13-03-2008 15:20

Kimin Dili, Kimin Sesi?

Bu cümlenin altına imza atıp, `din adına denetim` nosyonunu külliyen reddettiğimizde, örneğin dinin birer emri olduğu için çocuklarımıza namazı yahut örtüyü nasıl tavsiye edebiliriz? Ya da yine dini bir referansla uyuşturucu yahut içki kullanmamalarını, domuz eti yememelerini nasıl talep edebiliriz?

Kimin Dili, Kimin Sesi?

Fatmanur Altun / Dünya Bülteni

28 Şubat'ın yerinden oynattığı taşların henüz yerli yerine oturmadığı, meşhur "post-modern darbe"nin etkilerinin dalga dalga yayılmaya devam ettiği günlerde, Ruşen Çakır, Birikim dergisinde yayınlanan "Dindar Kadının Serüveni" adlı makalesinde, özellikle 1980'li yıllardan sonra kamusal alanı tecrübe etmeye başlayan Müslüman kadınları mercek altına alıyordu. Onların sıkıntılarını, yaşadıkları olumsuz tecrübeleri, adeta samimi bir abi edasıyla ortaya koyan Çakır, dönüp dolaşıp, Müslüman kadınların yaşadığı neredeyse bütün sıkıntıları, Müslüman erkeklerle ilintilendiriyordu. Dindar kadınların, dava arkadaşları Müslüman erkekler tarafından nasıl ikinci sınıflaştırıldıklarını, kendilerine ilk kez bir özne olma şansını veren başörtüsü eylemlerinin, iyi niyetinden şüphe duyulması gereken dava arkadaşları tarafından nasıl manüple edildiğini ve siyasi bir malzemeye dönüştürüldüğünü, bir dizi örnek ve sözde bilimsel yöntem ile ortaya seriyordu Çakır. Böylece, ne yapacağını bilemeyen zavallı Müslüman kadınlara, yine bir erkek özne tarafından, gerçek düşman gösterilmiş ve şu duygusal satırlarla durumun vahameti, onların zihinlerine nakşedilmiş oluyordu: "İslamcıların yağmura tutulduğu doğru. Ama daha çok kadınlar ıslandı. Belki de yalnızca kadınlar ıslandı. Şemsiyeler hep erkeklerin elinde"

İlk bakışta iyi niyetli bir durum tespiti gibi görünen bu ifadelerin, sonraki yıllarda benzerleri hızlı bir biçimde üretildi. Peki, Müslüman kadınların hassasiyetlerini paylaşmayan bir söylemin, Müslüman kadınların ezilmişliğine, duygusallığa varan bir boyutta sahip çıkmasının altında yatan saik neydi? Yahut Müslüman kadınlar, sistem tarafından ezilirken sesleri hiç çıkmayanların, "zalim özne" Müslüman erkek olduğunda, adeta aslan kesilmeleri neyle açıklanabilirdi?

Buradaki illüzyon, dikkat çekiyor. Bir taraftan, özellikle de başörtüsü ile "modern dünyada, İslamiyet'in direnen yüzünü temsil etmesi" ve bu yönüyle açık bir hedef olması hasebiyle, dindar kadın üzerinde bir takım baskıcı politikalar uygulanarak, İslam ümmetinin önemli bir kısmı pasifize edilmeye çalışılıyor. Diğer taraftan, dindarlıklarına dair, dış görünüşle ilişkili herhangi bir alamet taşımadıkları ve onları baskı konusu haline getirmek daha ayrıntılı bir incelemeye tabi olduğu için, Müslüman erkekler, sistemin baskısını, kadınlar kadar ağır bir biçimde hissetmiyorlar. Başörtülü kadınları baskı altında tutan mekanizma için ciddi bir zaaf noktası olan bu durumun izale edilmesi için ise, propaganda silahı devreye giriyor. Müslüman kadınları zulmün konusu haline getiren mekanizma "düşmanınız ben değilim, Müslüman erkekler, bakın onların tuzları kuru" demek suretiyle, kendisini gizlemeyi başarıyor ve adeta "böl, parçala, yönet" mantığı ile İslam ümmetinin enerjisini, cinsler arası bir savaşa kanalize etmeye çalışıyor. Bu tabloya, dünyanın hemen her yerinde, değişik formlarda rastlanan, kadına yönelik şiddetin, haksız ve adaletsiz uygulamaların, Müslüman coğrafyalarda da karşılıklarının olması ve adaletsizliğin kaynağında çoğu zaman geleneğin yer alıyor olması eklendiğinde, özellikle de Müslüman kadınlar için, mücadelenin nereden başlaması gerektiği, düşmanın kim olduğu gibi soruları yanıtlamak, içinden çıkılması çok güç bir durum olarak beliriyor.

Bu tabloyu, daha da karmaşıklaştıran bir faktör var. Entelektüel dinamizmlerini büyük oranda toplumsal hayatta karşılaştıkları kadın aleyhtarı olumsuz örneklerden ve adaletsizliklerden devşiren ve gidişata dur demek arayışında olan kimi Müslüman kadın entelektüeller, farkında olmaksızın, yukarıda açıklamaya çalıştığımız anlayışın, yeniden üretilmesine katkı sağladılar. Gelenek, görenek ve dinin kimi yorumlarının, erkeklere sağladığı ayrıcalıklardan ve kadınlara dönük büyük haksızlıklardan rahatsızlık duyarak kalemlerine sarılan bu yazarlar, bir taraftan getirdikleri sarsıcı eleştirilerle, kadınlara dönük olumsuz bakış açısının sorgulanmasına katkı sağlarken, diğer taraftan farkına varmaksızın, Müslüman olmalarına ilişkin iddialarını, cinsiyetçi bir perspektifle sınırlandırmış oldular. Bu süreçte, eli kalem tutan Müslüman erkeklerden ciddi destek görmemenin ve "eski köye, yeni adet getirme" suçlamasının da etkisiyle, dava arkadaşları olan Müslüman erkeklerle, aralarına belli bir mesafe koyan bu yazarlar, zaman içerisinde dil benzerliği ile olduğu kadar, fikir benzerliği ile de feminist düşünürlere yakın bir duruş sergilemeye başladılar. Bu sürecin geldiği son noktada, kendi iddialarının dili üzerinden değil, daha liberal ve feminist bir dilin imkanları içerisinden konuşan ve hak talep eden bir söylem ortaya çıktı.

Bu durumun açık örneklerinden biri, geçtiğimiz günlerde imzaya açılan Birbirimize Sahip Çıkıyoruz başlıklı bildiri oldu. Pek çok maruf Müslüman kadın yazar ve aktivist tarafından da imzalanan bildiri "kadın hak ve özgürlükleri anlayışı içerisinden" konuşan dili ve devleti bir "er meydanı" olarak tasvir eden kurgusu ile yukarıda zikretmeye çalıştığımız türden sakıncaları, bünyesinde barındırıyor. Bildiri, "Biz her türlü ayrımcılığın ve adaletsizliğin karşısında olan kadınlar olarak" cümlesiyle kuşatıcı bir söylem ortaya koymaya çalışsa da, metne hakim olan tonun, sınırlı bir bakış açısı olduğu gözden kaçmıyor. Bu haliyle metin, hoş bir kadın dayanışması örneği olsa da, ezilenlerin yalnızca örtülü yahut açık, inançlı yahut inançsız kadınlar değil, sistemin kendi kodlarına aykırı gördüğü kadın, erkek, yaşlı, genç, tüm bireyler olduğu gerçeğini yansıtamamak gibi önemli bir handikapı bünyesinde barındırıyor. Oysa bildiriye imza atan kadınlardan, hiç değilse, İslami duyarlılık sahibi olanların, İslamiyet'in vazettiği gibi, kadın- erkek, inanan-inanmayan her insan için adalet istemek gibi, daha büyük ve kuşatıcı iddiaların sahibi olduklarını tahmin etmek güç değil.

Bildiride dikkat çeken bir diğer husus ise; "Biz kadınlar; birilerinin bedenimizi modernite, laiklik, cumhuriyet, din, gelenek, görenek, ahlak, namus ya da özgürlük adına denetlemesini istemiyoruz" cümlesindeki "din adına" kısmı. Belki liberal, ateist, nihilist yahut anarşist bir özne için çok da sakıncalı olmayan bu ifadenin, Müslüman bir birey için ne ifade ettiği tartışılması gereken bir konu. Zira dinimiz olan İslamiyet, her din gibi, hayatın çeşitli katmanlarını düzenleme iddiasında olan ve bu anlamda denetleyici rol üstlenen bir sistem. Bu denetimin konusu, hayatın çeşitli boyutları ile birlikte bedenimizi de içeriyor. Belki bu itiraz, birilerinin kendilerini dinin sahibi ve hamisi görmesi ve kendilerinde vehmettikleri yetki ile özellikle de kadınlara ve kadın bedenine yönelik bir baskı ortamı oluşturabilecekleri ihtimalinden yola çıkarak ortaya konan bir itiraz olabilir. Bu, halihazırdaki toplumsal yaşantımızda karşılığı olmayan, fakat anlaşılabilir bir kaygıdır. Fakat, bu bir şeydir, "beden üzerinde, din adına denetimi kabul etmiyorum" demek başka bir şeydir. Bu cümlenin altına imza atıp, "din adına denetim" nosyonunu külliyen reddettiğimizde, örneğin dinin birer emri olduğu için çocuklarımıza namazı yahut örtüyü nasıl tavsiye edebiliriz? Ya da yine dini bir referansla uyuşturucu yahut içki kullanmamalarını, domuz eti yememelerini nasıl talep edebiliriz? Bugün bizi belli bir baskı ihtimalinden masun tutacağına inandığımız bu toptancı itiraz, yarın, yukarıda zikrettiğimiz türden taleplerle çocuklarımızın karşısına çıktığımızda ve çocuklarımız bize "hayır, sen benim bedenimi din adına yahut başka herhangi bir şey adına denetleyemezsin" dediklerinde, bizi nasıl etkileyecek ve söz konusu taleplerimizi nasıl bir zemine oturtacağız?

Sorular çok. Görünen o ki, başörtüsüne destek veren akademisyenlerin yazdığı bildiri ile başlayan bildiler çağında, düşünceler biraz da topladıkları imzalarla boy ölçüşecekler. Şu halde, "göründüğümüz kadar var olduğumuz" sanal ortamda, önümüze gelen bildirileri imzalamadan önce, iki kere düşünmemiz gerekecek.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !