04-10-2008 16:02

Kullukta süreklilik

Akıp giden zaman içerisinde kulluk ve onun gereği olan ibadetlerin de kesintisiz ve noksansız devam etmesi gerekir. Mü’min, emanet olarak verilen hayatın, hiç ara vermeden tükendiğini unutmamalı ve kulluğun ebediyete uzanan çizgide sürekli devam etmesi gerektiğini aklından asla çıkarmamalıdır.

Kullukta süreklilik

Kerim Buladı / Umran Dergisi

İbadet, Allah’a tazim ve saygı göstermek ve O’nun bize verdiği sayısız nimetlere karşı şükran borcunu yerine getirmektir. İnsanı yoktan var eden ve ona hayat nimetini ihsan eden Allah’tır. İnsanın kendisine lütfedilen sayısız nimetlere karşılık, Allah’a minnet duyması, O’na bağlanması, O’nun emir ve yasaklarına riayet etmesi kulluğunun gereğidir. Buluğ çağından itibaren başlayıp, hayat emanetinin teslim edilmesine kadar devam etmesi gereken bu görev, sadece belirli günlere, saat ve dakikalara bağlı değil bilakis bütün hayatı kapsamaktadır.

Allah’a kulluk için yaratılan ve kısa bir müddet dünyaya gönderilen insan, çeşitli yönlerden imtihana tabi tutulmakta ve kulluk yapıp yapmadığı konusunda sınanmaktadır. Bu sınanma, hayatının her dakika ve safhasında sürekli olarak devam etmektedir. Bu çerçevede insanın durumunu ve görevini şöyle özetlememiz mümkündür:

İnsanın Yaratılış Gayesi Kulluktur

Kur’ân-ı Kerim’in çeşitli âyetlerinde insanın yaratılış gayesi anlatılmaktadır. “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”[1], “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?”[2] “Sizi sadece boş yere yarattığımız ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?”[3], “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize Kulluk ediniz...”[4] gibi âyetler, insanın sorumlu ve mükellef bir varlık olduğunu ifade etmektedir. Mü’minler, kıldıkları farz ve nafile namazlarının her rekatında “(Rabbimiz!) Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım isteriz”[5] diyerek her gün kulluğunu itiraf etmekte, ikrarlarını yenilemekte ve ibadet hazzı ile yaratılış gayelerini hatırlamaktadırlar.

Merhum Muhammed Hamdi Yazır’ın ifadesiyle müminin, her gün “Kainatta ben Allah’tan başkasına hürriyetimi veremem ve ancak O’na ve O’nun emrine boyun eğerim. İtaat etmeyi sever, isyandan nefret ederim, İyiliğe koşar, kötülükten sakınırım, iyiliğin başını da hakta bilirim. Allah’ın emrine uymayan, Allah hesabına  yapılmayan hiçbir şeye ölürüm de baş eğmem. Çünkü ben yoktum, O beni var etti ve terbiye edip bana hürriyet verdi. Bu can, bu vicdan ve hürriyet bende O’nun emanetidir. Bunu yapan isterse sonsuz defalar daha yapabilir. Bundan dolayı O’nun yolunda her şeyi feda ederim. İstediği zaman yapabileceği, alacağı canımı da feda ederim. İstediği zaman yapabileceği dünyayı da feda ederim. Bu uğurda acılara katlanır, iyilik ve hastalıklara göğüs gererim. Katlanamaz, geremezsem ölürüm. O’nun emri, zaten öleceğim. Ölürsem de böyle imanla, böyle bir dostlukla ölürüm. Başlangıcım toprak, sonum toprak olur. Allah’tan gelir, Allah’a giderim. İşte ben Allah’ın böyle bir kuluyum...” diyebilmesi ve buna içten bağlanması ne kadar büyüktür. İnsan için bundan daha büyük bir kuvvet, bir yücelik nasıl düşünülebilir?[6]

1- Kullukta Süreklilik Esastır

Kulluk, süreklilik ister. Kullukta inkıta yoktur. Devamlılık onun temelidir. Bu açıdan kullukta tatil, izin, ara verme, istirahat gibi dünyevi işlerde görülen kavramlar yoktur. Ancak kullukta, insanın fıtrî özelliklerine, sağlık durumlarına ve hayat şartlarına göre özel kurallar ve ruhsatlar vardır. İnsan, erginlik çağından, ruhunu teslim edinceye kadar Allah’a kulluk yapmakla mükelleftir. Aşağıda sunacağımız âyet, kullukta sürekliliğin esas olduğunu Resûlüllah (s.) in zatında açıkça ifade etmektedir:

“Onların söyledikleri yüzünden senin canınını sıkıldığın andolsun biliyoruz. Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol! Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine İbadet et.”[7]

Müşrikler, Hz. Peygamberi deli[8], şair[9]; kâhin[10]; sihirbaz[11] ve Kur’ânı da şiir[12] ve evvelkilerin masalı[13] diyerek sözlü tacizde bulunuyorlardı. Hz. Peygamber de onların bu çirkin iftiralarına üzülüyordu. Çünkü o da bir insandı. Onun da duyguları ve hassasiyetleri vardı. Onun da insan olması hasebiyle ağlamaya, gülmeye, neşelenmeye, üzülmeye, kederlenmeye hakkı vardı. Bu özellikler, bir zafiyet ve göreve karşı bir bıkkınlık değildir. Allah, yukarıda anlamlarını verdiğimiz âyetlerde Resûlünü teskin etmiş, onun gönlünü almıştır. Ayrıca “onlar, ne yaparlarsa yapsınlar, hangi hakarette bulunurlarsa bulunsunlar, seni ne şekilde incitirlerse incitsinler yılgınlık gösterme, tebliğ görevine devam et. Kulluk görevini ihmal etme. Secde edenlerden ol. Ölünceye kadar bana kulluk et” anlamında Hz. Peygamber’den ve ona tabi olan herkesten de aynı tarzda kulluğa devam etmelerini talep etmiştir.

2- İbadetlerin Devamlılığı Esastır

Kulluk görevi süreklilik arz ettiğine göre, amellerde de devamlılık söz konusudur. Gerek Kur’ân’da[14] ve gerekse hadislerde[15] insanın bütün ömür dakikalarından hesaba çekileceği, verilen hayat nimetini nasıl ve ne yolda tükettiği ve harcadığının sorulacağı beyan edilmektedir. Kur’ân’da, ibadetlerin başı olan namaz konusunda “Namazlara devam edin...[16] buyurulmaktadır. Yine Kur’ân’da mü’minlerin özellikleri şöyle anlatılır: “ Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir. Onlar, namazlarında huşu içindedirler... Yine onlar, namazlarına devam ederler.”[17] “Onlar, namazlarına da devamlıdırlar:”[18] Bunlar ve benzeri âyetler ibadette devamlılığın esas olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamberimizin amellerin devamlılığı konusundaki uygulamaları ve sözleri de bu izahımız teyit etmektedir. Alkame (r.a) şöyle rivayet eder. Mü’minlerin annesi Aişe’ye sordum ve şöyle dedim: “Ey mü’minlerin annesi! Resûlüllah (s.)’ın ibadeti nasıldı? Günlerden birine tahsis ettiği bir şey olur muydu?” Bunun üzerine Aişe (r.a) bana şu cevabı verdi: “Hayır! Onun ameli devamlıydı. Resûlüllah (s.)’ın güç yetirip yaptığı şeye, sizin hanginiz güç yetirebilir?”[19] Yine Hz. Aişe’nin anlattığına göre Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Allah indinde amellerin en makbulü az da olsa devamlı olanıdır.”[20]

Görüldüğü gibi ibadetlere devamlılık teşvik edilmiştir. Devamlı surette yapılan ibadetlerin az da olsa ara sıra yapılan ibadetten hayırlı olduğu anlaşılmaktadır. Zira devamlı bir şekilde yerine getirilen ibadet, az bile olsa Allah’a itaati, bağlılığı ve O'nu hatırlamayı ifade eder. Bu açıdan devamlı yapılan bir ibadet, devam etmeyen çok amelin kat kat önüne geçer.

