerini tanımaması, evlilik öncesi doğru bilgiler ile donatılmaması, tahammülsüzlük, görev paylaşımı yapılmaması, karı-kocanın birbirlerine karşı sevgi ve saygı göstermemesi gibi birçok meseleler, maalesef mutluluğun başka yerde aranmasına sebep olur ve aile temelden çatırdamaya başlar.

Aile kavramı yok olunca, insan boşlukta kalır. Sevgiyi yitirdimi geriye ceset kalır. İnsanın temel ihtiyacı sadece yiyecekten ibaret değildir. Şefkat, merhamet, adalet, sevgi ve huzura ihtiyaç duyar. Evlerini kendilerine zindan yapan bireylerin hayatı anlamaları beklenmez.

Ev hayatını düzene oturtan kişi, çevresini, çalıştığı yeri ve vatanını ihya eder. Yaratılış kodlarına ters yaşayan, hayata dair düzeni ve programı olmayan kişi ailesine hiç bir şey veremez. Veremediği gibi kendini ve yakınlarını da mutsuz eder.

Erkeğin meşru çerçevede dışarıda çalışması ve evine helâl rızık getirmesi gerekir. Aile bireyleri vücutlarını sadece vitamini bol olan yiyeceklerle değil, bunun yanında helâl olan yiyeceklerle beslemesi lazım ki vücudunun yanında ruhunu da diri tutmuş olsun. Bu şekilde beslenen aile üyelerinin hem hayata bakışı hem de ahirete bakışları olağanüstü güzel olur.

İnsan mideden önce gözünü doyurması lazım gelir. Çünkü midenin kapasitesi bellidir. En sevdiği yiyecek dahi olsa, insanın karnı bir şekilde doyar. Göz ise öyle kolay kolay doymaz. Kanaat etmek, elindeki ile yetinmek insanı daha düzgün düşünmesine vesile olur. İnsanı, insanlık adına hayırlı işlere yönlendirir.

Kadın ise evde kendini boş bırakmaması gerekir, çünkü boş insanın beyni şeytanın çalışma ofisidir. Ev işleri ve mutfakta zaman öldürmemeleri gerekir. Kitap okumaya ve kendini geliştirmeye, misal çocuk eğitimi için güzel ve yararlı bilgiler edinmeye gayret sarf etmelidir.

Bir düşünelim, anne psikolog eğitmen, baba ise ailenin iaşesini helal yollardan temin eden, hanımını fedakârlıkla seven, çocuklarını merhametle kucaklayan vefalı bir aile reisi. Sizce bu aile başarısız olur mu?Şeriatı ilk önce evlerinde yaşayan, haramsız, hilesiz, yalansız, özü ve sözü düzgün, Allah'a güzel kul olan bir aile, dünya ve ahirette pişman olur mu?

Şeriatı maalesef çirkin gösterdiler. Asan, kesen, döven, sert ve yobaz bir yönetim şekli olarak gösterdiler.

Hâlbuki Kur'an'ı açtığımızda, daha ilk ayetler, “merhamet ve şefkatli Rabbin adıyla” diye başlamıyor mu? İslam’da bırakın sertliği, tebessümün dahi “sadaka” olduğu vurgulanır. İslam, insana insan olduğu için değer verir, onu, yaratılmışların en üstünü olarak görür. Hatta insan hayatı söz konusu olduğu zaman, kalbinde iman olmak şartıyla, Allah (cc) inkârına bile izin vermiştir.

Şeriat’tan kimler rahatsız olur? Zalimler, yalancılar, düzenbazlar, ifsat ediciler, işkenceciler, aşağılayanlar, teröristler, katiller, hırsızlar, din ile aldatanlar, faizciler. Bu kategoride yer alanlar Şeriatın hâkim olmasını istemezler. Çünkü şer odaklarından beslenenler, insanlığın hayrına olan şeyleri istemezler. Haliyle kadına da hiçbir şekilde hayırlı gözle bakmazlar ve günü geldiğinde bir bez parçası gibi kullanır, kirlettikten sonra ise bir kenara atarlar. En büyük oyunları ise, “özgürlük ve eşitlik” yalanıdır.  “Özgürlük ve eşitlik” yalanını temiz dimağlara empoze ederek genç kızlarımızı aileden koparmaktadırlar.

