Nihat GÜÇ

30 Eylül 2020

KUR'AN-I KERİM'İ DOĞRU ANLAMAK -1-

Abdullah ile Sait dini konular üzerinde sürekli konuşan ve bilgi alışverişinde bulunan samimi iki arkadaştırlar. Birbirlerini uyarmakta, birbirlerine yol göstermekte samimidirler. Fikir teatisinde bulunurlarken birbirlerine asla kızmazlar. Karşılıklı oturur muhabbet eder bildiklerini ortaya sermeye çalışırlar. 

Sait muhabbetin en can alıcı noktasında konuya direk dalarak: "Kur'an'ı Kerimi yanlış anlıyorsun" dedi. Bunu söylerken sert bir üslup kullandığından habersizdi. Abdullah bu söylem karşısında kızmadan, köpürmeden: "Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür." (Taha/44) ayeti gereği yumuşak bir üslup kullanmayı tercih etti:

"Neyimi gördün? Kur'an'ı iye yanlış anlıyorum ki?" dedi.

"Kur'an-ı Kerimi kendini kasarak anlamaya çalışıyorsun. Bu durum seni yanlışa sevk ediyor. Kendini kasma, relaks ol"

"Anlamak için kendimi kasmıyorum. Ancak bir ayeti veya bir sureyi anlamak istediğimde o ayet ve sure ile ilgili en az üç tefsirden yapılan açıklamaları ve yorumları okuyorum. Orada var olan rivayetleri, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'e ait olan hadisleri, Peygamber Efendimizin dizinin dibinde ilahi mesajla yetişmiş ve ölümüne bağlı olan sahabenin bu konudaki görüşlerini bellemeye ve hafızama kaydetmeye çalışıyorum. Malumunuz bazı ayetler, bazı olaylara binaen nazil olmuştur. Bir çok ayet böyledir. Buna "Sebeb-i Nüzul" denir. Bir ayetin inmesine neden olan olayı tam manasıyla bilmezsek ayetleri anlamada sıkıntı yaşayabiliriz. Ya da ilgili olan konudan uzaklaşabiliriz. İlgili rivayetleri öğrendikten sonra durup 'bu ayet bana ne diyor ve ben bu ayetten ne anlamalıyım?' diyerek üzerinde düşünüyorum, tefekkür ve tedebbür ediyorum. Hatta okuduğum her ayeti 'günümüzle nasıl ilişkilendiririm' diye yorumlamaya çalışıyorum. Bunun yanlış olduğunu düşünmüyorum. Ayetleri anlamaya çalışırken böyle davranmazsam asıl o zaman yanlış yaparım. Belli bir kritere uygun davranılmadığı vakit herkesin kafasında farklı bir Kur'an-ı Kerim oluşur. Halbuki Kur'an-ı Kerim dünyada yaşayan bütün insanlar için indirilmiş bir tane kitaptır. Emir ve yasakları yerine getirmek için kendisini okuyan insanları ortak bir noktada birleştirme gibi bir özelliğe de sahiptir. Şayet okuyanlar ortak bir noktada birleşemiyorlarsa farklı okumalarının ve farklı anlamalarının veya farklı bir yaklaşımın eseridir. Peki iddia ettiğiniz gibi ayetleri doğru anlamam için ne yapmalıyım?" diye bir soru sordu Abdullah.

"Öncelikle Kur'an ayetleriyle ilgili yapılan şu yorumları bir kenara bırakmalısın. Tefsir kitaplarına da asla dokunma. O yorumlar birilerinin düşünceleri. Tarihte kaldı hepsi. Bu konuyla alakalı olarak sana bir de tavsiyem olacak." diye cevapladı Sait.

Abdullah: "Buyurun! Sizi dinliyorum." dedi.

"Sosyal medyada her gün paylaşmaya çalıştığın şu hadisleri de mutlaka diskalifiye etmelisin. İtibar etme onlara ve bu işe de hiç karıştırma. Zaten bu rivayetlerin hepsi Emevilerin uydurmalarıdır. Onlar senin düşüncelerinde birer pranga. Kır o ağırlık yapan köstekleri. Ayetler üzerinde özgür düşün. Kendin ol, bu konuda başkasına öykünme." dedi Sait.

"Değerli abim! Emevilerin uydurması diyorsun da bu konuda müsaadenizle size bir soru sormak istiyorum. Emeviler devletini kimler yıktı."

"Abbasiler yıktı." 

"Evet! O halde Emevilerin tarihini yazan ve bize ulaştıranlar da Abbasilerdir. Abbasiler olmasaydı Emevilerden bize intikal eden bir şey de olmazdı. Yani "Emevi uydurması da aslında bir uydurmadır." Neyse bu konuya fazla girmeyelim isterseniz." dedi Abdullah. 

