Şükrü HÜSEYİNOĞLU

05 Kasım 2017

KADINLARIN, KOCALARININ İSTİKAMETSİZLİĞİ İLE İMTİHANI

Bir süredir üzerinde düşündüğüm bir konu... Dün tevhidi ilkeleri ve cahiliyeye karşı Kur’ani/Nebevi duruşu savunan, bugün ise çeşitli maslahat algılarını öne çıkararak mevcut sistem içi cahili siyasete taraftar ve aktif destekçi konumuna düçar olan, kısacası tevhidi istikametini yitiren kimseler malumumuz.

Hakeza tevhidi konum ve iddialarını terk ederek "İslami soslu" sol söylem ve siyasetlere savrulan kimseler de malumumuz. Dahası bu kulvarda hızını alamayıp ateistlere bile cennet vaadinde bulunan, dahası bu noktada “Cehennemde ancak emeği sömürenler yanacaktır. Ateistleri cehennemde yakamaz, aksi takdirde Kur’an’ı elime alır Allah’ın karşısına çıkarım” gibi küfür sözleriyle Âlemlerin Rabbi’ne meydan okuyacak noktaya savrulanlar da oldu.

Bu süreçte bâtıl sistem içi iktidar mücadelesi ve işleyişe taraftarlığı bir adım daha ileri taşıyıp, mevcut işleyişi meşrulaştırmak için İslam’ın temel akidevi kavramlarını ve ilkelerini mevcut işleyişe göre yeniden yorumlamaya ve yeryüzünde Allah’ın dininin hâkim kılınması iddiasını ortadan kaldıracak nevzuhur anlayışlar üretmeye kalkışanlara tanıklık ettik.

Bu cümleden olarak, imanın ilk adımı olan hafriyat/teberri aşamasının temel kavramı “tağut” kavramının içini boşaltmaya ve “Allah’ın ahkâmı yerine insan hevasına dayalı hükümler ihdas etmek ve onlarla toplumları yönetmeye kalkışmak” temel anlamını ortadan kaldırıp, “fiili zorbalık” anlamıyla sınırlandırarak mevcut işleyişle uyumlu hale getirmeye kalkışanları gördük.

Resmi ideoloji ve siyasi işleyişin ayrılmaz parçası olan heykelperestliği, yani apaçık bir şirk eylemini bile “yeter ki gönlünüz dönmesin” gibi Mürcie’ye rahmet okutacak bir ölçüsüzlükle meşrulaştırmaya çalışanlara tanıklık ettik. Sistem içi aktörlere destek ve taraftarlığı çok daha ileri boyutlara taşıyıp, mevcut laik sistemin en üst yöneticilerini "muvahhid" olarak niteleyenlere şahit olduk.

Yeryüzünde ancak Allah’ın ahkâmının belirleyici olması gereğini ifade eden İslam devleti iddiasını tamamen ortadan kaldıracak ve insan hevası ürünü bâtıl ideolojilere meşruiyet kazandıracak şekilde, “Devletin imanı adalettir. Her ne ile yönetilirse yönetilsin, yöneticileri de ister Müslim, ister gayri Müslim olsun adil devlet Mü’min devlettir” gibi elfaz-ı küfür niteliğindeki sözlerin dile getirenlere şahit olduk.

Kısacası, özellikle son 10 yıl içinde tevhidi duruş ve iddialarını terk eden ve konjonktür rüzgârlarına kapılarak sağa-sola savrulan çok sayıda kişi ve çevreye üzülerek tanıklık ettik. Buraya kadarı, son yıllarda çokça dillendirdiğimiz, hatta "Türkiyeli Müslümanlar ve İstikamet Krizi" adlı bir kitaba konu edindiğimiz acı gerçekler.

Bu makalede ise, tüm bu sapma ve savrulmalarla bağlantılı olarak şu hususu gündeme getirmek istiyorum:

Bunca sapma ve savrulmalar yaşanırken, bunca kişi düne kadar savundukları tevhidi duruş ve iddialarını terk edip adım adım cahili ideoloji ve siyasi oluşumlara angaje olurken, bu kişilerin eşleri hanımefendilerden niçin bir itiraz, bu çürümeye karşı bir isyan yükselmez?

Kadınlar herhalükârda eşlerine tâbi olmak, onlarla birlikte sağa-sola savrulmak zorunda mıdırlar?

Bilindiği gibi, Rabbimiz Tevbe Suresi 71. ayette mü'min erkek ve kadınların birbirlerinin velileri olduğunu[1] bildirmektedir. İşte bu velayet bağı, kadınlara ve erkeklere birbirlerine karşı emri bil maruf nehyi anil münker sorumluluğuna sahip olduklarını hatırlatmaktadır.

Yani kadınlar kocalarıyla birlikte savrulmak yerine, onların yakalarına yapışmalı, geçmişteki tevhidi duruş ve iddialarını onlara hatırlatmalı ve "Eyne tezhebun!" demeyi bilmelidirler. Gerekirse de onlara açık ve net tavır koymayı bilmelidirler.

