Kitap değerlendirmesi: Ortadoğu`da Modernleşme ve İslami Hareketler
Alev Erkilet`in kitabının konusunu, 18.yy.dan itibaren askeri yenilgiler sonucu, ’’mağluplar galipleri taklit eder’’ saikiyle modernleşme sürecine giren ve gün geçtikçe değişimlerin kapsamını arttıran Orta Doğu’nun üç önemli toplumu: Türkiye, Mısır ve İran oluşturmaktadır. Türkiye, Mısır ve İran’ın seçilme sebebi ise bu üç ülkenin birçok benzer özellikler taşımasıdır.
Süleyman Geçti / İslam ve Hayat
Tanıtacağımız kitap öncelikle 2000’li yılların başında ‘’Yöneliş Yayınları’’, sonrasında ‘’Hece Yayınları’’ ve son olarak ‘’Büyüyen Ay Yayınları" arasında 7.baskısıyla okuyucuyla paylaşılmıştır. Kitap 424 sayfa ve 5 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler sırasıyla; ‘’Toplumsal Hareketler’’ , ‘’Sosyolojide Din/ideoloji, Modernleşme ve Devrim Olgusuna Yaklaşımlar’’ , ‘’Türkiye’de Modernleşme ve İslami Hareketler’’ , ‘’Mısırda Modernleşme ve İslami Hareketler’’ ve ‘’İran’da Modernleşme ve İslami Hareketler’’dir.
Kitabın yazılma süreci:
Kitap, 1990’ların başında yazılan bir doktora tezine dayanmaktadır. 90’lı yılların mevcut bulunan akademisi bu tür çalışmalara alışık olmadığı için tez, itibar görmemiştir. Çünkü o dönemin akademisinde ‘’islami hareketler ve İslam devrimi’’; yargılanan ve dışarıdan bir bakış açısıyla ele alınıyordu. Oysa yazar olayı anlamaya çalıştığı ve içerden bir bakış açısıyla yazdığı için bir takım problemlerle karşılaşmıştır.
Yazar, metnine doktora tezi vasfını kabul ettirmek için mahkemelerde mücadele vermiş ve 10 yıllık bir mücadele nihayetinde metnini doktora tezi olarak kabul ettirmiştir. Tez 2000’ li yılların başında kitap olarak yazılınca yazar Kırklareli Üniversitesindeki Yrd Doç görevinden ve kamu hizmetlerinden men edilmiştir. Göreve tekrar dönmesi 12 yılını almıştır. Kısacası yazar yazmış olduğu kitap neticesinde yaklaşık çeyrek bir asır kadar bedel ödemek zorunda kalmıştır. Eser yazıldığı dönemdeki içeriğini ufak tefek güncellemelerle birlikte korumaktadır.
KİTABIN TANITIMI:
Kitabın konusunu 18.yy.dan itibaren askeri yenilgiler sonucu, ’’mağluplar galipleri taklit eder’’ saikiyle modernleşme sürecine giren ve gün geçtikçe değişimlerin kapsamını arttıran Orta Doğu’nun üç önemli toplumu: Türkiye, Mısır ve İran oluşturmaktadır. Türkiye, Mısır ve İran’ın seçilme sebebi ise bu üç ülkenin birçok benzer özellikler taşımasıdır. Nitekim bu ülkeler emperyal ülkelere karşı savaşmış bağımsızlık kazanmış diğer Orta Doğu ülkelerine ek olarak tarihsel ve kültürel derinliğe sahip köklü toplumlardır. Ayrıca bu üç ülkedeki modernleşme, sömürgeci ülkeler ve yabancılar eliyle değil, askeri ve siyasi yenilgiler sonucu bizatihi yerel yöneticiler eliyle başlatılmıştır. Öncesinde savunmacı bir karaktere sahip olan modernleşme süreci zamanla tüm alanlara yayılarak bir bütünsellik kazanmıştır. Modernleşme alanındaki en önemli ve köklü adımlar üç lider Atatürk, Nasır, Rıza Şah’ın tek başına egemen oldukları 20.yy da atılmıştır. Modernleşme yolunda atılan bu adımlar, söz konusu toplumlarda İslami grupların tepkilerine yol açmış ve akabinde İran Devrimi (1979) gerçekleşmiştir. Bugün Ortadoğu ve Batı dünyası İran tipi bir devrimin başka bir ülkede olup olmayacağını sormaktadır. Ele alınan kitap bu soruya cevap aramamaktadır. Ancak kitap ‘’İslami hareketler diğer ülkelerde mevcut olduğu halde devrim neden sadece İran da gerçekleşti?’’ sorusuna cevap aramaktadır.
Yazar İslami hareketlerin Batı tarafından büyük bir ilgiyle karşılandığını, ciddi bir veri çokluğunun olmasına mukabil bu verilerin eksik, yanlı, hatalı olduğunu belirtir. Ayrıca Batılı araştırmacıların meseleye ‘’ulusal çıkar açısından’’ baktıklarını ve ‘’kendilerinin mutlak üstün olduklarını’’ düşündüklerini belirtir. Yazar, Bu bakımdan antitez niteliğindeki eserinde olguyu başkalarının gözüyle değil Orta Doğuluların gözüyle görmeye ve anlamaya çalışmıştır. Ayrıca eserde islami hareketlerin dayandığı iki temel olgu/kavramın yani ‘’cihat ve şehadetin’’ sosyoloji literatüründe yaygın biçimde tartışılmış olan üç yaklaşım (psikolojik_ekonomik_modernleşmeci indirgemecilikler) tarafından doğru biçimde kavranıp anlaşılmadığını iddia eder. Yani İslami hareketleri doğuran etmen; psikolojist yaklaşımın iddia ettiği üzere bir psikopatoloji topluma dahil olamamaktan kaynaklanan ruhsal_psikolojik bir marjinallik olmadığı gibi ekonomik indirgemeciliğin iddia ettiği gibi yoksullukla alakalı bir marjinallik de değildir. Aynı zamanda islami hareketleri doğuran etmen modernleşmenin başarısızlığı da değildir. (Oysa pratik göstermiştir ki İslami hareket önderleri ve üyeleri maddi sıkıntı çekmeyen toplumun kendilerinden beklenti içinde olduğu akademisyenler, eski siyasetçiler hukukçular, eğitimciler vs olmuştur)
Yazar söz konusu bu yaklaşımları olgunun kökenine inmediği için eleştirmekte ve olgunun iç dinamikleri(Kur’an ve sünnette dile getirilen değerler) bağlamında ele alınmasının gerektiğini ileri sürer. Mısır, İran, Çeçenistan, Irak’taki mücadelelerin cihat ve şehadet bağlamında aynı dinsel köklerden neşet ettiğini bu bakımdan anlamlı bir tutarlık ve tekrarlanırlık arz ettiğini belirtir.
Yazar ayrıca islami hareketlerin dış etkenlerden etkilenip etkilenmediğini de irdeler. Şöyle ki; Dış faktörlerin olgu üzerinde etkili olduğunu ancak bunların olgunun ortaya çıkış hızını artırıp azalttığını (Katalizör görevi de diyebiliriz.) kolaylaştırıp zorlaştırmak biçiminde etkide bulunur. Ancak olgunun ne ise o olmasını sağlayan şeyin kendi içyapısal özellikleri olduğunu belirtir.
Eserde toplumsal hareket olgusu değişim çerçevesinde ele alınıp değerlendirilmeye tabi tutulmuştur. Değişimin kendi medeniyetlerinden 18. ve 19.yy a kadar süregelen tarihsel akış içerisinde nasıl algılanıp yorumlandığını ve günümüz sosyolojisinde nasıl bir tanımlama içerisinde yer aldığını göstermeye çalışmıştır. Buna mukabil bir toplumsal hareketin anatomisini oluşturmak ve göstermek gayesiyle toplumsal hareketlerin türlerine, onları oluşturan bileşenlerine(ideoloji_liderler ve izleyiciler_strateji ve taktikler) ve geçirdiği dönüşümlerin her birine temas etmektedir.
Daha sonra yazarın ‘’Sosyolojide Din/İdeoloji, Modernleşme ve Devrim’’ başlığı altında toplumsal hareketlerin kuramsal yaklaşımlar çerçevesinde nasıl ele alındığını, bunları ele alırken islami hareketlerin üzerinde yer alacağı sosyolojik zeminin hangisi olduğunu sorguladığını görüyoruz. Acaba islami hareketleri adı geçen sosyologların kuramsal yaklaşımları ile temellendirebilir miyiz? Örneğin Marks’ın ‘’Mutlak mahrumiyet yaklaşımı’’islami hareketlerin temel dayanağını yahut hareket noktasını açıklamada yeterli mi?
Bu sorulara cevap aradığımızda görüyoruz ki söz konusu sosyologlar, düşünürler ve onların yaklaşımları, islami hareketleri açıklamada, dayanak noktaları belirlemede ve hareketle gerçekleştirilen asıl felsefenin ne olduğunu anlamada yetersizdirler. Bunun nedeni kendi toplumlarının ileri düzeyde olduğunu düşünmelerine ek olarak olayı Hıristiyan bir bakış açısına dayanarak değerlendirmeye çalışmalarıdır. İslam’ı sadece ‘’ÖTEKİ DÜNYA’’ dini olarak görmeleri ve yeryüzünde devrimsel veya harekete geçiren hiçbir etkisinin olmadığını ileri sürmeleri, İslami hareketler olgusunu da yanlış, yetersiz ve tek taraflı değerlendirme hatasını da beraberinde getirmiştir.
Yazar, Türkiye’de modernleşme ve İslami hareketler başlığında Osmanlının 18. Yy da askeri mağlubiyetler sonucunda sürekli ve kapsamını arttırarak bir değişim sürecine tabi tutulduğunu ve bu değişim sürecinin Atatürk döneminde zirveye çıktığını açıklar. Sonrasında İslami hareketler başlığı altında ele almayacağı ve inceleyeceği hareketlerin sebeplerini sıralar. Nurcu, Süleymancı, tasavvufi tarikatları inceleme dışında tutar. Çünkü bu hareketleri örnekleriyle ele alır ve şu sonuca ulaşır: ‘’Bu hareketler; sistemin değiştirilmesi yönünde bir talepte bulunmamışlardır, daha çok belli ibadetlerin yapılması için düşük dozajlarda mücadele etmişlerdir.’’ MNP-MSP-RP-FP-SP(Necmettin Erbakan’ın kurduğu Milli nizam, Milli Selamet, Refah, Fazilet, Saadet partileri) toplumsal hareketlerin cisimleşmiş yapıları olmalarına karşın, Laiklik demokrasi vb. seküler kavramlarla problemi olmayan yani İslam’ı bütünsel almayan partiler olması sebebiyle yazar tarafından inceleme dışı tutulmuştur.
Yazar, Türkiye bölümünde Hizbu’t Tahrir hareketiyle kısmen onun çizgisini taşıyan ama büyük ölçüde kendini yenileyen Ercüment Özkan’ın İktibas dergisi çerçevesinde yürütmüş olduğu islami hareketleri incelemiştir. Çünkü bu hareketler İslam’a bir bütünsel olarak yaklaşmışlar, İslam’ı bir yönetim biçimi olması gerektiğini belirtmişlerdir.
Kısaca değinecek olursak yazar Hizbin kuruluşunu Türkiye’de yayılışını tabilerinin daha çok laik eğitimden geçen üniversite öğrencileri, akademisyenler, hukukçu(E.Özkan)vs. olduğunu, hareketin başında Ercüment Özkan’ın bulunduğunu, siyasi önderlere ve vekillere hilafetin ilanı için bildiriler gönderildiğini, siyasilerde ve medyadaki yansımasını, Hizbin üyelerinin tutuklanmasını, hareketin Türkiye’de o dönemde bastırılmasını, Özkan’ın hareketten ayrılmasını açıklar. Sonrasında Özkan’ı ele alır. Özkan’ın cezaevi sonrasında verdiği mücadeleyi, İslam hakkındaki görüşlerini, geleneksel İslam_tasavvuf ve modern seküler kavramlar(demokrasi, hümanizm, laiklik, sosyalizm)a getirdiği eleştirileri, İslam’ın bu kavramlardan beri olduğunu, Özkan’ın Rabbani yöntemini, İslam partisi kurma düşüncesini Özkan’ın pratiğinde anlatır. Yazarımız Özkan’ın getirdiği bu eleştiriler(özellikle geleneğe getirdiği eleştiriler) sonucunda halk desteği görmediğini, Özkan’ın siyasi anlamda bir radikalizme öncelik verdiğini ve bu yönüyle İran’daki islami hareketlerden ayrıştığını, Türkiye’deki islami hareketlerin Mısır ve İran örneğindeki gibi toplu imha ve baskılara maruz kalmadığını belirtir.
Yazar, Mısır’da modernleşme ve islami hareketler başlığında Mısır’ın modernleşme sürecindeki iki aktörü ele alır. Bunlar M. Ali Paşa ve Cemal Abdunnasır’dır. Bunlarla ilgili bilgiler verildikten sonra Türkiye başlığındaki gibi inceleyeceği hareketleri belirler: İhvan, Kutupçular, Askeri Akademi, Et Tekfir Vel Hicret ve Cihad hareketleri ele alınmıştır. Yazar, Hasan el Benna’yı, İhvanı(1928) kurma sebeplerini, İhvan’ın kurulduğu atmosferi, örgütlenme ilkelerini, toplum nazarında kabul görmesini, yayılmasını, ihvanın kurulduktan sonra Siyonizmin dirilmesi sonucunda siyasallaşmasını, Hasan el Benna’nın şehadetini, Mısır krallığının Nasır önderliğindeki askeri darbeyle kaldırılmasını, başlangıçta Nasırla ihvanın arasının iyi olduğunu, sonrasında Nasır’ın İhvanı sindirmeye çalışmasını, ihvanın bu bağlamda radikalleşmesini ele alır.
Sonrasında Yazar, Seyyid Kutup’un İhvan’a katılmasını, tutuklanmasını, gerçek İslam hakkındaki görüşlerini, şehadetini, Kutup’tan sonraki İslami hareketler(Askeri Akademi, Et tekfir vel hicret, Cihat) ile ilgili bilgiler verir. Yazar saydığımız hareketleri karşılaştırır: İhvan(el Benna) toplumun geleneksel din algısına, tasavvufa, ulusçuluk, vatan vb kavramlara ciddi eleştiriler getirmediği için halk nazarında ve Orta Doğu’da kabul görmüştür(Hasan El Benna saydığımız kavramları olduğu gibi almamış içini İslam’la doldurmaya çalışmış. Örneğin tasavvufu toplumun cihada hazırlık süreci için kullanmaya çalışmış, ulusçuluğun ırkçı yönünden beri olduğunu belirtmiş ve ulusçuluğu toplum birliği bütünlüğü için kullanmış. Vatanı ise üzerinde İslam’ın yaşandığı toprak parçası olarak adlandırmıştır).Ayrıca Benna sistemin ıslahıyla bir İslam nizamı oluşacağını belirtiyordu. Kutup ise İslam’a sonradan bulaşan gelenek ve modern seküler kavramlara getirdiği eleştiriler sonucunda halk desteği görmemiştir. Ayrıca toplumu cahiliye toplumu olarak görmüştür. Sistemi yıkmaya yönelik eylemleri Tevhid anlayışı yerleşmeden girişilmemesi gereken aceleci hareketler olarak doğru bulmamış ve İhvan’ın siyasilerden İslam nizamının beklentisini boşa zaman kaybı olarak görmüştür. Kutup’tan sonraki hareketler ihvan ve Kutup’tan etkilenmekle birlikte Kutup’u iyi tahlil edememeye ek olarak Nasır’ın zindanları bağlamında şiddete başvurmuşlardır. Bu sebepten halk desteği görememişler ve bastırılmaları kolay olmuştur.
Yazar İran’da modernleşme ve İslami Hareketler başlığında İran’ın modernleşmesini 19.yy a kadar götürür ve daha çok Rıza Şah üzerinde durur. İslami hareket olarak Ali Şeriati ve etkin olduğu Hüseyniyeyi İrşad ve Ulema kanadının İmamı Humeyni’sini ele alır.Ali Şeraiti’nin gerçek İslam hakkındaki görüşleri,Hüseyniye-i İrşaddaki entelektüel mücadelesini,belli kavramları (sosyalizm,medeniyet,aydın,ruşenfikir) yeniden dizaynını ve İslamlaştırmaya çalışmasını,aydınlar ve gençlerle ulemayı barıştırma(köprü görevi) sürecini ve bu dönemdeki şaibeli ölümünü anlatır.
Yazar, Humeyni bölümü öncesi Şia’daki din siyaset ilişkisini ve toplumdaki yansımasını, camilerin bağımsızlığını, ulemanın özerkliğini, Humeyni’yi, devrimi hazırlayan süreci ve nihayetinde İran İslam Devrimini(1979) anlatır. Ayrıca yazar Humeyni’nin Şiilikte belli kalıpları kırdığını, Şiiliği pasifizelikten kurtarıp Şiiliğe bazı devrimci kavramlar kazandırdığını anlatır. Şöyle ki: Humeyni, Şiilik öğretisinin aksine bir ‘’İslam Devleti’’ kurulmasının gerekliliğini Allah Rasulu ve Hz. Hüseyin’ i referans göstererek vurgular ve Mehdi’yi beklemeyi tembellik olarak görür. Kurulan İslam Devletini ‘’Velayet-i Fakih’’ adını verdiği dünya nimetlerinden, hırs ve arzularından yüz çevirmiş Mehdi gelene kadar vekâleten Mehdi’nin yerine bakacak takvalı bir grubun yönetmesi gerektiğini vurgular. Ayrıca Büyük Şeytan (ABD),mustazaf, müstekbir vb. kavramları antiemperyalist ve devrimci bir yorumlamayla kullanmıştır.
Yazar, Devrimin sadece İran’da olma sebeplerini şöyle sıralar:
1.Sünnilikteki ‘’ulul emre itaatin’’ Şiilikte olmaması
2.Ulemanın özerk olması, yönetimden ücret almaması, halk ve esnaf desteğiyle geçimini sağlaması.
3.Geleneği eleştirmeme ve hareket ideolojisinin halkın dinsel anlayışıyla birebir örtüşmesi.
4.Şiddeti meşrulaştırmama, şiddete başvurmama, halkın güvenliğini tehlikeye atmama.