Kongo`nun unutulmuş Müslümanları arasında
Hani Türkiye`de gazeteler sık sık açlık sınırı diye rakamlar yayınlarlar. Burada açlığın sınırı yok, kendisi var. İnsanlar bir ramazanı sadece günde bir kere o da mısır unundan yapılmış bir çorbayı yiyerek yada bir kuru ekmek yiyip tutuyor. Sokaklar sahipsiz yetim çocuk dolu. Kimse kimseye yardım edecek durumda değil.
Kani Torun / Umran Dergisi
Kongo Demokratik Cumhuriyeti yada eski adıyla Zaire Afrika’nın yüzölçümü en büyük ülkelerinden biri. Toplam yüzölçümü Türkiye’nin 3.5 katı civarında. Afrika`nın ortasında yer alıyor ve batıdan küçük bir toprak parçasıyla Atlantik`e açılıyor. Toplam nüfusu 50 milyon. Şimdi diyeceksiniz ki bu Kongo da nereden çıktı. Doğrusu diğer bütün irtibatlarımız gibi bu da internet aracılığıyla başladı. Halen yöneticisi olarak çalıştığım Doctors Worldwide (Yeryüzü Doktorları)`a internet sitesi aracılığıyla haftada ortalama 1-2 yardım isteği gelir. Bunlardan bir kısmı kişisel olduğu için ilgilenmeyiz ancak kurumsal düzeyde olanlara bizim standart questionnaire(soru formu)’ı gönderip önce bir bilgi isteriz.
Kongo`dan 2.5 yıl önce böyle bir kurumsal yardım isteği geldi. Gönderen kişinin ismi de müslüman ismiydi(Cibril), ben de ona bizim formu gönderdim. Kısa bir süre sonra form doldurulmuş olarak geri geldi. Ne yalan söyleyeyim daha ilk okuyuşta bu kişilerle iş yapılır kanaatine vardım. Ancak tabii oraya önce durumu öğrenmek için temsilci gönderdik, onun raporundan sonrada yavaş yavaş çalışmaya başladık. Sonra bir doktor arkadaşımız gönüllü olarak orada 1 ay çalıştı onun olumlu izlenimleri sonrasında çalışmalarımızı artırdık. Şimdi elhamdülillah yeni yaptırdığımız sağlık merkezi bitmek üzere, onun haricinde ana-çocuk sağlığı merkezleri açıyoruz, sünnet yapıyoruz. Bunları anlatmamın sebebi faaliyet reklamı değil meselenin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmak. Şimdi gelelim benim ziyaretime. Ben Lubumbashi`ye (Kongo’nun ikinci büyük şehri, bölgenin de ana merkezi) bir hafta süren bir ziyarette bulundum.
İlk sürprizi uçakta yaşadım. Kenya havayolları uçağına binince uçakta havayolu dergisini okumaya başladım, derginin adı “Msafiri” Swahili dilinde bir kelime, anlaşılacağı gibi misafir demek. Hostese bu ne anlama geliyor dedim yolcu anlamına dedi. Daha birçok Swahili kelime Arapça orijininden dolayı bizim tarafımızdan anlaşılabiliyor (safari de sefer yani seyahat demek). Swahili bütün doğu Afrika ve orta Afrika bölgesinde konuşulan yerli dili. İçinde birçok Arapça kelime var. Lubumbashi 1.2 milyon nüfuslu bir şehir ancak tipik bir Afrika şehri. Halkın büyük çoğunluğu baraka gibi evlerde(genellikle 1 odalı) yaşıyor. Sokaklar çocuk dolu, yollar delik deşik, sadece merkezde bir iki asfalt yol var diğerleri toprak. Burada tropikal iklim hüküm sürdüğü için 6 ay yağışlı 6 ay kurak geçiyor. Yağış mevsiminde yollar toprak olduğu için arabalar çok zor gidiyor, ancak 4x4 arabalar gidebiliyor. Maalesef dünyanın en fakir bölgesinde en pahalı arabaları kullanmak zorundasınız yoksa bir yere gidemezsiniz. Özellikle kırsal bölgede yaşayanlar en temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorluk çekiyorlar sırf bu ulaşım meselesi yüzünden.
Kongo`da 1997 den beri iç savaş var şimdilerde barış yaptılar ancak yinede kuzeydoğu bölgesinde çatışmalar var. şimdiye kadar iç savaşta 3.5 milyon insan olduğu tahmin ediliyor(sadece kurşunla değil savaş yüzünden açlık ve hastalıklar sebebiyle) Bölge bir maden hazinesi ancak bu onlara mutluluk yerine gözyaşı getiriyor. Batılı şirketler önceleri kendilerine itaat etmeyen yönetimleri paralı askerler aracılığıyla devirip işbirlikçi hırsızları göreve getirdiler. Bunun bir örneği Kongo`nun ilk başbakanı Patrice Lumumba`nın devrilmesidir. Lumumba bir Afrika milliyetçisi ve sıkı bir sömürgecilik karşıtı idi. Onu komünist diye karalayıp paralı askerler yardımıyla devirdiler. Önce Lubumbashi`de bir binaya hapsedip (bizim yeni yaptırdığımız sağlık merkezine 100 metre mesafedeki bu bina önünde hatıra fotoğrafı çektirdim) sonra da öldürdüler. Yerine de Mobutu diye bir hırsızı getirdiler. Mobutu sadece Kongo`nun madenlerini batılı şirketlerin sömürüsüne açmakla kalmadı aynı zamanda ülke kaynaklarını soyarak kendisi ve avanesine ait Fransa`daki banka hesaplarına aktardı. 1997 yılında devrilene kadar toplam 2 milyar dolar civarında bir kaynağı batı bankalarındaki hesaplara aktardığı tahmin ediliyor. Kişi başına düşen milli geliri 100 dolar olan bir ülke için bunun ne kadar büyük bir rakam olduğunu tahmin edebilirsiniz.
Şimdi batılı firmalar taktik değiştirip savaş ağalarını (warlord) kullanıyorlar. Yerli despotlar etraflarına topladıkları ve ellerine silah verdikleri milisleri doyurmak için kıymetli madenleri kaçırıp batılı firmalara ucuza satıyorlar. Onlar silah parası buluyor batılı firmalar da ucuz maden. İnsanların kanı üzerinden batı firmaları semiriyor. Özellikle Belçika, İsviçre ve İngiliz firmaları en çok bu işleri yapıyor. Bu ülkeler de lafa gelince insan hakları şampiyonluğu yaparlar. İnsanın doğrusu midesi bulanıyor bu ikiyüzlülükleri görünce.
Lubumbashi`nin içinde bulunduğu Katanga bölgesi yaklaşık 500 bin kilometrekare yani Türkiye`nin üçte ikisi kadar ve 10 milyon insan yaşıyor. Bunlardan yaklaşık 2 milyonu müslüman. Müslümanlar burada tam anlamıyla sahipsiz durumdalar. Ülke çoğunluğu Hıristiyan, devlet hiçbir şekilde müslümanlara yardım yapmıyor. İmamların geçimi için gereken parayı müslümanlar aralarında toplayıp veriyor. Ancak zaten kendileri yiyecek ekmek bulamayan bu insanlar ne verecekler de imamlar geçinecek. Herkes başının çaresine bakmak zorunda. Bu durumda din hizmetleri yapılamaz duruma gelmiş. Merkezde 7 tane cami var. bütün bölgede de 100 kadar. Ancak çoğu Cuma dışında açık değil çünkü imamlar kendilerini geçindirmek için çalışmak zorunda. Hasılı tam bir sahipsizlik hali. Kenya ve Tanzanya gibi ülkelerde Araplar eliyle bazı faaliyetler yapılmış ancak buraya gelen olmamış.
İnsanlar okumak için bir Amme cüzü bile bulamıyor. Öte yandan misyonerler cirit atıyor. Uçakta giderken de gelirken de yanımda Amerikalı misyonerler vardı. Ta Ohio`dan, Seattle`dan kalkıp misyoner faaliyeti için gönüllü olarak çalışmaya gelmişler. Misyonerler burada hastane ve okul açıyor. Hatta Lubumbashi`de Evanjelik üniversitesi bile açmışlar. Hasılı onlar çalışıyor. Biz ne yapıyoruz?
Biz orada sağlık çalışmalarına başlayınca din hizmeti alanındaki ihtiyacı da görüp bu konuda bir şeyler yapmak istedik. Hayırsever desteği ile 15 tane Kuran kursu açtık. Hem hocalara (onlar muallim diyor) düzenli bir aylık hem de çocuklara üst baş ve ufak tefek yiyecek almak suretiyle bir yardım faaliyeti başlattık. Camileri aynı zamanda kurs olarak kullanıp işlevsel hale getiriyoruz. Bu 15 kursta şimdilik 600’e yakın talebe Kuran öğreniyor. Amacımız kurs sayısını daha artırıp müslüman çocuklarını hiç olmazsa kendi dinlerini öğrenir hale getirmek. Bu kursları ziyaretimizde çocuklar Kuran okudular, doğrusu benim için çok duygulu anlardı. Afrika`nın ortasında tabiri caizse kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde (bazıları gerçekten öyle yerlerde, saatlerce gittik kursu görmek için) Kur`an tilaveti duyunca heyecanlanmamak elde değil.
Enteresan bir şekilde bu kurslara bir kısım Hıristiyan aile çocuğu da katılıyor. Biraz üst baş verdiğimiz, doyurduğumuz için biraz da birşey okusun diye gönderiyorlar. Bu bir anlamda bunların Hıristiyanlığının ne kadar yüzeysel olduğunu gösteriyor, demek ki müslümanlar çalışsa çok şey değişecek. Çocuklar yarım gün Kuran`a geliyor yarım günde devlet okuluna gidiyorlar. Böylece resmi eğitime de devam ederek bir meslek sahibi olabilirler.
Burada bir de hocalardan bahsedeceğim. Hocaların hepsi Arapça biliyor (çoğunluğu Tanzanya`da eğitim görmüş). Benden Arapça fıkıh (Hanefi yada Şafi), siyer ve gramer kitabı istediler. Ayrıca tabii elifba ve amme cüzü. İnşallah bu konuda Türkiye`deki müslümanlar destek olurlar. Hepsi Arapça konuşabiliyor (biz Türkler`de bir sakatllık var, herhalde o kadar zaman Arapça okuyup ta konuşamayan bir biz varız, her yerde hocalar Arapca konuşabiliyorlar).
Hani Türkiye`de gazeteler sık sık açlık sınırı diye rakamlar yayınlarlar. Burada açlığın sınırı yok, kendisi var. İnsanlar bir ramazanı sadece günde bir kere o da mısır unundan yapılmış bir çorbayı yiyerek yada bir kuru ekmek yiyip tutuyor. Sokaklar sahipsiz yetim çocuk dolu. Kimse kimseye yardım edecek durumda değil. Devlet doktora ayda 10 dolar maaş veriyor.. İç savaştan dolayı ekonomi iflas etmiş, herşeyi dışarıdan alıyorlar herşey ateş pahası. Bütün devlet memurları geçinmek için ikinci iş yapıyor.
Devlet askerlere para ödeyemez hale gelmiş. Askerler de geceleri şehirlerarası yollarda arabaları durdurup soygun yapıyor. Bizim de başımıza geldi 2 araba gece şehirlerarası yolda giderken bizim arabayı durdurmak istediler biz durmadık arkamızdan gelen araba durunca onları soydular, fotoğraf makinesini aldılar, maalesef çektiğimiz fotoğrafların bir kısmı öyle gitti.
Daha anlatacak çok şey var ancak en önemlisi o bulundukları nâmüsait şartlara rağmen insanların şevklerini, heyecanlarını ve dini gayretlerini kaybetmemiş olmaları, hala büyük bir ümitle çalışmaya devam etmeleri kayda değer. Doğrusu bir Türkiye`de ve diğer yerlerdeki müslümanları birde onlara bakınca utanç duydum. Hele de hem gidişte hem de gelişte uçaktaki misyonerleri görünce bu duygu daha da arttı. Biz kısır çatışmalarla bir birimizi yerken orada bir kıta bizden çalınmak isteniyor. Eminim bu satırları okuyan Umran okuyucuları da benim duygularımı paylaşır. Allah`a emanet olun.