Dışarıda olan kadın kendini özgür hissederek, kendine flört edecek bir erkek bulur, ancak yaratılış olarak, fıtrat olarak “sadece Allah’ı zikretmekle, hatırlamakla huzur bulan kalpler” mutlu olmaz, çok para kazanır mutlu olmaz, günün yarısı güzellik salonlarında geçer yine mutlu olmaz, eğlence yerlerinde eğlenir, anlık mutlu olsa dahi, genel hatlarıyla yine mutsuzdur. Topuklu ayakkabı giyer, dekolte elbise giyer ancak yine mutsuzdur. Lüks takılar takıp kendince gününü gün eder ancak sonuç olarak yine mutsuzdur, yine mutsuzdur. Çünkü gözler hep üzerindedir. Şehvet sevici erkekler tarafından pohpohlanır.

Bir zaman sonra kadın erkek istismarından bıkar ve bir yanlış olarak feminizme savrulur ve fıtratını bozmuş olur ve hayat arkadaşı olan erkeğe düşman olur, hâlbuki kadın ve erkek meşru bir nikâh akdi altında hayatı, birlikte, el ele vererek omuzlamaları gerekirdi. Bu şekilde bir hayata sahip kadınlarına mutlulukları makyaja benzer, vücut su ile temas ettiğinde makyaj bozulur ve sadeliği ile baş başa kalır. Beğenmediği sadeliği ve saflığını boyalarla örter, boya dökülünce aslında güzelliği ortaya çıkar da farkında bile olmaz.

Helena Rubinstein adındaki kozmetik ürünlerinin sahibi olan Yahudi asıllı Amerikalı iş kadınına basın mensupları sorar: “En çok hangi ürününüzü kullanırsınız?” Kozmetik ürünlerinin sahibi kadının verdiği cevap düşündürücüdür: "Hiç bir ürünümü kullanmam ve faydasının olduğuna da inanmam." “E niye üretiyorsunuz öyleyse” diye sorulunca,“Ülkem İsrail için” demiştir.

Evde kalan çoğu kadınlar yanlış işler yapmaktadır. Hayatlarının belki de en değerli şeylerini, vakitlerini, TV karşısında, hiçbir faydası olmayan, olmadığı gibi birçok ahlaki dejenerasyona sebebiyet veren diziler, filmler, yarışma programlarının karşısında geçirmektedirler.

Çocuklarla verimli vakit geçirmeme, eşe karşı sert dil kullanma, maalesef huzursuz bir ev ortamına zemin hazırlamaktadır. Sonuç böyle olunca aile “psikolojik vaka” konumuna gelir ve tedavi için beyinler anti depresan ilaçlar ile uyuşturulur. Bir insanın başına bir musibet geldiği zaman, insanın kendi elleriyle işledikleri hataların sonucudur.

Huzursuz yaşam nasıl insanın elindeyse, huzurlu yaşam da insanın elindedir. Hem erkek hem kadın, Allah’ın kendilerine yüklediği görev ve sorumlulukların bilincinde olmalı, ellerinde ne varsa kanaat edip şükretmeli ve ruh dünyalarını kitabi bilgilerle doyurmalıdır.

Çoğu geçim sıkıntısı veya diğer sebeplerden dolayı kadın kendini dışarıda çalışmaya verir.

Asgari ücretle çalıştığı yerde çoğu karma birçok insanla çalışır, ya sekreterlik, ya hizmetçilik, ya da tezgâhtarlık yapar. Konuşmalar genelde argo ve lakayttır. Bir zaman sonra kadın gülmesi, ses tonu, yürümesi ve konuşması erkeğe hoş gelmeye başlar. Erkeğinki de kadına. Ve bunun sonunda erkek karısını, kadın ise kocasını aldatır.