"Evet, bu konuya girmeyelim. Şimdiden sonra kimseye bir fayda da sağlamaz? Ama bu atalarının dinini de bırakmalısın. Hani Allah 2/170'te: "Onlara “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler."  buyuruyor ya. Ben de sana 'bırak bu atalarının dinini Allah'ın dinine gel' diyorum."

Kur'an'-ı Kerimin Allah'a şirk koşan müşrikler için kullandığı; "atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" söyleminin nasıl da Müslümanlar için pervasızca kullanıldığına şahit oluyordu. Abdullah konuşmasına şöyle başladı: "Değerli abim. Halbuki Hac suresi 78. ayetinde de: "Babanız İbrahim’in dinine uyun."  ilahi fermanıyla karşılaşıyoruz. Buna ne diyeceğiz? İnsan bilgi ve teslimiyetten uzak olunca gördüğü her elifi mertek sanır. Ayetleri bağlamından kopararak isteğe göre manalandırılmasına üzülüyorum. Ayetleri ayetlerle vuruşturmak, savaştırmak, karşı karşıya getirmek şahsen hiç hoşuma gitmiyor. Ancak ben salt bir ayete bakarak ya da hiçbir tefsire ve yoruma bakmadan sadece bir mealden hüküm çıkarmanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Ben de size yorumuna bakmadan yaptığınız gibi şu ayeti zikredeyim: “Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum." (Yusuf/38) ayetinde de atalarımızın dinine uydum diyor. Hz. Muhammed (s.a.v.)'den rivayet edilen hadisleri ve Kur'an ayetleri ile ilgili yapılan tefsirleri bir kenara ittiğimiz zaman kendimizi onların yerine koymuş olmaz mıyız? Salt bir şekilde meale baktığımızda yukarıda verdiğimiz ayetler arasında sanki bir çelişki var gibi gelir. Ama aslında değil bu iki ayette, kitabın hiçbir yerinde hiçbir çelişki yok. Bize lazım olan tek şey ayetlere doğru bir yaklaşım sergilememiz." 

"Evet! Ben de bu işleri doğru yapılmadığını düşünüyorum. Kimin ne düşündüğü beni ilgilendirmiyor. Bana ne bilmem kimin yorumundan. O yorum onun düşünceleridir. Benim aklım var, aklımı kullanmam gerekmez mi? Bir çok ayette Yüce Allah: 'Akletmez misiniz?' diyor. Benim aklım yok mu? Başkasının aklıyla hareket edemem. Kendim okurum ve ne anladıysam ona göre yaşarım." dedi Sait. 

Abdullah kendi kendine, Arapçayı hakkıyla bilmediği halde ayetlerden nasıl hüküm çıkarılacağı konusunda düşünmeye başladı. Ama bir sonuca varamadı. Nihayet Sait'e dönerek: 

"Peygamberden bugüne gelmiş birikimi, bütün bir geçmişi bir seferden sileceğim, ayetler ile ilgili yapılan bütün çalışmaları bir çırpıda yok edeceğim. Ve doğru dürüst bir birikimi olmayan şahsımı, o asırların birikiminin yerine koyacağım. Aklımı ilahlaştıracağım. Her şeyin bir yolu bir yöntemi varken ayetleri anlamanın bir yolu, bir yönteminin olmadığını da iddia edeceğim. Ve ayetleri istediğim gibi anlamaya ve yorumlamaya çalışacağım. Arap kültürü adı altında bir çok unsuru yok sayarak hayatıma, yaşadığım dünyaya ve siyasi düşünceme uygun bir şekilde evirip çevireceğim. Böyle yaparsam doğru mu yapmış oluyorum?" 

"Evet, doğrusu bu." dedi Sait atılarak.

"Peki, bunun dışında ayetleri anlamak için bana bir yol, bir yöntem gösterebilir misin?" 

"Ayetleri anlamanın bir yolu, bir yöntemi yok. Allah bizler için ayetleri kolaylaştırdıkça kolaylaştırmış zaten. Öncelikle yapacağın tek şey eline bir meal almandır. Ne yazıyorsa o. Ne diyorsa o. Hatta okuduklarından ne anlıyorsan işte Kur'an odur." dedi Sait.

Abdullah'ın aklına bir ayet geldi: "Size bir ayet okumak istiyorum müsaadeniz var mı?"

Sait: "Elbette! Sizi dinliyorum." deyince "... Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir..." (Al-i İmran/7) Burada zikredilen müteşabih ayetlerden kasıt ne?"

"Şimdilik o konuya girmeyelim." dedi.