Şükrü HÜSEYİNOĞLU
KUR'AN KARŞISINDA BİR POSTMODERN GÜRÜLTÜ: GÖRECELİLİK İDDİASI
Kur'an mesajının ilk muhatapları arasında yer alan Mekke müşrikleri, Kur'an'la ilgili “Bu sadece bir insan sözüdür” (1), “Bu uydurmadan başka bir şey değildir” (2), “Bu Kur’an onun uydurduğu bir yalandır, bir topluluk da bu hususta kendisine yardım etmiştir” (3), “Bu bir büyüdür” (4), "Karmakarışık rüyalardır” (5), “Ona bir adam öğretiyor” (6), “Evvelkilerin satırları / masallarıdır” (7), “İstesek biz de bunun aynısını söyleyebiliriz” (8) gibi inkâra yönelik iddialarda bulundukları gibi, Kur'an mesajının Mekke toplumunda makes bulmasını engellemek amacıyla o okunduğunda gürültü yaparak (9) mesajın duyulmasına engel olmaya çalışmak gibi filli müdahalelerde de bulunmuşlar, "Bize bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir" (10) gibi uzlaşmacı teklifler de gündeme getirmişlerdir.
Allah Rasulü (s), tüm bu yalanlama, karalama ve engelleme çabalarına karşılık, Rabbinden kendisine vahyedileni açık bir şekilde tebliğ etmekten geri kalmadığı gibi, mesajı Mekke statükosuyla çatışmayacak şekilde eğip bükmesi talebine de, yine bizzat mesaj sahibinin direktifiyle şu şekilde cevap vermişti: “…Onu kendiliğimden değiştiremem. Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Rabbime isyan ettiğim takdirde, büyük bir günün azabından korkarım.” (11)
Rabbimizin insanlığa son çağrısı, dünya ve âhiret saadeti için insanoğluna bildirdiği son hidâyet kılavuzu, hayat kaynağı Kur’an’a yönelik Mekke müşriklerininkine benzer yalanlama, karalama ve engelleme çabaları da, yine onlarınkine benzer şekilde onun mesajını saptırma girişimleri de bugün hız kesmeden devam etmektedir. Tek bir farkla ki, bugünün cahiliyesi, tüm bunları Mekke cahiliyesine göre daha sofistike yöntemlerle, daha estetik biçimlerde yapmaktadır. Modernizm ve ardından da postmodernizm gibi tüm insanlığı etkisi altına alan algılama biçimleri üretmiş bir cahiliye türünün, Mekkeli müşrikler gibi kaba gürültüyle bir mesajı boğma girişiminde bulunmaları beklenemezdi! Zira aynı şeyi daha estetik yöntemlerle yapmak mümkündü!
İşte bu yazımızda konu edinmeye çalışacağımız ve “Herkesin Kur’an’dan anladığı kendine!” şeklinde özetlenebilecek olan “Kur’an’ı anlamada görecelilik” iddiası, Kur’an mesajına ve onun bağlayıcılığı, furkan oluşu / ayrıştırıcılığı, red ve inşa edici oluşuna karşı tam tamına postmodern bir gürültü biçimini ifade etmektedir. Tıpkı Batıda, doğrudan Rabbani bir hitap olmak yerine o hitabın muhatabı bir peygamberin (Hz. İsa) hayat hikâyesi ve sözleriyle ilgili rivayetlerin toplandığı mevcut İncilleri anlayıp yorumlamak için üretilmiş olan hermenötik, tarihselcilik, evrenselcilik gibi Batı menşeli yaklaşım biçimlerini Kur’an’a uyarlamaya çalışmanın da birer nevzuhur gürültü biçimleri oluşu gibi…
Bilindiği gibi Batı aklı, 18. asırdan 20. asrın ortalarına kadar kendisini hakikatin temsilcisi olarak gördü. İnsanlığı bu “hakikate” dâvet etmenin ötesinde, kendisini insanlığa dayatmaya çalıştı. Adına “modernizm” denen bu diktacı yaklaşım 20. asrın ortalarında tıkanıp işlerliğini kaybedince de, bu kez “suyu bulandırma ve bulanık suda balık avlama” yöntemi olarak “hakikatin çokluğu ve göreceliği” iddiasına dayanan postmodern anlayış tüketime sunuldu.
Batı aklı böylece hakikate karşı “Ya benimsin, ya toprağın!” anlayışında olduğunu göstermiş oluyordu. Hakikatin Batı aklının ta kendisi olduğu iddiasını öne süren ve bunu tüm insanlığa dayatan modernizmin tıkanması karşısında, “Tek bir hakikat diye bir yoktur. Hakikat görecelidir” ölçüsüzlüğünün vizyona konulması başka nasıl izah edilebilir?
Başında beri kendisini, insanlık için yegâne hidayet rehberi durumundaki Kur’an mesajına kapatmış, vahye karşı inatçı bir zorba olarak sırt çevirmiş bulunan ve herkesi bağlayıcı ortak bir kaynağa iman etmeyen Batı aklının bu tür felsefi arayışlar içinde bocalamasını, insanlar hakikat yolculuğuna çıkmasınlar diye onların önüne seçenek üzerine seçenek koyma, engel üzerine engel çıkarma telaşında olması anlamak güç değil. Güç olan, güneşi ellerinde bulunduranların, bizatihi kendi elleriyle o güneşin ışığını belirsizleştirmeye, karartmaya kalkışmaları, bu yönde Batılı merkezlerde üretilen tezlere sahiplenip onlara ortaklık etmeye yönelebilmeleridir.
Apaçık bir kitap olarak (12) hakla bâtılı birbirinden kesin çizgilerle ayırmak için (13) Rabbimiz tarafından inzal olunan Kur’an, bağlayıcı ve ayrıştırıcı bir hayat kaynağı olmaktan çıkarılarak, adeta bir felsefe kitabı, bir akademik tartışma kaynağı konumuna düşürülmeye çalışılmaktadır. Ne yazık ki bu konuda epey mesafe de alınmış görünmektedir.
Bu cümleden olarak “Herkesin Kur’an’dan anladığı kendine!” mantığı, Müslümanlar arasında o kadar etkili olmaya başladı ki, artık herhangi bir konuda Kur’an’a atıf yapmak veya Kur’an’ın ölçülerini hatırlatmak, dayatmacılık ve diktecilik olarak yaftalanır oldu. Gündeme gelen bir konu hakkında Kur’an’ın ölçülerini hatırlatmak istediğinizde, bazı muhatapların gündeme getirilen âyetlerin mesajları üzerinde müzakere etmek yerine hemen söz konusu postmodern reflekse yönelip, “O sizin yorumunuz” diyerek işin içinden çıkıverdiğini görüyorsunuz.
Rabbimizin “Hablullah” olarak niteleyip topluca sarılmamızı emrettiği (14) Kur’an’ın, Müslümanların ortak referansı olma özelliği ve bağlayıcılığı, söz konusu yaklaşımla zayıflatılıyor, etkisiz ve işlevsiz hale getiriliyor.
Bilindiği üzere bugüne dek Kur’an mesajının önündeki engel daha çok geleneksel din anlayışlarından kaynaklanan “Kur’an’ı herkesin anlayamayacağı” şeklindeki yaklaşımdı. Çoğu zaman muhatabınıza Kur’ani bir ölçüyü hatırlattığınızda, herhangi bir konuyla ilgili bir âyet-i kerimeyi referans gösterdiğinizde “Biz anlamayız, hocalar anlar!” mahiyetindeki tepkilerle karşılaşırdınız.
Bu anlayış şimdilerde büyük ölçüde aşıldı. Düne kadar Kur’an meâli okumayı sapma sebebi olarak gören birçok geleneksel anlayış sahibi çevre şimdi meâl okumayı teşvik eder duruma geldi. Artık Kur’an mesajının önündeki en güçlü engel, geleneğin “Kur’an’ın anlaşılmazlığı” iddiası değil. Onun yerine, ölçüyü, postmodernizmin “hakikatin göreceliği” ölçüsüzlüğünde arayan, vahyin net ve apaçık ölçüleriyle modern ve postmodern kuramlara yaklaşmak yerine, söz konusu kuramlarla vahye yaklaşmayı yeğleyenlerin flulaşmış zihni algı ve duruşları Kur’an mesajının önüne dikiliyor.
Mesele öyle bir hal aldı ki, artık Müslümanlar arasında bile Kur’ani ilkeleri gündeme getiremez olduk. Herhangi bir konuda Kur’an’dan bir âyet okuduğunuzda “kendi yorumunu herkese dayatmak” gibi ithamlarla karşılaşıveriyorsunuz. Kısacası, aynı Kitab’a iman ettiğiniz bir insana o Kitab’dan bir ölçüyü hatırlatmanın alabildiğine zorlaştığı bir dönemden geçiyoruz.
Kur’an nasıl bir kitaptır?
Kur’an’dan bîhaber olarak, Batı kültürünün enstrümanlarını ele alıp, Kur’an’a rağmen Kur’an hakkında konuşan ve yazıp çizenlerin, Batılı ve Batıcı akademisyenlerin modern ve postmodern ön kabullerle Kur’an’ı tanımlamaya ve yorumlamaya kalkışmasını anlayabiliriz. Fakat Kur’an’ı okumuş, onunla hemhal olmuş, dolayısıyla Kur’an’ın özelliklerini bilmemeleri düşünülemeyecek kimi Müslüman yazar-çizerlerin kalkıp, Kur’an’ı Kur’an’a rağmen tanımlayan, Kur’an mesajını modern ve postmodern gürültülere boğdurma gayreti içerisinde olan Batılı ve Batıcı oryantalistlerin ardı sıra yürümesini asla anlayışla karşılayamayız, mazur göremeyiz.
Kur’an mesajını, rölativizmin kör kuyusunda işlevsizleştirmeye matuf postmodern gürültülere karşı durmak yerine, bu gürültülere bilinçsizce ses katan bu insanlar, Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğuyla ilgili onca âyeti nasıl gözden kaçırabilirler? Kur’an’ın apaçık oluşu (15), kolaylaştırılmış oluşu (16), açık ve açıklanmış bir kitap oluşu (17) ve furkân (hakla bâtılı ayıran) oluşu (18) ile postmodern ölçüsüzlüğün “hakikatin göreceliği” anlayışının bir uzantısı olan “Herkesin Kur’an’dan anladığı kendine” anlayışını telif etmek mümkün müdür?
Herkesin farklı anlamasına müsait bir kitap nasıl bağlayıcı olabilecek, hakla bâtılı nasıl birbirinden ayıracak ve insanlar arasında hakem olabilme rolünü nasıl oynayacaktır? Kur’an herkese aynı anda aynı şeyi söyleyen, içinde çelişki bulunmayan, kendisine iman edenlere tefrikaya düşmeyi yasaklayan (19) inşa edici bir kitaptır. Bir felsefe kitabı veya akademik kaynak gibi tartışılsın, etrafında beyin fırtınaları yapılsın diye değil, Âlemlerin Rabbi tarafından, anlaşılsın ve hayata hâkim kılınsın diye inzal olunmuştur. Dolayısıyla Kur’an’ın, mezhebî, meşrebî, kavmî vs önyargılardan arınmış olarak muttaki bir yönelişle kendisine yönelenleri, farklı istikametlere sevk etmesi düşünülemez.
Tabii ki Kur’an’ın kimi âyetleri Müslümanlar arasında farklı anlaşılıp yorumlanabilecektir. Sahabe arasında bile zaman zaman âyetleri anlama konusunda farklılıklar ortaya çıkmış, ancak Allah Rasulü’nün (s) devreye girmesiyle ortak anlama ulaşılmıştır. Bakara Sûresi 195. âyette geçen “Kendinizi tehlikeye atmayın” ifadesinden neyin kastedildiği konusunda sahabe arasında yaşanan tartışma buna örnek olarak verilebilir. Fakat bu durum Müslümanları farklı istikametlere yöneltecek bir yorum ve anlayış farkına yol açmamış, birtakım yorum farklılıkları, Kur’an’ın muhkemiyatı ışığında ve Allah Rasulü’nün hayatta iken doğrudan, vefatından sonra ise sünnetinin öğreticiliği ışığında ortak İslami aklın işletilmesiyle çözüme kavuşturulmuştur. Ta ki Kur’an dışı etkileşimler başlayana dek…
Bugün, Müslümanların 14 asırlık kültürüne ve bugünkü durumlarına bakıp, ortaya çıkmış olan farklılıkların faturasını Kur’an’a çıkarmak son derece yanlış bir okuma ve büyük bir haksızlıktır. Müslümanlar arasındaki mevcut iftilafları, tarihsel süreçte belirleyen olmaktan çıkarılıp önemli ölçüde belirlenen bir konuma mahkûm edilen Kur’an’a fatura etmek, eli ayağı bağlanmış bir kişiyi o haliyle cinayet işlemekle itham etmekten farksızdır.
Harici yaklaşım ile postmodernizm arasında
Kur’an’a yaklaşımımızı belirleyen, yine Kur’an’da Rabbimizin Kur’an’a dair yaptığı tanımlamalar ve ona nasıl yaklaşılması ile ilgili ölçüleri olmalıdır. Farklı kültürlerin metinlerini anlama ve yorumlama ihtiyacıyla üretilmiş yöntemleri kalkıp Rabbani bir hitap olan Kur’an’a uyarlamaya çalışmak son derece yanıltıcıdır. Kur’an’ı nesneleştirecek, onun hayatı inşa eden belirleyicilik ve bağlayıcılık vasfını zayıflatacak, perdeleyecek yaklaşımlardan titizlikle kaçınmak gerekir.
Harici okuyuş biçiminin yaptığı gibi, âyetleri Kur’ani bağlamından kopararak eldeki keskin bir kılıca dönüştürmek nasıl ki Kur’an’a yapılan bir haksızlıksa, Kur’an’ı “Herkesin anladığı kendine!” ölçüsüzlüğüne mahkûm etmeye kakışmak da en az onun kadar haksızlıktır, Kur’an’a yapılan bir zulümdür. Katolikliğin kilise yorumlarını nasslaştırmasına benzer bir ölçüsüzlükten de, Protestanlığın nassları izafileştirip, tamamıyla yoruma indirgenmiş sabitesiz bir din üreten ölçüsüzlüğünden de titizlikle sakınmak gerekir.
Kur'an’ın, dileyenin ona dilediğini söyletebileceği bir nesne değil, Âlemlerin Rabbi’nin insanlık için söylediği apaçık sözleri taşıyan inşa edici bir özne olduğunu, onun furkân oluşunun ve mesajının bağlayıcılığının altını ısrarla çizmemiz gerekir. Hele de "hakikatin göreceliği" anlayışıyla her şeyin flulaştırılmak istendiği, net olmanın, itiraz etmenin, iddia sahibi olmanın, bir hakikatten söz etmenin “totaliterizm” yaftasına muhatap kılındığı bu postmodern çağda...
Yegâne hak dinin insanlığa dünya ve âhiret saadeti vaad eden sadasının, Âlemlerin Rabbi’nden gönderilmiş son kurtuluş reçetesi Kitab-ı Kerim’in apaçık mesajının postmodern gürültüler altında ezilmemesi, bizlerin bu sofistike gürültülere pabuç bırakmamamıza bağlıdır. İnsanlığın ihtiyacı olan ölçüleri bildiren Kitab’ımızı, modernist itiraz ve karalamalara karşı olduğu kadar postmodern ölçüsüzlüğe karşı savunmak da bugünün Müslümanları için temel bir yükümlülüktür.
DİPNOTLAR:
[1]Müddessir, 74/25
[2]Sâd, 38/7
[3]Furkân, 25/5
[4]Zuhruf, 43/30
[5]Enbiya, 21/5
[6]Nahl, 16/103
[7]Enfâl, 8/31
[8]Enfâl, 8/31
[9]“İnkâr edenler dediler ki: ‘Bu Kur'ân'ı dinlemeyin, o okunduğunda gürültü edin, belki ona gâlib gelirsiniz.”(Fussilet 41/26)
[10]“Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman, bizimle karşılaşmayı ummayanlar şöyle dediler: ‘Ya bundan başka bir Kur’an getir ya da bunu değiştir.’ De ki: ‘Onu kendiliğimden değiştiremem. Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Rabbime isyan ettiğim takdirde, büyük bir günün azabından korkarım.” (Yunus, 10/15)
[11]Yunus, 10/15
[12]Şuara, 26/2
[13]Bakara, 2/185
[14]Al-i İmran 3/103
[15]Yusuf, 12/1; Hicr, 15/1; Nur 24/1; Kasas, 28/2 vb.
[16]Kamer, 54/17, 22, 32, 40; Meryem, 19/97; Dûhan, 44/58 vb.
[17]En’am, 6/55; Tevbe, 9/11; Yunus, 1075 vb.
[18]Bakara, 2/185; Furkân, 25/1; Âl-i İmrân, 3/4
[19]Âl-i İmran, 3/103
(Not: Bu yazı İktibas Dergisi'nin Ekim sayısında yayınlanmıştır.)