Farz ve vacip olan ibadetlerde (namaz, zekat, oruç, kurban vb.) kesinti söz konusu olamaz. Bunların miktarları ve vakitleri kesin olarak tayin edilmiştir. Ayrıca revâtip (bir tertip ve düzen içinde beş vakit farz namazları ile birlikte ve belli devamlılık içinde kılınan) sünnetlerde de süreklilik esastır. Dolayısıyla azlık-çokluk bu ibadetler için söz konusu olamaz. Azlık-çokluk ancak bunların dışında tatavvû (gönüllü) olarak yapılan ibadetlerde mevzu bahistir. Bir mü’min bu konuda prensip sahibi olmalı, gönüllü olarak ifa edilen ibadetlere de kendisini azar azar alıştırmalı ve devamlılık prensibini uygulamaya çalışmalı ve nefsini bu yönde de terbiye etmeye gayret etmelidir.

Aişe validemizin anlattığına göre Hz. Peygamberimiz, ayakları şişinceye ve patlayacak dereceye gelinceye kadar namaz kılardı. “Geçmiş ve gelecek günahların bağışlandığı halde, kendine bu şekilde niçin zahmet veriyorsun” sorusuna Hz. Peygamber, “Şükreden bir kul olmayayım mı?” diyerek cevap vermiş ve yaptığı bu uygulamanın kulluğun bir şükranesi olduğunu ifade etmiştir. [21]

Bütün bu açıklamalar, kulluğun sadece belli günlere tahsisinin uygun olmadığını göstermektedir. Allah Teâlâ’nın Ramazan ayı, kadir gecesi, Cuma günü, seher vakti gibi kıymetli, rahmetinin ve bağışlamasının bol olduğu günleri tahsis etmesinin sebebi, mü’minlere olan engin rahmetinin sonucudur. Allah Teâlâ’nın diğer günleri de kulluğun yerine getirilmesi, ibadetlerin ifa edilmesi için önemli ve anlamlıdır. Akıp giden zaman içerisinde kulluk ve onun gereği olan ibadetlerin de kesintisiz ve noksansız devam etmesi gerekir. Mü’min, emanet olarak verilen hayatın, hiç ara vermeden tükendiğini unutmamalı ve kulluğun ebediyete uzanan çizgide sürekli devam etmesi gerektiğini aklından asla çıkarmamalıdır.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Zâriyât, 51/56

[2] Kıyâmet, 75/36

[3] Mü’minûn, 23/115

[4] Bakara, 2/21

[5] Fatiha, 1/5

[6] Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, 1971, I, 103

[7] Hicr, 15/97-99

[8] Hicr, 15/6; Şuarâ, 26/27; Sâffât, 37/158; Duhân, 44/14; Zâriyât, 51/39, 52; Tûr, 52/59; Kalem, 68/2, 51; Tekvîr, 81/22

[9] Enbiyâ, 21/5; Sâffât, 37/36; Tûr, 52/30

[10] Tûr, 52/29; Hâkka, 69/42

[11] Zâriyât, 51/39, 52; Furkân, 25/8

[12] Yâsîn, 36/70

[13] Furkân, 25/25

[14] Bkz. Bakara, 2/284; Ankebût, 29/3

[15] Tirmizî, Kıyâmet, 1

[16] Bakara, 2/238

[17] Mü’minûn, 23/1, 2, 9

[18] Meâric, 70/284

[19] Buharî, Savm, 64, Rikâk, 18; Müsâfirûn, 217; Ebû Dâvûd, Tatavvû, 27; Ahmed b. Hanbel, IV, 109

[20] Buharî, Îman, 32; Rikâk, 18; Müsafirûn, 216, 218; Münâfikûn, 78; Ebû Dâvûd, Tatavvû, 27; Nesâî, Kıyâmü’l-Leyl, 19; İbn Mâce, Zühd, 28; Ahmed b. Hanbel, V, 219; Nesâî, Kıble, 13;

[21] Buharî, Teheccüd, 6; Müslim, Münâfikûn, 79-81; Nesâî, Kıyâmü’l-Leyl17; Tirmizî, Salât, 187

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !