15-01-2010 15:06

Kitap yüklü eşek!

Genç tıp talebesi Asaf Ataseven, camilere sıra konulmasını talep eden ve itiraz edilince de `Ben kavi bir hafızım!` diye haykıran Mükrimin Halil`e böyle çıkışır: “Hafızı olduğunuzu söylediğiniz Kur’an, sizin gibileri kitap yüklü eşekler olarak vasfediyor!”

Kitap yüklü eşek!

Dinde Reform Dayatması ve “Kitap Yüklü Eşekler”

Şükrü Hüseyinoğlu

Alemlerin Rabbi yüce Allah’ın hükümranlığına karşı bayrak açan ve Allah’ın hükümleri yerine, batıdan ithal ettiği hükümleri topluma dayatan cumhuriyet rejimi, bir yandan İslam’a açıkça cephe alırken, diğer yandan “dinde reform” girişimleri başlatarak İslam’ı asli yapısından uzaklaştırmayı ve kontrol edip kullanabileceği bir forma evirmeyi amaçlamıştır. “Yok edemezsen, tahrif et” veya “Bir ırmağı kurutamıyorsan, yönünü değiştir” mantığı İslam’a karşı yürürlüğe konmuştur.

Bunun için Diyanet kurumu oluşturulmuş ve onun eliyle “rejime müdahale etmeyen, ama rejimin müdahalelerine açık bir din” projesinin alt yapısı oluşturulmuştur. Nitekim birkaç yıl önce vefat eden Kemalist anayasa hukukçusu Prof. Dr. Bülent Tanör, Cumhuriyet rejiminin bir yandan dinle savaşırken diğer yandan Diyanet İşleri gibi bir kurumu oluşturmasını şöyle izah etmekteydi:

“Diyanet İşleri Başkanlığı, teknik bir kamu hizmeti kuruluşu olarak çalışıyor, rejimin talepleri doğrultusunda dinin kişiselleşmesine katkıda bulunuyordu.. Yetkileri sınırlıydı, ruhani bir otoritesi yoktu. İslami kurallar öneremez, teolojik araştırma yapamazdı, dinsel mülk sahibi değildi. Kısacası DİB, laikleştirme polotikasına dinsel meşruluk kazandırma görevi yüklenmişti... Devlet, dinin siyasal ve toplumsal alana karışması olasılığına karşı DİB’i kullanmaktaydı” (Bülent Tanör, Kuruluş Üzerine 10 Konferans, 1920 Sonları - 1996)

Bu çerçevede cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren çeşitli girişimler başlatılmış, ilk olarak 1926 yılı Ramazanında İstanbul Göztepe Camii’nde Cemaleddin Efendi tarafından Türkçe namaz kıldırma girişimi yapılmış, fakat halkın yoğun tepkisi üzerine proje ertelenmiştir. Ardından 1928 yılına gelindiğinde dönemin “aydın”larından İsmail Hakkı Baltacıoğlu, “dinde reform” projesi çerçevesinde “Dini Islah Beyannamesi” hazırlamış ve bu beyannamede namaz dahil tüm ibadetlerin Türkçe yapılmasını, dahası ibadetlerin çağdaşlaştırılıp yeni bir forma kavuşturulmasını istemişti.

Fakat “dinde reform” konusunda özellikle 1932 yılı Ramazan ayının tam anlamıyla bir milat olduğunu görmekteyiz. Bu tarihte “rejimle uyumlu yeni bir din” projesinin tüm yönleriyle uygulamaya konulduğunu müşahede etmekteyiz. İktidar iddiasından ve toplumu Allah’ın ölçülerine çağırma misyonundan koparılmış, türkçe ezan ve ibadet gibi dayatmalarla “ulusallaştırılmış”, hayata dair sözü olmayan Protestanlaştırılmış yeni bir din peydahlama politikası bir furya halinde Ramazan ayına da denk getirilerek uygulanmak istenmiştir.

Bu çerçevede başlatılan Türkçe ezan uygulaması, 6 Mart 1933 tarihinde Diyanet İşleri Başkanı Rifat (Börekçi) Efendi’nin tarafından müftülüklere yapılan tebliğiyle mecburi hale getirilmiştir. Artık minarelerden, “Allahu Ekber” nidaları yerine “Tanrı uludur” sesleri yükselmeye başlamıştı. İlginç olan ise “Allah” lafz-ı celali dahil ezanın tüm kelimeleri Türkçeye çevrilirken, bu çerçevede “Haydin kurtuluşa” diye çevirilmesi gereken “Hayyeal el felah” kısmı ile “Namaz uykudan hayırlıdır” anlamındaki “Es salatu hayrun min’en nevm” cümlesi Tükçeye çevrilmemiştir. Toplum bu cümlelerdeki “yıkıcı ve irticai” mesajlardan böylece muhafaza edilmiş oluyordu!   

1932 Ramazanı’yla birlikte, Türkçe namaz artık bir dayatma haline getirilmeye başlanmış, camilerin tıpkı kiliselerde olduğu gibi ayakkabilarla girilip sıralara oturularak müzik eşliğinde ibadet edilebileceği mekanlara dönüştürülmesi gündeme getirilmişti. Hatta 28 Şubat sürecinde Süleyman Demirel tarafından öne sürülen “Kur’an’daki ahkam ayetlerinin yerine çağdaş hukuk maddelerinin konulması” yaklaşımının benzerleri ilk o dönemlerde dile getirilmişti.

