Kişisel gelişimcileri kovacağız!
Bülent Akyürek: Batı, materyalizm, kapitalizm ve modern dünyayla savaşıyorum. Dernekler, okullar, üniversiteler bir mesaj atıp çağırıyorlar ve ben her yere gidip söyleşiler yapıyorum. Kişisel gelişimcileri bu ülkeden kovacağız inşallah.
Bülent Akyürek, Türkiyeli okurun çok sevdiği ve bağrına bastığı bir isim. Gerçekleri, sağlam, sahici, yalın ve gür sedayla dile getirmesi, ruhumuzu her zaman daha diri ve canlı tutmuştur. Yazmış olduğu birbirinden sıkı kitaplarla son yılların en çok gezen ve tartışılan ismi olan Yazar Bülent Akyürek ile; okuma ve yazma serüvenini, nasıl hidayete erdiğini, Avatar filmini, içimizdeki öküze nasıl oha diyeceğimizi ve öğlen namazına nasıl kalkılacağını konuştuk…
Bülent Akyürek deyince, öncelikle akla iki şey geliyor: okumak ve yazmak. Okumak sizin için ne anlam ifade ediyor? On beş bin kitap okuduğunuzu söylüyorsunuz? Bunun sırrı ne? Özel bir okuma yönteminiz var mı?
Yazmak, okuyanın cehaletidir. Okumak ise âlimin kendi bildiklerini unutmaması ve kendi değerini anlamasıdır. Aslında bu konuya bir daha cevap vermeyecektim ama Müslüman’ın prensibi olamayacağı için cevaplayayım bari…
MÜSLÜMAN’IN PRENSİBİ OLMAZ!
Nasıl yani? Müslüman’ın prensipleri olmaz mı?
Tabi, Müslüman’ın prensipleri olmaz. Prensipler aristokrasi ve Batı’nın icatlarıdır. Bir dine inanmayan insanların kendilerine koydukları farzlardır. Örneğin bir Müslüman’ın tek şekerli kahveden başka prensibi olmadığını ama bir yere misafirliğe gidince önüne çay getirildiğini düşünün? Bize göre “Misafir umduğunu değil bulduğunu yer”, misafirliğin edebi vardır. Peki, şimdi prensiplerimiz ne olacak?
Eğer benim “Tükürdüğümü yalamam” gibi bir prensibim olsaydı, otuz beş yıl ateist yaşadıktan sonra hidayet geldiğinde “Prensiplerim var, böyle yaşadım, tükürdüğümü yalamam” mı diyecektim! Bırakın prensibi, bende gurur, şeref, haysiyet de kalmadı?
Estağfurullah, bu biraz abartı oldu galiba?
Gerçekten… Dünyada aç kalabilirsiniz, susuz kalabilirsiniz, esir düşebilirsiniz, gurur Müslüman için konfordur. Müslüman’da gurur olmaz. Esasen gururu olan bir insanın dinden uzak olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü gurur, kibir duygusundan beslenir. Kendinizi sevmeden, “ben her şeyin sadece en iyisini hak ediyorum” demeden, buna inanmadan gururlu olamazsınız. Biliyoruz ki kibir, şeytani bir özellik, bize yasak. Gurur, çok pahalı sıfır bir arabayı onlarca yıl kullanıp çizilmemesi için uğraşmaktır. Bu duygudan bize saplantılar, uykusuzluklar, öfkeler kalır.
On beş bin kitap okumak, birçok insanın aklı yetmiyor buna, inanmıyorlar doğrusu?
Hayatı boyunca sadece Allah’ın kitabını okuyan birine bile inanmıyorlar, on beş bin kitap okumuş birine mi inanacaklar? Gerçekten de çok kitap okumuş bir insan en güvenilmez insandır, çünkü onun kendi fikri kalmamıştır, verdiği cevaplar kendisinin değildir bazen.
ÇÖPLÜKLERDEN KÂĞIT VE PET ŞİŞE TOPLADIM
Yine de sorumda ısrar ediyorum, nasıl okunur bu kadar kitap?
41 yaşındayım. 17 yaşımdan itibaren romanlarım yayınlandı. Biliyorsunuz kemiklerim eridi, her yanım protez. Liseyi bitiremedim, çünkü hep kitap okuyordum ve yazıyordum. Öncelikle çok okumak için okula gitmemek gerekiyor, bütün vakit size kalır o zaman. Daha sonra da günü bir ekmekle tamamlamak gerekiyor, o zaman çalışmak zorunda kalmıyorsunuz. Şöyle söyleyeyim: Benim bir kitabım vardı (Yılgın Türkler-Fincan Yayınları), o kitap memleketi sallarken ben geceleri çöplüklerden kâğıt ve pet şişe toplayıp satardım. Çay param çıkınca işi bırakırdım. Yazan adamın çocukluğundan itibaren okuması, yazması, okula gitmemesi ve çalışmaması gerekiyor. Yani gurur ve şeref duygularına yenilmeyecek.
ON BEŞ BİNİ TEVAZUYLA SÖYLEDİM
On beş bin kitap okuduğumu söyledim diye insanlar üstüme çullandı. Ben beş yıl felç kaldım. Beş koca yıl sırt üstü tavana baktım, beni ziyarete gelen çuval dolusu kitapla gelirdi, çünkü kitap okumayı bıraktığım an çıldıracak oluyordum. Felçli bir insan incesiyle, kalınıyla bir günde en az on kitap okur. Şimdi bu hesabı tekrar yapıp düşünsünler, ne kadar tevazuyla davranıp rakamı düşürdüğümü görsünler!
Yazma serüveninizi anlatır mısınız?
Amatör çıkan ilk beş kitabımı saymazsak, profesyonel anlamda 1989’dan beri kitaplarım yayınlanıyor. Çok dergi kurdum, batırdım. Yüzlerce dergide yazdım. Zaten bir yıldır ayda 32 dergide yazıyorum. Mesela Cafcaf, Yolcu, Anadolu Gençlik, Genç Dergisi, Turuncu, Haber Ajanda, İzdiham vs. Şu ana kadar 20 kitap oldu zannedersem ama bir o kadar basılmamış dosyam var, sırasıyla gelecek inşallah.
CESUR BİR YAYINCI ARIYORUM
Bu arada çok adetli basılacak, dünyada ilk, birkaç sert kitabım için sıkıntısı olmayan, ciddi, cesur yayıncı arıyorum. Bana www.bulentakyurek.org’tan ulaşabilirler.
35 sene ateist olarak yaşadığınızı, son 5 yıldır da zihni bir değişim içerisinde olduğunuzu söylüyorsunuz. Bu zihni değişimden biraz bahseder misiniz? Hakan Albayrak’ın da yakın dostunuz olduğunu biliyoruz. Bu değişimde Hakan Bey’in bir etkisi var mı?
Hiç unutmam… İnançsızken, irademi bir yere teslim edemezken Hakan Albayrak’ı namaz kılarken görürdüm. O duyguyu anlatamam. O bizim için çok büyük bir insandı ama alnını secdeye koyuyordu. Bir ateist bunu asla yapmaz. Dediğim gibi gururludur, eğilmez filan. Hakan Albayrak, dünyada tanımadığı insanlar için hayat kuramıyordu ve buna ümmet diyordu. Bir ateistin asla kendisinden başka dostu olmaz, kimse için bu kadar üzülemez. Tabi böyle onlarca şey… Benim saçmalamalarıma olan sabrı filan… Allah razı olsun, onun da birkaç kişinin de büyük emeği vardır ama ben bir rüya gördüm, hidayetim böyle oldu.
AMERİKA KAN DÖKER AMA HEP MASUM BİR NEDENİ VARDIR!
Uzun bir aradan sonra “Avatar” filmine gittiniz. Filmi nasıl buldunuz?
Filmde Ebabil kuşlarına gönderme var. Yıllardır “İçinizdeki Öküze Oha Deyin” kitabımda dediğim gibi… Güçlü ve zayıf yoktur. Masum ve inançlı olan kazanır. Kocakarı imanımız olursa kazanırız. Allah diyen kaybetmez, La ilahe illallah diyerek yerden aldığımız taşla helikopter düşüreceğimize inanmalıyız. Bugün kaybediyorsak teknolojik olarak geri kaldığımız için değil, imanımız zayıfladığı içindir. İnançlı her mümin Nemrut`un kulağından giren topal sinek olur.
Gerçekten de filmin Amerikalı kahramanının iki bacağı sakat ama eş bedeninde onlardan olup Amerika`yı yeniyor. Kahraman “Mesih” figürü çiziyor. Masumların yanında yer alıyor. Batı filmlerinde en çok küfrettiğim sahneler bunlardır. Amerika savaşır, kan döker ama hep masum bir nedeni vardır, öldürürken istemeden yapar, timsah gözyaşları döker!
Bizimkiler sonunda tabiat ananın isyanı, Amerikalı Mesih ve hayvanların desteğiyle oklarla onları yeniyorlar. Tabi ki akla ilk olarak şu soru geliyor, diplerde bir yerde içimiz sızlıyor: Yine onların iyisiyle kötü olan kendilerini yendik!
