Hızır YILDIRIM
KORONA İLE MEÇHULE YOLCULUK
İnsanlık bir kez daha haddi aşmış, azgınlaşmış, kendi elleriyle taştan tahtadan yaptıkları putlara tapmaya başlamıştı. İnsanlar biz kez daha kendilerini bir damla meniden yaratan, kendilerine sayısız nimetler bahşeden rablerini unutmuş ve büyük bir çıkmazın içerisine girmişti.
Kullarına karşı sonsuz merhamet sahibi olan Allah azze ve celle, azgınlaşmış müstekbirlere bir fırsat daha vermek için, onlara içlerinden uyarıcı ve müjdeleyici bir peygamber gönderdi.
Nuh aleyhisselamı…
Nuh (as), azgınlıkta sınır tanımayan, putlara tapankavmini, bıkmadan usanmadan¸ tehditlerden yılmadan tevhide çağırmaya başladı. Ancak karşısında, ne anlatırsa anlatsın, hakka karşı kulaklarını tıkayan, akıllarını kullanmayan ve Rahman’ın “TEKLİĞİNİ” kabul etmeyen müstağni bir kavim vardı. Nuh aleyhisselamın işi zordu, ancak ne pahasına olursa olsun daveti insanlara götürmek zorundaydı. Çünkü O bir peygamberdi. Geri duramazdı, pes edemezdi.
Tam 950 sene, dile kolay, tam 950 sene kavmini dünya ve ahiret azabı ile uyararak¸ dünyada bolluk ve berekete erebilmeleri için tövbe ve istiğfara çağırdı. Lâkin bütün bu uyarı ve çağrılar kavmine fayda vermedi. Nuh Peygamber, gece gündüz¸ gizli açık¸ toplu ve tek tek insanları tevhide davet etti. Meşru olan her yolu denedi. Ama olmadı. Kavminden ümidini kesti. Artık tek bir çare kalmıştı.
Ellerini Kahhar’a açıp kâfirlerin helakı için beddua etmek...
Ey kavmim¸ dedi¸ ben sizin için açık bir uyarıcıyım¸ Allah'a kulluk edin¸ O'ndan korkun¸ bana da itâat edin.”
“Size ne oluyor ki¸ Allah’a saygı duyup O'nu lâyıkıyla büyüklemiyorsunuz. Oysa O¸ sizi aşama aşama yarattı.”
“Bu öğütlerin hiçbirinin fayda vermediğini gören Nûh dedi ki: “Ey Rabbim¸ yeryüzünde kâfirlerden tek kişi bile bırakma. Çünkü sen onları bırakırsan¸ kullarını saptırırlar ve sadece ahlâksız¸ nankör insanlar doğururlar.”
Nuh aleyhisselam’ın duası icabet buldu ve kavmine büyük bir azap (tufan) geldi. İman eden bir avuç Müslüman ise bu helaktan TEVHÎD gemisine binerek Allah’ın yardımıyla kurtuldu. Bir gemi ki, içindekiler Allah’tan razı, Allah onlardan razı. Kaptanı ise Nuh (as). Torpil yok, olsaydı, kaptanın inançsız karısı ve oğlu gemide olurdu. Allahın adıyla yol alan bu gemiye ne olur ki! Gemiye binenlerin sığınıp dayandıkları vekil Allah olunca, ne mutlu onlara. Yol selamet, gidilen yer selamet.
Bir gemi ki, içinde Allah’a ve resulüne iman edenler ile her türden insan var. Yol alan bu geminin etrafını dalgalar sarar. Gemi her an batabilir. Gemidekiler dini Allah'a has kılarak dua ederler. Gelin gemidekileri şöyle bir tasvir edelim: Düşünün ki, içinde zengin-fakir, general-erat, sivil-memur, doktor-asistan, bakan-başbakan, şeyh-mürit, hoca-talebe var. Bunlar birbirlerinden yardım istemiyorlar. Hepsi er misali, Allah'tan yardım talep ediyorlar.
Onlar da biliyor ki birbirlerinden fayda yok, dalgaları durdurmaya güçleri yok. Akıl nimeti devreye giriyor ve her bir varlık akıllılık edip Allah'tan yardım istiyor. Karaya ayak basınca, çok azı dışında, birçoğu sözlerini unutup akıllarını yine kiraya veriyor. Nefsin kölesi olmuş bu canlı türü, sadece dara düşünce, Allah akıllarına geliyor. Bolluk ve nimete kavuşunca da hemen unutuveriyor. Allah da onları unutuyor.
“Allah’ı unutan, Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte doğru yoldan çıkanlar bunlardır.” (Haşr Suresi, 19)
Karada ve denizde sizi yürüten O’dur. Öyle ki, gemilerde bulunduğunuz, onlarında içindeki yolcularla birlikte güzel bir rüzgârla akıp gittikleri, içinde bulunanların bundan memnun oldukları bir zamanda, gemiye şiddetle esen bir fırtına gelir. Dalga her yerden onlara hücum eder ve onlar da kendilerinin kuşatıldığına kanaat getirdiklerinde, işte o zaman dini yalnız Allah’a has kılarak ona yalvarırlar: “Yemin olsun ki Sen, bizi, bundan kurtarırsan muhakkak ki bizler şükredenlerden oluruz (derler)” (Yunus Suresi 22)
Yunus (as)’ın kavmi de iman etmeyip diretti. Azap emri yakındı. Yunus (as), Allah’ın emrini beklemeden hicreti erken yapıp gemiyle uzaklaşmak istedi. Ancak gemi yine dalgalarla sarsıldı. Kura çekilince kendisine isabet etti. Ve onu balık yuttu. Pişmanlık içinde balığın karnında “ben nefsine zulmettim” diye Rabbinden af diledi. Yunus (as)’ın tövbesi kabul edildi ve kavmine tekrar geri döndü. Bu sefer kavmi toptan iman etti ve azap onlardan kaldırıldı.
Musa (as) ile salih kul (melek) kıssasında, beraber yolculukları esnasında, salih kul hiç beklenmedik bir anda, beklenmedik bir hareketle gemiyi delip kusurlu hale getirmişti. Amaç o bölgede zalim korsan gemilere el koyuyordu. Kusurlu olunca almayacaktı.
Bugün de, hem Türkiye olarak hem de dünyanın tüm ülkeleri olarak, gemiyle meçhule doğru bir yolculuğumuz var. Bu gemiler maalesef Tevhîd gemisi değil, Tevhîd gemisi olsa idi, inanç değerlerimiz aynı olurdu. Sessizce yol alan bu gemiler, rotası belli olan kurtuluşa mı? Yoksa belli olmayan felakete mi? Şu an bilmiyoruz. Geminin içindekiler ıslah edilmemiş bir topluluk, birçok haramdan istemeyerek kopmuşsa dahi, her an harama dalacak meyildeler. Bu gemilerin kaptanları gemiyi salaha çıkaracak ehil kişiler değil.
Besmele ile de yola çıkılmış değil, yukarıda bahsettiğim örneklere benzemiyor. Yunus (as)’ın kavmi gibi tövbeye niyetleri de varmış gibi görünmüyor. Âllahû âlem.
İşte kardeşler, bu inançsızlık virüsü tam bir bela, akledemeyen bu insan sürekli zararda.
Kısa bir ömür için geldiği bu dünyada, amacından sapmış, nereye gideceği belli olmayan rotasız gemide yolculuk yapmakta.
Hâlbuki Kur'an rotası istikametinde, Resulün örnekliğini model alan kaptanla yola çıkılsaydı gidilen yer-yol selamet olacaktı.
Ne gidilen istikamet, istikamet… Ne gidilen yol, yol…
O yüzden Allah azze ve celle demiyor mu?
“Fe Eyne Tezhebun – Bu Gidiş Nereye?”
Yapılması gereken bu belirsiz yolculuğumuzu hayra çevirip kendimizi ıslah edip yaradanımıza tövbe ile yanaşırsak, inanın hem bu dünya gemisinde hem de sonsuz ahiret yurdunda mutlu olacağız.
Gel gör ki insanların çoğu bu belirsiz dünya gemisinde, umursamaz bir şekilde yaşamakta. Ey insanoğlu! Bu gidiş nereye? Seni, akıbeti hüsran ile neticelenecek bir son beklemekte.
Keşke insan, yeryüzünde yaratılış fıtratı üzere yaşayabilse. İşte o zaman ne fesat olur ne de fitne.
Yerin ve semavatın tek ve mutlak ilahı olan Allah'ı bırakıp sahte tanrılar icat eden insanoğlu, yeryüzünde haliyle bozgunculuk çıkarıyor. Para ilahı ayrı, güç ilahı ayrı, yönetim ilahı ayrı, belâm ilahı zaten ayrı. Hal böyle olunca, yaşanılan yer kirleniyor, toplumlar kirleniyor, insanlık kirleniyor. Sahte tanrılar, insanların üzerindeki tahakkümlerini artırmak için, kendilerine inanan kitleleri gözyaşlarına bakmadan sömürüyor, aç bırakıyor, hapsediyor, işkence ediyor ve köle gibi çalıştırıyor.
Allah: “İki ilâh edinmeyin. Şüphesiz ki O, yalnız tekbir ilâhtır, sadece Benden korkun” dedi. Göklerde ve yerde olan her şey, yalnız O’nundur. Din de daima yalnız O’na aittir. O halde, Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz? Sizde ne nimetler varsa Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda, yalnız O’na yalvarıp yakarırsınız. Sonra sizden o zararı giderdiğinde içinizden bir fırka, hemen Rablerine ortak koşarlar. (Nahl Suresi 51-54)
Meçhule doğru sürüklenen bu Türkiye gemisini durduracak aslında birçok formül mevcut. İlk önce gemidekiler, Yunus (as)’ın kavminin yaptığını yapıp tövbe etmeli. Geminin kaptanı dâhil tüm mürettebat ve yolcular şirkten azade olmalı. Geminin içindeki mü'minler boş durmamalı, güzel bir örneklikle, mevcut duruma odaklanıp davet çalışmalarına hız vermeli. Zenginler, kendilerine verilen rızıkları Allah’ın rızasını kazanmak için, fakirler, yetimler, yoksullar ve ihtiyaç sahipleriyle paylaşmalı. Geminin kaptanı Allah'ın emriyle hareket etmeli, geminin içindeki putları kırmalı, diğer ülke gemilerinde yaşayan insanlar, bizdeki bu güzel Müslüman örnek modelini görmeli.
Yüce Allah, Musa (as)’ı firavuna niye gönderdi?
Firavun o dönem Mısır'da yaşayan insanların Rabbi olduğunu iddia ediyordu. Peki, neye dayanarak rablik iddiasında bulunuyordu? Ekonomik gücüne, askeri gücüne ve belam (diyanet) gücüne güvenerek, kendisini hâkimiyetin sahibi ve mutlak otoritesi görüyordu. Ancak bir şeyi göremiyordu; Allah'ın gücünü! Maalesef hem beyni hem de inandığı ve yaşadığı hayat virüslüydü. Haliyle kendisine iktidar virüsü bulaşmıştı, saltanat virüsü. Halkına da kölelik virüsü bulaştırmıştı. Allah azze ve celle tedavileri ayaklarına kadar göndermişti.
Musa (as)’ı…
Ancak bir kere beyinlerine virüs bulaşmıştı. Aşağılık damgası vurulmuştu. Allah onları zilletten kurtarıp izzetli kılmak istiyordu. Ancak izzetli olmayı kabul etmediler, tedaviye cevap vermediler.
Firavun ve avanesi, virüsleriyle beraber helak olup cehennemi boyladılar. Kölelerden ise, iman tedavisine çok azı dışında cevap veren olmadı. Cevap vermeyenler inançsızlık virüsü ile aşağılık maymun olup gittiler. Bugün o aşağılık maymunların torunları Siyonistler, insanlığın şeytanı oldular. Fitne ve fesat üretmeye hala devam ediyorlar.
Bugün de, korona virüs insanlığı tehdit ediyor. Adeta haykırıyor: “Dünyayı hor kullandınız. Üstünüzdeki beden size ait değilken dahi onu hoyratça harcadınız. Bu fani dünyada misafir olduğunuzu unuttunuz. Helâl-haram demeden ömür sermayesini tükettiniz. Beni siz çağırdınız, geldim. Göndermek de sizin elinizde. Bana kızmayın, kendinize kızın, bu dünyada misafir olduğunuzu sadece hatırlatmaya geldim. O yüzden kendinize geliniz. Kendinize geldikten sonra da Allah’a geliniz ki, ben de sizi bırakayım.”
“Tevbeye ve ıslaha yönelmezseniz eğer, çok büyük sıkıntılar sizi bekliyor” diyor virüsün dünyadaki hali Kovid19. Bir de ekliyor; “Eğer böyle devam ederseniz ahirette de “Cehennem19” sizi bekliyor, haberiniz olsun” diye bas bas bağırıyor!
O yüzden dünya gemisi meçhule gitmeye devam edecek, vakti gelenin ise tek tek ölüm meleği canlarını alacak ve gideceği yolun geri dönüşü hiç olmayacak.
Ya Cennet ya Cehennem…
Tercih senin ey İnsanoğlu…