Kayan: Davetçiye düşen gayrettir
Ramazan Kayan: Davetin bizzat kendisi, alınacak sonuçtan daha elzemdir, önemlidir, kıymetlidir. Sonuç ne olursa olsun, hezimet olabilir, elde bir kazanç görülmeyebilir; ama bu kutlu göreve her şart ve zeminde devam etmek zorundadır müminler. Ve davetçiye düşen gayrettir, hidayet değil. Zira o Allah’ın elindedir. Kendimizi yıpratmanın gereği yoktur. Karşılığı Rabbimizdendir. Davetçi insanları gütmekle değil, gözetmekle, korumakla görevlidir.
Kayseri İlim Hikmet Vakfı’nın organizesiyle 14 Kasım tarihinde gerçekleşen Ramazan Kayan’ın “Davet ve Gayret” başlıklı konferansı yoğun katılımlı ve gayet verimli geçti. Kayan’ın konuşmasından aldığım notları siz kardeşlerimle paylaşmak istiyorum. Kayan’ın otuz sekiz ayrı şıkka ayırarak anlattığı davet ve davetçiyi (Kayseri’ye konuştuğundandır ki otuz sekize ayırmış konuyu; acaba diyorum Düzce’de konuşsaydı ne yapardı Hoca?), ben şıklarla sunmaktan ziyade, düz metin olarak ifadelendirmeyi uygun görüyorum.
Davetçinin en büyük derdi ne olmalı?
Hz. Ömer (r.a)’in “Allah’a dua ettiğimde, duamı kabul etmeyeceğinden zerre miktarı endişem olmaz. Ama benim dua etme isteğimin olup olmadığı konusunda şüphelerim var.” meyanındaki sözlerini davet konusuna getirmek gerekirse eğer, denilebilir ki Allah (c.c.) muhakkak surette tesirini verecektir aziz dini uğruna verilen davet uğraşısının. Ama davetçi, acaba yaptığı bu işin üzerindeyken istekli mi, kararlı mı, heyecanlı mı, gayretli mi? Burası çok önemli işte.
Evvela davetçiyi davete ikna etmek gerekiyor. Kitleleri davet etme olayında sorun yok. Asıl sorun davetçi olacak şahısta. Önümüzdeki engelleri kaldırmamız gerekiyor. Eğer biz, bizi engellemezsek, hiçbir kimse ve hiçbir şey bize engel olamaz. Kendimizden oluşan setleri yıkmalıyız; kendimizi yıkmalıyız ki inşa alabilelim.
Bizler nöbet yerlerimizi terk ettik. Eskiden okullar bizim nöbet yerlerimizdi. Oralarda ilgilenilecek öğrencilere dikkat kesilir ve üzerlerinde hak namına hesaplar yapılırdı. Artık önceki güzel günlerde olduğu gibi yine nöbet yerlerimize dönmeliyiz. Oraları kimlere teslim ediyoruz? Şimdilerde, bizlerden boşalan o yerlere çeteler, mafyalar, uyuşturucu simsarları konuşlanmış durumda. Bunun vebalini kaldırabilecek miyiz? İşte davetçinin en büyük derdini bunlar oluşturur.
Davette asıl hedef kendimizdir, kendimizi kurtarmaktır
Davet, gelip geçici, dönemsel nostalji, romantizm ve sosyal etkinlik değildir. Aksine, itikadî zorunluluktur, farzların farzıdır. Mutlaka yerine getirilmesi gereken farz-ı ayn’dır. Mevsimlik ya da sezonluk değil, ömürlüktür. Davetçi, ötekinden ziyade kendisini kurtarır aslında yaptıklarıyla. Cennete götürücü ameller davetçidedir. Biz davet yapmazsak hüsrana uğrarız. Davette asıl hedef kendimizdir, kendimizi kurtarmaktır. Başkaları sonraki aşamadır.
“Din adamı” tabiri, nasıl ki kabul edilecek bir kuram değilse, “davet adamı” tabiri de hoş bir ifade değildir. Davet özelleşemez, tekelleşemez. Her bir mümin davetçidir. Davet kişilere indirgenemez. Mesela kişinin çocuklarını namaza çağırması da bir davettir. Davet alanı daraltılamaz. Mücadele iktidara havale edilemez, bırakılamaz. İmanı olan iddiası olandır. İddiası olanın da davası var demektir. Her iddia sahibi ve davası olanın davetçi vasfına bürünmesi kaçınılmazdır.
Davetçi öğütçü, nasihatçi ve anlatıcı değildir sadece. Rasulullah’ın görevi yalnızca bunlar değildi. Mesela, o gelmezden önce Mekke toplumunda hanifler vardı. Onlar da halkı irşad etmek adına konuşur, sohbet ederlerdi. Ama kimse bu durumdan endişe edip tereddüt yaşamazdı. Davetimiz değiştirici, dönüştürücü, diriltici ve inşa edici olmalıdır. Yeni kimlikler, kişilikler, şahsiyetler kazanmak demektir davet. Konferans yapmak, seminerler düzenlemek davet değildir. Önceki nöbet yerlerimizdeki gibi olmak zorundayız. İnsan kazanılmaya ayarlanmalıdır. Sohbetler yaparak günah çıkardığımızı mı sanıyoruz? Toplantılardan toplumlara geçiş sağlanmalı artık. Sohbetlerden sahalara inilmeli. İnsanları hedef alan insanlara ihtiyacı var davetin.