Bu duygu bütün filmde var. “Avatar” bir nevi “Dert bende derman bende” filmi. Dünyanın ikinci sınıf ilkel insanlarını yine Amerika`nın “içindeki iyiler” i kurtaracak. Buruk zaferler tattırıyorlar bize her zaman olduğu gibi. Netice olarak şunu anlıyoruz: İki bacağı olmayan bir Amerikalı tüm cihana bedeldir.
“İçinizdeki Öküze Oha Deyin” isimli kitabınızda kişisel gelişimcilerin ve aktivistlerin İslam dinine paralel bir din ihdas ettiklerini iddia ediyorsunuz ve bu nedenle bu kişileri kişisel gelişim papazları ve rahipleri olarak nitelendiriyorsunuz. Kitabınız yayımlandıktan sonra kişisel gelişim yazarlarıyla “papaz” oldunuz mu? Bu kitabınızla, okuyucularınızın “içindeki öküze oha” dediğini düşünüyor musunuz?
Yıllardır tüm dünyayı kasıp kavuran, insanlara kazanmayı, başarı aşkını, yenilmemeyi, kibri, konforu pompalayan kişisel gelişim kitapları ve sektörünün Kur’an’a aykırı olduğunu yazdım, çok sayıda televizyon ve radyoya çıktım, gazetelerde, dergilerde onlarca röportajım yayınlandı, daha sonra Türkiye’yi il il gezip bedava söyleşiler yaptım. Niçin? Şeytanın ilmihal kitapları olan kişisel gelişim kitapları memleketimde artık okunmasın, dinimiz yara almasın diye.
KİŞİSEL GELİŞİMCİLERİ BU ÜLKEDEN KOVACAĞIZ
Çünkü kişisel gelişimden geçmiş bir insanın kader inancı zayıflıyor. Daima kendi mutluluğunu düşün, kimse yok sen varsın, en önemli şey senin aklın ve fikirlerindir, sen değerlisin kandırmacasıyla egosu patlamış bir insanın kader inancı olabilir mi? “İçinizdeki Öküze Oha Deyin” kitabımın 36. baskısı çıktı Fincan Yayınları’ndan. Yılgın Türkler kitabımla ulusalcılarla ettiğim kavga bu kitabımla yön değiştirdi. Batı, materyalizm, kapitalizm ve modern dünyayla savaşıyorum. Dernekler, okullar, üniversiteler www.bulentakyurek.org a bir mesaj atıp çağırıyorlar ve ben her yere gidip söyleşiler yapıyorum. Kişisel gelişimcileri bu ülkeden kovacağız inşallah…
Birkaç yıldır Türkiye’nin en çok gezen ve söyleşiler yapan yazarısınız. Protez bacaklarla bu kadar gezmek zor olmuyor mu?
Normal şartlar altında bana beş yıl önce denildi ki evinin salonundan mutfağına bile günde 20 defadan fazla gitme. Çünkü felç atlattım, bacaklar gitti ve protezlerin bir ömrü var. Onun ömrünü uzatmak için yorulmamam gerekiyormuş. Fakat Allah bana böyle kitaplar bahşetmiş, hidayet nasip olmuş, bir sevgi selinin içindeyim, yazarlar evlerinde oturuyorlarken kişisel gelişimciler mahalle mahalle para karşılığı konferanslar veriyorlar, bu durumda ben nasıl oturayım? Bacaklarım kopup düşene kadar gezeceğim, gençlerimizle konuşacağım inşallah. Dediğim gibi okul, vakıf, dernek kim varsa bana (www.bulentakyurek.org) ulaşsın, gücümün yettiğince giderim inşallah.
ÖLÜM HATIRLANIRSA İNSANLIK KURTULACAK
Kitaplarınızın isimleri de içerikleri gibi oldukça vurucu. “Cinnetim Cennetimdir, Yılgın Türkler, İtin Biri, İçinizdeki Öküze Oha Deyin” ve son kitabınız “Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır?” Son kitabınızın ismi Cemil Tokpınar’ın “Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?” kitabıyla ismen benzeşiyor. Böyle bir ismi tercih etmenizin özel bir sebebi var mı? Sizi böyle bir kitabı yazmaya iten sebepler nelerdir?
Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır, benim en beğendiğim kitabım. Tam bir olgunluk süreci eseri. Ben bu dünyada ölümün unutturulduğunu, insanlarda ölüm korkusu kalmadığı için nasıl zalimleştiğini anlattım. Çözümler aradım. Eski bir ateistin bu dünyaya ve ahirete bakışı vardır orada. Mesela modern dünya sabaha kadar uyumuyor, ama akşama kadar yatıyor. Namazlar kaçıyor. Kur’an’da gece-gündüz ayetleri var. Gece olunca bir Müslüman eğer ibadet yapmıyorsa uyumak zorundadır, uyuması farzdır. Bizler sabaha kadar televizyonun karşısında oturup akşama kadar yatarsak nasıl kurtulacağız? Ampulün icadı bizi bu hale getirdi. Çünkü artık ampuller sayesinde geceler de aydınlık, akşam olunca bir anlamda akşam olmuyor. “Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır”ı her gencin, yaşlının, özellikle morali bozuk olanların, hastaların okuması gerekiyor. Bu dünya tekrar ölümü hatırlarsa, insanlık kurtulacak.
Kitapta “ölüm konvoyu” vardı, yanılmıyorsam?
Mezarlıklar şehir dışına atıldı, kefenimiz olan sarık yok artık, ampuller karanlığı engelledi ölüm rabıtası yapamıyoruz, bahçelerimizde çam ağaçları var, dört mevsim yeşil kalan bu ağaçlara bakıp ölümü unutuyoruz. Ben “Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır?” kitabımda şöyle bir teklif yaptım: Şehirlerimizde boş ambulans ve cenaze araçları gezsin ki insanlar onlara bakınca ölümü hatırlasın. Çünkü artık hiç kimse saçlarındaki beyazı görüp ölümü hatırlatmıyor. Bizler çok az Müslüman’ı görünce ölümü hatırlatıyoruz. Oysa bir Müslüman dışarıdayken, ölüm kaldırımda yürümeli. Müslüman beyaz bir kıl olmalı ki onu gören ölümü hatırlasın. Kıllığımızı da kulluğumuzu da tam olarak yapmalıyız.
Kitabınızda “yedirerek zayıflama diyeti” de var. Son olarak ondan bahsedelim ve bu röportaj için teşekkür edelim…
Diyorum ki ben her gün onlarca diyet kitabı satıyorlar, bunlara gerek yok! Her gün sokağa çıkın, bir fukaraya yemek yedirin. Böylece fukaralar etlenirken siz de yağlarınızdan kurtulursunuz. Niye diyetisyenlere, doktorlara, psikologlara, kitaplara para veriyorsunuz? Benim formülümle hem zayıflarsınız, hem sadakanızı vermiş olursunuz, hem de zayıflarken sizin yağlarınız fukaralara et olur. Yedirerek zayıflayın, formül bu. Yanlış mıyım? Allah’a emanet olun…
(Söyleşi: Yaşar Yeşil / Özgün Duruş)
-
ömer bitlis 08-02-2010 09:04
On numara karaktermiş. Nasıl yani? Müslüman’ın prensipleri olmaz mı? Tabi, Müslüman’ın prensipleri olmaz. Prensipler aristokrasi ve Batı’nın icatlarıdır. Bir dine inanmayan insanların kendilerine koydukları farzlardır. Örneğin bir Müslüman’ın tek şekerli kahveden başka prensibi olmadığını ama bir yere misafirliğe gidince önüne çay getirildiğini düşünün? Bize göre “Misafir umduğunu değil bulduğunu yer”, misafirliğin edebi vardır. Peki, şimdi prensiplerimiz ne olacak? Eğer benim “Tükürdüğümü yalamam” gibi bir prensibim olsaydı, otuz beş yıl ateist yaşadıktan sonra hidayet geldiğinde “Prensiplerim var, böyle yaşadım, tükürdüğümü yalamam” mı diyecektim! Bırakın prensibi, bende gurur, şeref, haysiyet de kalmadı? Estağfurullah, bu biraz abartı oldu galiba? Gerçekten… Dünyada aç kalabilirsiniz, susuz kalabilirsiniz, esir düşebilirsiniz, gurur Müslüman için konfordur. Müslüman’da gurur olmaz. Esasen gururu olan bir insanın dinden uzak olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü gurur, kibir duygusundan beslenir. Kendinizi sevmeden, “ben her şeyin sadece en iyisini hak ediyorum” demeden, buna inanmadan gururlu olamazsınız. Biliyoruz ki kibir, şeytani bir özellik, bize yasak. Gurur, çok pahalı sıfır bir arabayı onlarca yıl kullanıp çizilmemesi için uğraşmaktır. Bu duygudan bize saplantılar, uykusuzluklar, öfkeler kalır. Süper..