Şükrü HÜSEYİNOĞLU

04 Temmuz 2013

KAVRAM TÜKETİCİLİĞİ

Her zaman vurgulamaya çalışıyoruz: İnsan kavramlarla düşünüp kavramlarla konuşur. İnsanların kanaatleri de kavramlarla şekillenir. Bu sebeple kavramlar büyük öneme sahiptir. Herhangi bir düşünce ve inanç sisteminin temel yapıtaşlarıdır kavramlar.

İnsanlar ve kurumlar hangi düşünce veya inanç sisteminin kavramlarıyla düşünüp konuşuyorsa ona güç veriyor, neticede onun bayraktarlığını yapıyorlar demektir. Yeryüzündeki hak-bâtıl çatışması da temelde bir kavramlar savaşıdır. Çünkü hak olan akide de, bunun karşısındaki modern veya geleneksel bâtıl akideler de neticede kavramlar üzerine bina edilmişlerdir ve kendilerini kavramlarla ifade etmektedirler.

Kim hangi akidenin tarafındaysa ona ait olan ve ondan neşet eden kavramlarla konuşmalı/yazmalı ve hareket etmelidir. Ne var ki bugün bâtılın yanında yer aldığı halde, hakkın kimi kavramlarını kullanıp istismar edenler bulunduğu gibi (Türkiye’deki laik sistemin, İslam’ın “millet”, “şehadet” gibi kimi temel kavramlarını istismarı bunun bir örneğidir), hakkın yanında yer aldığı iddiasında olduğu halde bâtılın kavramlarıyla düşünüp konuşanlar ve hareket edenler de söz konusudur.

Bilindiği gibi bâtıl Batı paradigması birkaç yüzyıldır kendisini yeryüzünün asli uygarlığı olarak takdim etmekte, dahası elindeki askeri gücü ve medya imkanlarıyla bunu insanlığa dayatmaktadır.

Kültürel emperyalizm yoluyla yeryüzünde kendi bâtıl değer yargılarını hâkim kılma çabasını yoğun şekilde sürdüren Batının bu çabaları da temelde kavramlar üzerinden yürütülmektedir. Batı kendi kavram ve değer yargılarını “evrensel değer” olarak pazarlamakta ve bugün görülen odur ki bu konuda başarılı da olmaktadır.

Batının İslam coğrafyasına yönelik askeri ve kültürel işgal politikalarının hâsılası olan laik-seküler kesimlerin ötesinde, bugün kendisini İslam dâvâsına nisbet eden çeşitli kesimlerde bile Batının kavramlarıyla ilgili “evrensel değer” algısının söz konusu olduğu görülmektedir.  Aslında bir pazarlama stratejisi, bir ürün ambalajı olmanın ötesinde anlamı bulunmayan  “evrensel değer” argümanının bugün yeryüzünün her yerinde dillere pelesenk olması, Batının kültürel emperyalizminin başarılı olduğunun en büyük kanıtıdır.

Bugün İslam dünyası da dahil insanlık, Batının kavram tüketicisi durumundadır. Bâtıl Batının kadim kavramları gibi, bugünkü siyasi e ekonomik çıkarları kapsamında ürettiği güncel kavramlar da tüm yeryüzünde hoyratça sahiplenilmekte ve evrenselleştirilmektedir. Kendi temel kavramlarına sahip çıkmayan ve bu temel kavramları esas alarak güncel kavramlarını üretemeyenler, Batının kavram tüketiciliğine mahkûm olmaktadırlar.

Batının kültürel kuşatması karşısında İnsanlığa farklı bir pencere açması icap eden İslam dâvâsı müntesibi olarak bizlerin de bu konuda üzerimize düşeni yaptığımızı söyleyemeyiz. “Demokrasi”, “özgürlük”, “liberalizm” gibi doğrudan doğruya Batının bâtıl akidesinin taşıyıcısı olan kavramlara karşı duruş sahibi olan, onlara karşı itirazını ifade eden bizlerin, Batının biteviye üretip tüketime sunduğu güncel kavramlar karşısında da duyarlı olmamız, bu kavramların tüketicisi durumuna düşmekten kaçınmamız gerekmektedir.

Müslümanlar olarak, kendi merkezi coğrafyamızı, İngiliz emperyalizminin isimlendirmesiyle “Ortadoğu” olarak ifade etmeye devam etmemiz, bu konuda ibretlik bir örnektir. Kendi coğrafyamızı İngiliz emperyalizminin verdiği adla tanımlamaya devam ettikçe de bu coğrafyada özgün bir İslami siyaset üretemeyeceğimiz aşikârdır. Batı emperyalizmini İslam coğrafyasından defetmenin yolu, öncelikle onun bu coğrafyaya dair tanımlarını ve kavramsallaştırmalarını reddetmekten geçmektedir. Zira kavramlara hükmeden coğrafyaya da hükmeder.   

Bugün de Batılılar insanlığın algısını yönetmek ve yeryüzünde hükümranlıklarını sürdürmek gayesiyle kavramlar üretmeye devam ediyorlar. Ürettikleri kavramlarla her yeni gelişmeye kendi damgalarını vurmaya çalışıyorlar. İslam coğrafyasında son birkaç yıldır yaşanan toplumsal hadiseler ve değişimleri, ürettikleri “Arap Baharı” kavramıyla tanımlayan da Batılılar olmuştu.

Son dönemde daha sıkça kullanılmaya başlanan “Sosyal Medya” kavramı da “kavram üreticiliği” ve “kavram tüketiciliği” konusunda üzerinde durulması gereken bir örnek. İnternetteki paylaşım siteleri herkesin dilinde “Sosyal Medya” olarak ifadesini buluyor. Takip edebildiğim kadarıyla kimse de kalkıp bu kavramsallaştırmayı sorgulamıyor, niteliği ve işleviyle uyumlu olup olmadığını tartışmıyor, alternatif bir kavramsallaştırma üretmeye koyulmuyor.

Böyle olunca, insanları gerçek sosyal ilişkilerden uzaklaştıran, sanallığı gerçek hayatın yerine inşa eden birer bağımlılık adası işlevi gören ve tabii ki sansasyona, manipülasyona, istismara olabildiğince açık insan tüketim mecraları halinde faaliyet gösteren paylaşım sitelerinin “Sosyal Medya” şeklinde taltif edilmesine ortaklık edilmekte, bir pazarlama stratejisinin parçası haline gelinmektedir.      

İşte “kavram tüketiciliği” dediğimiz şey tam da budur. Her şeye Batılıların gözüyle bakmak, her şeyi onların tanım ve kavramlarıyla anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmak, üretmeyi hiç akıl edememek, hep tüketici olarak kalmaya razı olmak…

Müslümanlar olarak yeniden tarihin öznesi olmamızın yolu, öncelikle Batılı kavramları tüketen nesne olmaktan çıkıp, temel kavramlarımız ışığında bugüne dair kendi kavramlarımızı üreten özne olmamızdan geçmektedir.