Eğer erkek olsun, kadın olsun, ahiret endeksli bir yaşamı tercih etseydi, yaşamları 180 derece değişir ve iç huzurları her daim güçlü olurdu. Olumsuzluklara karşı sabır ilacı ile kendilerini tedavi ederlerdi. Para kazanmak uğruna dünyevi bir hırsın içine girmez, zamanlarını ve de imkânlarını israf etmezlerdi. Bu dünyadayken mütevazı bir hayat yaşar, zevki ve lüksü ahirete bırakırdı. İmtihan dünyasında yaşadığını asla unutmaz, dünya ve ahiretleri dengeli olurdu.

Bir de tesettür konusu var. Bugüne kadar çok kez konuşuldu, yazıldı, çizildi. Maalesef diğer meselelerde olduğu gibi bunda da ifrat ve tefrite kaçıldı. 90’lı yıllarda bacılarımız, kızlarımız daha şuurlu, daha bilinçliydiler. Günümüzde aile baskısı veya çevre baskısıyla şuursuz örtünenler bir hayli çoğaldı. Modayı takip eden “süslüman kızlar”, Allah’ın emrini takip eden “Müslüman kızların” sayısını geçti. Aslında örtünme ayetleri olarak Nur Suresi 31. ve Ahzap Suresi 59. ayetler, kadınlarımızın, kızlarımızın nasıl örtünmesi gerektiğini açık bir şekilde anlatıyordu.

Medine’de inen bu ayetler sayesinde sahabe hanımları takva elbisesi giymişti. Günümüzde takva örtüsü maalesef yok oldu. Yani “içteki görünmeyen takva örtüsü” olmayınca “dıştaki görünen başörtüsüne” riayet edilmesi imkânsızlaştı ve savrulma ister istemez kaçınılmaz oldu.

İnsan üniversite dâhil takriben 20 yıl okur ve yapacağı işi bilinçli yapar. Mesleği için de sayısız kitap okurda okur, ancak ebedi hayatı için ihtiyacı olan yaşam kitabı Kur'an'ı anlayarak okumaz. Mesleğimizi icra ederken bilinçli bir şekilde yapar, kulaktan dolma bilgilere pek itibar etmeyiz. Ancak sıra dinimizi öğrenmeye ve yaşamaya gelince, neden kulaktan dolma, atalarımızdan, babalarımızdan öğrendiğimiz bilgilerle yaşamaya çalışırız ve ebedi hayatımızı bu geçici dünya hayatıyla değiştiririz. Dünya hayatındaki anlık lezzetler, cennetin ancak demosudur. İnsan maalesef buna aldandı. Aldatıcılar da “Allah affeder” diye insanoğlunu aldattı.

Kadın kim ne derse desin, evinde mutludur, eğer bilinçli şuurlu yaşarsa tabi. İstisnalar hariç dışarıda da çalışabilir, kendini ve ailesini riske etmeyecek şekliyle, helal dairesinde.

Eşi ile beraberliği çok önemlidir, çocuk doğuran kadın hastalıkla pek işi olmaz. Kadın hastalıkları, genel olarak eşi ile fazla birlikte olmadığından kaynaklanır. İnanın mutluluk ve mutsuzluk insanın kendi elindedir.

Kadınlar erkeğe Allah'ın emanetidir. Çocuklarımız da, geleceğimiz de kadınlarımıza emanet.

Erkek- kadın bütün müminler birbirlerinin dostu, dayanağıdırlar. Bunlar iyiliği emrederek kötülükten sakındırırlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. Allah işte onlara rahmet edecektir. Hiç şüphesiz Allah, güçlü iradelidir ve her yaptığı yerindedir. (Tevbe 71)