 

Halkın fendi, dinde reform dayatmasını yendi

 

Fakat tüm bu dayatmalar halkın tepkisiyle karşılaştı ve rejim “dinde reform” konusunda istediği sonuca hiçbir zaman varamadı. Sistem, Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle halkın dini yaşamı üzerindeki kontrol ve hatta yönlendirmesini sürdürse de, “Ulusallaştırılmış bir din” projesi halkın tepkileri ve karşı koyuşu yüzünden hedefine ulaşamadı. Tepkinin büyümesi ve kontrol edilemez boyuta ulaşmasıyla “dinde reform” dayamaları tek tek geri çekilmeye başlandı. Nihayet Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950 yılında Türkçe ezan dayatmasından da vazgeçildi ve böylece Kemalist kadroların İslam’ı ulusallaştırma ve protestanlaştırma girişimleri yenilgiyle neticelendi.

 

Fakat söz konusu kadrolar halk karşısında aldıkları bu yenilgiyi hiçbir zaman içlerine sindiremediler. Her fırsatta 1926’da, 1928’de ve nihayet 1932’de gündeme getirilip dayatılan “dinde reform” heveslerini yinelediler ve yinelemeye devam etmekteler. Bunun için de, açıkça savaşmaktan geri durmadıkları İslam adına fetva vermekten bile geri kalmıyorlar. Tıpkı CHP’li Kadıköy Belediyesi’nin “Temel Yurttaşlık Bilgileri” adında bir kitap yayınlayıp, “Dinimizde tesettüre yer yoktur” türünden zırvalamaya soyunması gibi.

 

Bu noktada 2000 yılında Vakıf Guraba Hastanesi’nin SSK’ya devri dayatması karşısında verdiği mücadeleden yola çıkarak, kendisiyle Yeni Şafak gazetesi adına bir röportaj yaptığım Prof. Dr. Asaf Ataseven’den, yer darlığı yüzünden gazetede yayınlanamayan ilginç bir anı aktarmak istiyorum.

 

Gazetedeki röportaja da başlık olduğu gibi “gariplere adanan bir ömür” sahibi olan Asaf Ataseven Hoca, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ndeki üniversite yıllarından söz ederken, 1952 yılında yaşanan ibretlik bir hadiseyi gündeme getirmişti. Günümüzde de aynı yerde olan İ.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi konferans salonunda, dönemin tanınmış tarihçisi Prof. Mükrimin Halil Yinanç'ın verdiği bir konferansa katılmak için Ataseven, beş arkadaşıyla (ki koskoca İ. Ü.’de namaz kılan toplam altı kişiydik diyor hoca) birlikte salondaki yerlerini alıyorlar.

 

Mükrimin Halil dönüp dolaşıp sözü “dinde reform” konusuna getiriyor. Hocanın deyişiyle salon tıklım tıklım doludur, herkes Mükrimin Halil’i sessizce dinlemektedir. Mükrimin Halil en sonunda ağzındaki baklayı çıkarıyor ve “Camilerde ayakkabı çıkarıp ibadet etmek çağdışıdır, tıpkı kiliselerde olduğu gibi camilere sıralar konulmalıdır…” gibi klişe cümlelerle esip gürlüyor.

 

Genç bir tıp öğrencisi olan Ataseven daha fazla dayanamayıp ayağa fırlıyor ve Mükrimim Halil’e, “Beyefendi, siz dilerseniz gidin Hıristiyan olun. Bu konuda dinimiz herkesi kendi tercihinde serbest bırakmıştır. Ama bizim dinimizle böyle oynayamazsınız” şeklinde çıkışıyor. Mükrimin Halil cevap olarak, “Ben kavi bir hafızım. Sen benimle böyle konuşamazsın” diye karşı çıkınca, Ataseven taşı gediğine oturtuyor: “Hafızı olduğunuzu söylediğiniz Kur’an, sizin gibileri kitap yüklü eşekler olarak vasfediyor.”

 

Tabii bu cümlenin ardından salon karışıyor, o ana dek Mükrimin Halil’i sessizce dinleyen öğrencilerin birçoğu Ataseven’e arka çıkıyor ve Mükrimin Halil çantasını toplayıp salondan çıkmak zorunda kalıyor.

 

Asaf Hoca bu olayı anlattıktan sonra şöyle bir anekdot da eklemişti: “Bahsettiğim benzetme, Cuma Suresi 5. ayette yer alıyor. Ama ben ilk defa 1956 yılında Hasan Basri Çantay mealini alarak Kur’an’ın mealini okumaya başlamıştım. Demek ki, o ayeti ve ilmiyle amel etmeyenler için kullanılan ‘kitap yüklü eşekler’ benzetmesini o arada Süleymaniye Camii’nde katıldığımız sohbetlerde öğrenmiştim.”

 

İşte Kur’an mesajının gücü. Bir ayet, koca Profesörü nasıl çaresiz bırakıyor…

YORUMLAR
  • necati türkoğlu   16-04-2010 21:08

    prf mumtaz soysalın söyledikleri sizin nekadar haklı olduğunuzu ortaya koyuyor .diyorki mumtaz bey, laik bir devlette diyanet işleri başkanlığının genel idare içinde yeralması ,türk devriminin özelliklerine uygun bir laikliğin,yani dini toplum işlerinden kişisel vijdanlara itebilme kişinin daha sağlam ve eminyollardan gerçekleştirilmesi dışında herhangi bir anlam taşıyamaz . soysal ,100 soruda anayasanın anlamı , s, 174 kısacası laik rejim islamla çatışmayı göze alamadı diyanet kurumunu kurarak iki tarafıda memnun etmek istedi ve din isim olarak olmalı ama hayatta olmamalı ilkesi diyanet yolu ile yaygın hale getirilmiş oldu teşekkürler şükrü hüseyinoğlu(kitab yüklü eşeklerinde çok olduğu malmunuzdur)