Davet, öğüt vermek değildir
Daveti minberlerden, konferans salonlarından, kültür merkezlerinden kurtarmak gerek. Her kesime ulaşıp yürekleri şaha kaldırmak gerek. Davet, öğüt vermek değildir, örnek olmaktır, numune sunmak insanlara. Davet asla terk edilebilinecek bir görev değildir. Kapı kapı tevhidi taşımak gerek ona susayan yüreklere. Böyle yapmazsak eğer, öncelikle kendimize zulmetmiş oluruz. Davette gecikme, geçiştirme olamaz.
Davetçi konuşan değildir, konuşulandır, konuşturandır asıl. Gündemde biz olmalıyız, gündemde kalmalıyız. Biz konuşulmalıyız. Eminliğimiz, ahlakımız, duruşumuz, hareketlerimiz konuşulmalı. Koşarken konuşandır, konuşulandır davetçi.
Davet, katîlik içerir, kesinlik arz eder. Keyfîlik yoktur onda. Muhayyer olamayız davetimizde. Davet, tartışma, cedel, münazara ve münakaşaya gelmez. O, hidayeti ve hakikati beşeriyete ulaştırma ameliyesidir. Başarı odaklı değildir, Rıza-i Bari’yi kazanma derdini içerir. Toplumsal beğeniyi değil, Rabbin hoşnutluğunu baz alır. Davet, ömür boyudur, ölünceye kadardır ve hatta ölümünedir davet.
Allah (c.c.) ile dikey ilişki kuramayanlar, toplumlarla yatay ilişki kuramazlar. Allah ile arası iyi olmayanlar, daveti sürdüremezler. Davetçi, Allah ile arasında sorun olmayandır, sorun yaşamayandır. “Allah katındaki değerini bilmek isteyenler, Allah’ın kendisini ne ile meşgul ettiğine baksınlar.” sözünü dikkate almak gerekir. Davet, meşguliyet listemizin neresinde? Kur’anla mı meşgulüz yoksa vitrinlerle mi, ekranlarla mı?
Davet, asla ve asla propaganda ya da pazarlama değildir. Hakkı ve hakikati halkla paylaşmaktır. Taraftar toplamak hiç değildir. Hidayet yoluna insan kazanmak için sürekli bir çırpınışın adıdır davet. Caiz bir tabirle ‘insanları Allah’a ikna etmektir.’ Dünyalık bir kazanç için, ücret için değildir. Ne maddi ücret ne de manevi ücret beklenir davette. Maddi ücreti anladık da, manevi ücret nasıl oluyor acaba? Manevi ücret, Allah’ın yanında imtiyazlı olmayı istemektir, toplum nazarında statü sahibi olmayı yeğlemektir. Allah biliyor ya gayretimizi; bu yeter, yetmeli.
Davetçiye düşen gayrettir, hidayet değil; zira o Allah’ın elindedir
Davetin bizzat kendisi, alınacak sonuçtan daha elzemdir, önemlidir, kıymetlidir. Sonuç ne olursa olsun, hezimet olabilir, elde bir kazanç görülmeyebilir; ama bu kutlu göreve her şart ve zeminde devam etmek zorundadır müminler. Ve davetçiye düşen gayrettir, hidayet değil. Zira o Allah’ın elindedir. Kendimizi yıpratmanın gereği yoktur. Karşılığı Rabbimizdendir. Davetçi insanları gütmekle değil, gözetmekle, korumakla görevlidir.
Davette esas olan temel mevzulardır. Teferruata girilip de insanların kafası karıştırılmamalıdır. Felsefî ve kelamî konulara dalınmadan İslam’ın özü sunulmalıdır. Toplumları kategorize ve tasnif eden değil, uyarandır davetçi. Bizler kadı ya da hâkim değiliz, yalnızca ve yalnızca davetçiyiz, davetçi kalırız.
Davetçi, lokomotif gibidir, çekim gücü kuvvetli olandır. Pasif ve görev verilen değil, bizzat görevler üstlenen, görevlere yürüyen, görevlerle yürüyendir o. Davet şahıslara münhasır değildir, bizimle başlamadığı gibi bizimle de bitmez. Ezeli bir yürüyüştür davet. Davetçinin dili net olmalıdır. Seküler, liberal, itici, tahkir edici bir dilde asla olunmamalıdır. Üslup çok önemli. “Ey insanlar”, “ ey akıl sahipleri” demelidir. Cemaate değil, davete davet etmek gerekir insanlığı.
Davette sınıf, sınır ve son yoktur. Sınıfsızlık, sınırsızlık ve sonsuzluk vardır. İnsanların tümü potansiyel hedeftir. Toplumun cenneti davetçiden sorulur. Davet demek, toplumsal değişimi öncelemek ve önemsemek, yeni bir dünya ve yeni bir düzen arayışında olmaktır. Bizden sonra gelecek nesillere yaşanılabilir bir dünya bırakmak davetçilerin boynunun borcudur. Ve yine davetçi olmak demek, yalnızca kendi cennetini düşünmek değildir. Cehennem yolunu tutmuşların hepsinden sorumlu olduğumuzu bilmeliyiz.
Yakın zamanda yapılan bir anket sonucunda, namaz kılanların oranının yüzde yirmilerde olduğunu görüyoruz Türkiye’de. Bu, şu anlama gelir ki, günde ölen on kişiden sekizi namazsız olarak gidiyor. Bu büyük bir acı ve derin bir sancı bırakmalıdır davetçi kimliğini haiz olan ya da olduğunu sanan bizlerde.
(Haber: Fatih Pala / Dünya Bizim)