Evet, Rabbimiz Nisâ Sûresi 34. ayette erkekleri ailede “qavvam/koruyucu ve yönetici” olarak belirlemiş ve sâliha kadınların eşlerine itaatkâr olduklarını bildirmiştir.[2] Lâkin bu koruyuculuk ve yöneticiliğin İslam’ın meşruiyet çerçevesiyle sınırlı olduğu ve dolayısıyla kadınların eşlerine itaatinin de bu meşruiyet çerçevesi içinde söz konusu olduğu unutulmamalıdır.

Allah’a ve O’nun bildirdiği ölçü ve ilkelere sadakatsizliğin söz konusu olduğu yerde, ne anne-babaya, ne kocaya, ne iş sahibine, ne de hangi düzeyde olursa olsun yöneticiye itaat vardır. Bu durumda beşere itaat, Allah’a itaatsizliktir. Yalnız Allah’ı rab ve ilah tanımaya dayalı akide bağının yok sayılarak, beşerin rab ve ilah edinilmesi anlamına gelmektedir.

Nitekim Ankebût Sûresi 8. ayet bize bu tür durumlarda nasıl davranılması gerektiğini öğretmektedir:

“İnsana anne ve babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Eğer seni, hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa o zaman onlara itaat etme. Dönüşünüz banadır. Yapmakta olduklarınızı size haber veririm.” (Ankebût, 29/8)

Bu konuda ilk Kur’an neslinin hayatında da bize örneklik teşkil edecek tablolar vardır. Mesela Emirul Mü’minun Ömer b. Hattab’ın, evlilikleri kolaylaştırmak gayesiyle kadınlara verilecek mehir miktarını kısıtlama yönündeki kararı karşısında bir kadının Nisâ Sûresi 20. ayeti[3] hatırlatarak itirazda bulunması ve devlet başkanını bu kararından vazgeçirmesi kaynakların aktardığı meşhur bir hâdisedir.

İslam, müntesiblerine mutlak anlamda itaatin ancak Âlemlerin Rabbi’ne olduğu bilincini öğretir ve bu bilinç üzere ferdi ve toplumsal bir hayat inşa etmeyi vaz’eder. Allah’a itaat, Allah’ın bildirdiği ve kıyamete kadar değişmeyecek olan ilkelere sadakat, diğer tüm itaatlerin ön şartıdır.

İlk Kur’an neslinin, bizatihi Allah Rasulü’nün (a.s.) kendilerini Kur’ani çerçevede eğitmesinin doğal bir sonucu olarak Allah Rasulü’ne itaat konusunda da hep Allah’a itaat çerçevesini gözettiklerini bilmekteyiz.

Bugünün Müslümanları olarak bizlerin de ve makalemizin konusu özelinde ifade edecek olursak Müslüman kadınların da bu bilinçle hareket etmemiz, Allah’ın dininin ölçülerini/ilkelerini her türlü bağın üstünde görüp onlara sadakatten hiçbir gerekçe ve sebeple ayrılmamamız gerekir.

Müslümanlara yakışan, konjonktür rüzgârlarıyla birlikte sağa-sola savrulmak, dönemsel sellere kapılan çer-çöp durumuna düşmek değil, Rabbimizle yaptığımız akdimize/akidemize sadakatte sebat etmek, istikametimizde sâbit kadem olmaktır. Savrulanlarla birlikte savrulmak yerine, onlara konjonktür keşmekeşi içinde unutturulmaya çalışılan Kur’ani ilkeler ve onlara dayalı Nebevi örnekliği hatırlatmaya devam etmektir.

İşte Müslüman kadınların, 28 Şubat sonrası jakoben laiklikten Anglo-Sakson ılımlı laikliğe geçiş sürecinin yaşanmakta olduğu mevcut konjonktürde önlenemez şekilde yaşanmakta olan İslam’ın akidevi ilkelerinden uzaklaşma ve bâtıl işleyişle ilkesel uzlaşma trendinde bu trende kendisini kaptırmış eşlerinin ardından sürüklenmek yerine, Kur’ani ilkeler ve Nebevi örnekliği hatırlayan ve hatırlatan, gerektiğinde eşlerinin yakasına yapışıp itirazını dile getiren bir konumda olmaları gerekir.

Yukarıda da hatırlattığımız üzere Rabbimiz mü’min erkek ve kadınları her şeyden önce velayet bağıyla kardeşler kılmıştır. Birbiriyle evlenen kadın ve erkeklerin evlilik bağı, velayet bağından sonra gelmektedir. Velayet bağı da, yine ayette bildirildiği üzere karşılıklı olarak mü’minlere emri bil maruf ve nehyi anil münker sorumluluğunu yüklemektedir. Yaşanan sapma ve savrulmalar karşısında bu sorumluluğu yerine getirmek yerine, cemaat lideri, hatır sahibi kişi veya eş olduğu için savrulanlarla birlikte savrulmak hem savrulmada öncülük edenleri hem de onlara tâbi olanları ziyana uğratacaktır.


[1] “Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9/71)

[2] “Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Geçimsizliğinden/Evlilik hukukuna aykırı hareket etmesinden endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.” (Nisâ, 4/34)

[3] “Eğer bir eş yerine başka bir eş almak isterseniz, bunlardan birisine yüklerle mal (mehir) vermiş olsanız bile ondan hiçbir şeyi geri almayın. Onu iftira yoluyla ve açık günaha girerek mi geri alacaksınız.” (Nisâ, 4/20)