04-10-2008 12:28

Kur’an Kalıcı Olanı ve Atıkları Açıklıyor

Şu halde demek ki köpük meseli, arınmayı, yıkanmayı ve durulmayı temsil etmektedir. Müslümanca düşünüş, müslümanca yaşama ve İslam’ın bir siyasî projeye dönüşmesi sürecinde belirli ‘köpüksel’ dalgalanmalar yaşanacaktır. Bu kaçınılmazdır. Nice dev dalga sanılan oluşumlar curuf çıkacak, nice büyük adamlar zibilleşeceklerdir. Bundan yeise kapılmamak gerekir. Bilakis sevinmelidir belki de. Çünkü bir arınma yaşanmaktadır.

Kur’an Kalıcı Olanı ve Atıkları Açıklıyor

Mehmed Durmuş / İktibas Dergisi

Kur’an, hak-bâtıl, tevhid-şirk, İslam-küfür ayrımına ilişkin en önemli mesajlarını çok zaman meseller aracılığıyla vermektedir. Bunu yaparken de, toplumca bilinen ve mahzâ hakikat olan en etkili meselleri seçmektedir. Bunlardan biri de sel köpüğü ile hayatın esası olan temiz suyun kıyaslandığı meseldir. Şöyle diyor Kur’an:

“(Allah) gökten su indirdi ve vadiler kendi ölçüsünce sel olup aktı. Derken sel, üzerinde yükselen bir köpük yüklendi. (İnsanların) süs eşyası ve başka eşya (meta) yapmak için ateşte erittikleri (madenlerden) de bunun gibi köpük oluşur. Allah işte hakla batılı bu şekilde misal verir (temsille anlatır). Köpüğe gelince, atılır gider (o bir atıktır). İnsanlara fayda verene gelince, işte o yeryüzünde kalır. İşte Allah böyle misaller verir.” (Ra’d, 17)

İlk adım olarak, ayetin çatısını oluşturan kelimelere nüfuz etmek gerekir.

Ma’ kelimesi su demektir. Kur’an’da bu ayette olduğu gibi, yağmur anlamında kullanılır. Yaklaşık olarak 60 ayette “enzele mine’s-semai mâen” biçiminde kullanılmaktadır. Yani Allah gökten yağmur yağdırır.

Sâle-seyl: sel olup akmak demektir.

Evdiye: Vadî kelimesinin çoğuludur. Vadî, ‘ve-dâ’ fiilinden ism-i faildir. Ve-dâ akmak anlamındadır. İki dağ ya da yükseklik arasında sel sularının akacağı bir menfeze vadî denir. Vadî, “aslında kuru olduğu halde bol yağış aldığı zaman suya kavuşan ‘su-yatağı’ yahut ‘nehir-yatağı’ demek”tir.(1)

Zebed: Suyun yüzeyinde biriken köpüktür. Sütün köpüğüne de zebed denir. Yukarıdaki ayette, bir madenin eritilmesiyle oluşan köpüğe de zebed denmiştir.

Râbiyen: Yüksekte olmak, yükselmek demektir. Ayette, ‘suyun üstü’ kastedilmiştir.

Yedribu’l-emsâl: Vurmak anlamına gelen ‘darb’ kelimesiyle ‘mesel’ kelimesi (çoğulu emsâl) birlikte kullanıldığında, misal vermek, temsil getirmek, örnekleme yoluyla anlatmak anlamı oluşmaktadır. Buna darb-ı mesel denir. Darb-ı mesel, içinde teşbihin, mecaz ve kinâyenin bulunduğu bir temsilî anlatım yöntemidir.

Cüfâen: Bir şeyin atılıp uzaklaştırılması demektir.

Yemkusu: ‘mekese -yemkusü’ fiilî, bir yerde kalmak, oturup beklemek anlamına gelmektedir. Kalıcı olmayı ifade eder.

Kur’an: Hayatla İç İçe Bir Kitap

Yağmur, sel, köpük, vadi, yeryüzü, maden, ateş ve ateşte eritmek gibi anahtar kelimelerden de anlaşılacağı üzere, tamamen doğadan seçilmiş bir temsille karşı karşıya bulunmaktayız. Kelimelerin tamamı, tabiata ait isimler ya da fiillerdir. Hepsi de, doğrudan tabiatın içinden seçilip alınmışlardır. Doğa sözcükleriyle örülmüş bir darb-ı mesel, daha okurken insanın dimağında doğal bir lezzet uyandırmakta, insanı, mahpus bulunduğu modern beton zindanlardan, ruhsuz ofislerden, naylonsu ilişkilerden alıp tabiata götürmektedir. Tabiatta üzerimize yağmur yağdırmakta, önümüzden seller akıtmakta, akan sel suyunu bir de Kur’an zaviyesinden seyrettirmektedir. Meğer ne incelikler taşırmış seller. Neler de öğrenilirmiş, eritilen madenden. Ra’d suresi daha adından başlayarak, müminleri adeta “haydi bugünkü dersimiz açık alandadır; gökyüzünü, yeryüzünü, güneşi, dağları, ovaları, vadileri, suyu, suyun köpüğünü, madenleri ve arzda kalıcı olan nesneleri bizzat yerinde inceleyelim” diyerek doğallığa davet etmektedir. Yapaylıktan bir süre olsun kurtulun, tabiatı ve tabii olan şeyleri sevin demektedir.

Köpük temsili, insanda olumsuz hiçbir etki meydana getirmemektedir. Bilakis insan enerji almakta, doğru düşünmenin metodunu ve hayata güzel bakmayı öğrenmekte, öğrenirken düşünmektedir. Tabiata ‘nötr’ bir gözle bakılamayacağını, onun ruhunu kavramak gerektiğini ve oraya yüklenmiş değerlerin farkında olabilmeyi öğrenmektedir. Yağmurun yağması başlı başına güzel bir tabiat hadisedir. Bazen sağanak, bazen çisenti olarak yağan bahar yağmurları, yeryüzüne, canlılar dünyasına kazandırdığı bereketin ötesinde, bütün insanların görmeye can attıkları seyirlik bir manzaradır. İnsanoğlu garip bir haz duyar yağmurdan. Kimi büyükleri çocuklar gibi sevindirir yağmurda ıslanmak. İnsanın gerginliğini giderir. Çok zaman yağmurla beraber gelen gök gürlemesi, şimşek ve yıldırımlar bir başka gizem katarlar bu sahneye. Bunların da Kur’an’da ayrıca örnek verildiği hatırlanmalıdır.

Yağmur deyince toprak kokusunu duyumsarız. Kısa sürede su akıntıları oluşur, akıntılar dereciklere, derecikler çaylara dönüşür. Akan coşkun seller vadilerden dolar taşar ve ırmaklara yönelirler. Yeryüzünde büyük bir temizlik yapar, etrafı pırıl pırıl eder yağmur. Yağmur sonrasında bitkilerin görkemli sevinci, görülmeye değer bir manzaradır. O anda, arada bir kendini gösteren güneşin oluşturduğu gök kuşağı, Allah’ın büyüklüğünü renklerle anlatan olağanüstü bir tablodur.
Yağmur bereket demektir. Yeryüzünün hayat suyudur. Ölü tabiat yağmurla canlanır, depreşir, yeniden dirilir. Çatlamış, kurumuş, tıslayan, can çekişen yeryüzü, yağmurla kendine gelir, sağalır, canlanır ve kıyam eder. İşte der, böyledir ba’sü ba’del mevt…

Arkasından, sel suları gelmektedir. Yağan yağmur sel olup vadilerden akar, gürül gürül. İçinden sel akan vadî, doluluğun, canlılığın, hayatın, bolluk ve bereketin sembolüdür. Sel evet, araziye zarar verir, ekinleri tahrip eder, erozyona sebep olur, ağaçları söker, evleri tahrip eder. Lakin getirdiği hayır ve bereket, zararından daha çoktur. Aslında yağmur, verdiği tahribatla aynı zamanda eğitmektedir insanı. Tabiata karşı akıllı hareket etmek gerektiğini öğretir. Ve sel şunu anlatır: hayatta, külfetsiz hiçbir nimet yoktur. Külfetleri azaltıp, nimetleri çoğaltmak biraz da insanın elindedir. Sel, dağların tepelerin taze topraklarını ovalara, ekin yorgunu tarlalara taşıyıp serer, müşfik bir anne eli maharetiyle. Sel baskını bu açıdan oldukça faydalıdır.

Selin üzerinde bir de köpük oluşur. Dağlardan tepelerden getirilen çer-çöp, ıvır zıvır şeyler akıntıya kapılır ve sürüklenir. Böylece köpük oluşur. Sürüklenen, tabiatın kiridir, çöpüdür, zibilidir. Selin işe yaramayan kısmıdır. O köpük biraz sonra bir kenara atılacak, devre dışı kalacak, aslında yok olacaktır.

Köpük, köpüktür. Ateşte eritilen madenin de köpüğü olur. Bunun için Kur’an, sel köpüğü ile eritilen maden köpüğü arasında benzetme yapmıştır. Tıpkı selin köpüğü gibi, eritilen madenin köpüğü de sonuçta köpüktür ve hiçbir işe yaramaz, atılır. O bir atıktır. Nasıl ki selin köpüğü altındaki gerçek su kalıcı ve işe yarayansa, maden köpüğünün de, altındaki maden işe yarayandır, asıl elde edilmek istenendir ve kalıcıdır. Su ve maden berekettir, medeniyetin iki temel unsurudur.

Tevhid Esas, Şirk Arızîdir

Kur’an bir tabiat bilimleri kitabı olmadığına göre, köpük temsili ile tamamen dinî bir ders verilmek istenmiş olmalıdır. Bu ders, temelini tevhidle şirkin keskin ayrılığının oluşturduğu bir iyi-kötü, hayır-şer, ıslah-ifsat tefrikidir. Yağmur vahiy ya da Kur’an’dır.(2) ‘Köpük’ İslam dışı olan her şeyi, yani şirki, şirke dayalı örf ve töreleri, su ve maden ise İslamî olanı, tevhidi temsil etmektedir. Şirk esasına dayanan cahiliye hayat tarzlarının, Allah’ı yok saymasa da, var da saymayan cahilî düzenlerin bizzat kendileri ve ürettikleri her türlü ürün köpüktür. Cahiliye, ‘değer’ adına sadece değersizlik üretir. Atılan, cahiliyenin ürettiği bu sözde değerledir. Herhangi bir siyaset Allah rızasına dayanmıyorsa, herhangi bir etkinliğin kalkış noktası İslam değilse, herhangi bir söylem, Allah adının en yüce olması amacına yönelmemişse, herhangi bir müesseseleşme, kendini ‘mescid’ misyonunda göremiyorsa, herhangi bir kadrolaşma, Allah’ın rızasını her şeyin üzerinde tutmuyorsa, işte onlar atılası köpüktürler. Bunların İslam’la bir alakası yoktur. Bunlar İslam’dan olmadığı gibi, İslam da onlardan değildir.

Mevdudî, Rasûlullah (sav)’e indirilen vahyin yağmura, mü’minlerin de ırmaklara ve derelere benzetildiği görüşündedir. Dereler ve ırmaklar nasıl kapasiteleri oranında yağmur sularıyla dolarsa, mü’minler de vahiy yağmurundan nasipleri/kapasiteleri oranında dolar ve taşarlar. Su üzerinde oluşan köpükle ise, İslamî hareketin düşmanları tarafından kopartılan yaygaralar kastedilmiştir.(3) Buna göre, Mekke yönetim kadrosunun, kanaat önderlerinin, entelektüel tabakasının ve para babalarının İslam aleyhindeki her türlü çabaları, bir süre sonra atılıp unutulacak olan köpük gibiydi ve öyle de oldu. İslam’ın kendisi tıpkı yağmur gibidir ve kalıcıdır, yararlıdır, rahmettir.

İnsanlar nazarında hakla bâtıl, tevhidle şirk, hakla hakikat karışık bir halde bulunabilmektedir. Yeryüzünde nicelik olarak da çoğunlukla bâtıl, şirk, küfür egemen olagelmiştir. Hatta ayetteki, suyun kabarıp yükselmesiyle artan, fazlalaşan ve yükselen anlamına gelen ‘rabiyen’ kelimesi, bâtılın bu sayısal üstünlüğünün tasdiki olarak okunmaya elverişlidir.(4) Demek ki köpük mesabesindeki niceliksel atıklar çok olacaktır. Toplumlara baktığımızda çok zaman, Allah’ı insan hayatına müdahale ettirmeyen, Allah’a ortaklar koşarak inanan, ahlaksızlığın her türünü içine sindiren ve kısa sürede bunları teşvik eden, yani ‘emr-i bil münker’ yapan bir yaşam tarzı egemen olmuştur. Allah’ı değil, heva ve hevesi razı etmek, üstün bir değer sayılmıştır. Hak değil, bâtıl üstün tutulmaktadır. ‘La ilahe illallah’ yerine, “Allah, diğer ilahlarımızdan farklı ve ayrı bir ilahtır, O çok büyüktür ama bizim günlük hayatımıza karışmaz, siyasetimize müdahale etmez, bize yönetim biçimi önermez” diyen bir din anlayışı egemendir. İslam değil, modernizmle imtizaç etmiş bir atalar dini baş-göz üstündedir. Kur’an yerine, liberal demokrasi merkezli ideolojiler, Peygamber (sav) yerine, cemaat liderleri, uluslar arası üne sahip entelektüeller ve siyasî önderler değer kazanmıştır.

Her birkaç on yılda bir ideoloji modası çıkartılmaktadır. Bir zamanlar ateizm, materyalizm ve pozitivizm moda idi. Sonra nasyonalizm ve sosyalizm görücüye çıkartıldı. Ardından ‘yeşil kuşak’ adında bir ılımlı İslam modası üretildi. Bunu, post-modernist / ‘İslamcı’ rüzgârları izledi. Şimdilerde ise liberalizm, sözde İslam dünyasının en yükselen (kabaran, çoğalan, köpüren: rabiyen) değeridir. ‘Ilımlı İslam’ denilen bir projeye uygun düşen konu mankenleri sürekli köpürtülmektedir. Bu projenin modası, gündemdeki yerini epeyce koruyacağa benzemektedir.

Adını andığımız bu fikir modaları önceleri ‘müslüman’ toplumların tepkisini alsa da, kısa süre sonra belirli bir kabul görmektedir. Fakat son moda, yani liberal mufazakarlık, dünya sisteminin rahatsız olmadığı bir ılımlı İslam modası, öncekilerden oldukça farklıdır. Ilımlı İslam modasının, inancında ve ahlakında bir hasar meydana getirmediği Müslüman, neredeyse parmakla sayılır kadar az kalmıştır.

Geride bıraktığımız bir asırlık bir dönemde dereler, çaylar, vadiler İslam yağmurundan arındırılmak, tamamen kurutulmak istendi. İslam yerine, ‘muasır medeniyet seviyesi’ adı altında ideolojik asitlerin akması istendi ve de akıtıldı. Ama İslam tamamen yok edilemedi. Kökü kazınamadı, menbaı kurutulamadı. İslam yağmurunun önüne hiç kimsenin geçemeyeceği, bir kez daha fark edilmiş oldu. Bununla beraber, İblis ve adamları, hedeflerinden vazgeçmiş değillerdir. Sadece taktik değiştirmişlerdir. Şimdi, laboratuarda (masa başında) üretilen özel bir ‘İslam’la, İslam’a benzeyen ama asla İslam olmayan bir ‘İslam’la vadilerin dolması istenmektedir. Bu, ılımlı İslam projesidir. İslam’ı silahla hizaya getiremeyenler, taklitleriyle terbiye etmek istemektedirler. İslam’ı muharref Yahudiliğe benzetemeyenler, tarihselci, liberal yorumlarla onu dönüştürmek istemektedirler.

Yukarıda dediğimiz gibi, elbette bunlar sonuçta birer siyasî modadır. Bunlar, tıpkı selin ve eriyen madenin köpüğü gibi birer köpüktür, kirdir, zibildir, çer-çöptür. Bunlar yani İslam’a dayanmayan bütün ideolojiler, İslam dışı bütün dünya görüşleri sonuç itibariyle atık maddelerdir, curuftur. Bunlar dünyada insanı huzura kavuşturamayacakları gibi, ahirette de tamamen, yakıtı insan ve taş olan cehennemin konuklarıdırlar. İslam dışı dünya görüşlerinin sayısal üstünlüğü olabilir; para, silah ve militer güçlerle toplumlara tahakküm edebilirler ama asla yeryüzüne, yağmur gibi rahmet saçamazlar. Su gibi, altın gibi bir ‘cevher’ değildir onlar.

Hak geldiğine göre bâtıl zail olacaktır, buna mahkumdur. Su, köpüğünü atacak ve geriye saf su kalacaktır. İslam üzerinde oluşturulan hiçbir şüphe kalıcı değildir. İslam’ın sadece Allah’la kul arasında bir dua dini olduğu, namaz kılıp oruç tutarak, tokat atan birine diğer yüzünü de döndürerek iyi Müslüman olunacağı masalları elbette uçup gidicidir. Masal dinleyen ‘müslüman çocuklar’ artık büyüdüler ve maskeli masalcıları iyice tanıdılar. Artık onları derinlemesine tahlil edebilmekte, gerçekçi analizler yapabilmektedirler.

Kur’an meselinden zımnen anlamaktayız ki, köpük nasıl yağmur suyunun kaçınılmaz bir sonucu ise, yeryüzünde şerîr fikirler ve değerler de hep var olacaktır. Ama onlar ciddiye alınamaz. Kaygı etmeye değmez. Hele hele korkup telaşa kapılmaya, üzüntü duymaya hiç gerek yoktur. Zira onlar yok hükmündedirler. Tıpkı köpüğün yok hükmünde olması gibi.
Köpük meselinin, zımni yerine, açıkça öğrettiği gerçekler de vardır ve bunlardan biri de şudur: İslam’dan şu veya bu şekilde etkilenecek insanlar hep var olacaktır. Dönemsel şartlara bağlı olarak yığınlarca insan, fevc fevc İslam’a koşabilir. Görüntü olarak yoğun bir ‘İslamlaşma’ müşahede edilebilir. Fakat görüntüye aldanmamak gerekir. İslam gibi bir davaya kolaylıkla gelen insanlar, kolaylıkla da gidebilirler. Yolda dökülecek olanları hesaba katmalıdır. Atılacak köpük kıvamındaki bu insanlar, “la ilahe illallah” demekten yorulacaklar ve kendilerini yormayacak(!) daha hafif dinleri seçeceklerdir. Şu kadar zamandır sizin dediklerinizi söylüyoruz, bir şey olmadı, hiçbir şey değişmedi, demek ki bu fikir çıkmaz bir sokakmış diyeceklerdir. Sizi de şunca zamandır boşa kürek çekmekle suçlayacaklar, her şeyi yanlış okuduğunuzu, yeni okuma biçimleri keşfetmek gerektiğini savunacaklardır. Kimi insanlar radikalizmin ruhsuzluğundan dem vurup, modern mistik hezeyanlara kucak açacaklardır. Kimisi, başındaki örtüyü çıkartarak, oh be dünya varmış diyecektir. Hâsılı her türlü özür dileme, geçmişine küfretme, dininden utanma, kitabından rahatsız olma durumu yaşanabilir bu vadîde. Pek çok ayak kayması olabilir, yıldırım çarpabilir, yol kazası yaşanabilir.

Bütün bu durumlarda tek bir şeyi iyi hatırlamak gerekir, o da, anılan bu insanların ‘köpük’ değerinde olduklarıdır. Köpük atılmadan durulma olmaz. Maden eriten usta, köpüğü kaale almaz. Onun işi madenledir.

Şu halde demek ki köpük meseli, arınmayı, yıkanmayı ve durulmayı temsil etmektedir. Müslümanca düşünüş, müslümanca yaşama ve İslam’ın bir siyasî projeye dönüşmesi sürecinde belirli ‘köpüksel’ dalgalanmalar yaşanacaktır. Bu kaçınılmazdır. Nice dev dalga sanılan oluşumlar curuf çıkacak, nice büyük adamlar zibilleşeceklerdir. Bundan yeise kapılmamak gerekir. Bilakis sevinmelidir belki de. Çünkü bir arınma yaşanmaktadır. Köpük gitmeden asıl suyu göremeyiz. Köpük gitmeden elimizde ne kadar saf altın kaldığını bilemeyiz. Köpük gitmeden, sahip olduğumuz cevherleri müşahede edemeyiz. Varsın gitsin köpük, varsın atılsın çer-çöp. Varsın sayısallığımız az olsun.

İslam gibi, yeryüzünün en ciddi iman, fikir ve siyaset davası için, çer-çöp kabilinden adamlar gerekmemektedir. Suyun üzerinde oluşan kabarık bir kir ayarında olan insanların ayıklanmasından asla üzüntü duymamak gerekir. Çünkü önünde sonunda atılacaktır o kir. Demokratik yaşam felsefesinin ürettiği para, sandalye, şöhret ve zevk gibi tanrıları, İslam’ın biricik ilahına, Allah’a tercih edecek kimseler varsın eksilsin Müslümanların saflarından. Her türlü çıkar ilişkisini, ahiret azığına tercih eden, Kur’an yağmuru ile İslam vadisinde ıslanmamış, değil bir küçük derecik, küçük bir kaya kaklığı bile olamamış insanlar, eksilirse çok daha iyi olur. İslamî diriliş sürecinin ‘zebed’leri, ait oldukları gerçek saflarına ayrışmalıdırlar bir an önce.

Yağmur ve sel yani su nasıl hayat için kaçınılmaz bir gereklilik ise, tevhid de hayatın esasıdır. İnsan benliğinin besin kaynağıdır. Toplumun huzur ve saadeti ancak tevhidle temin edilir. Allah hayatın var edeni, tedbir ve tedvir edenidir. Allah’a gönülden, ta yüreğinden teslim olmayan hiçbir fikir, görüş, siyasî sistem, hiçbir devlet düzeni huzur ve mutluluk verici olamaz. Allah’a dayanmayan terbiye sistemi, Allah’a dayanmayan ahlak olsa olsa sadece bir kambur olur, sorunlar yumağı olur yeryüzünde.

Ne yapmalı?

Yağmurun yağması için nasıl Allah’a dua ediyorsak, İslam rahmetinin üzerimizden eksik olmaması için de aynı şekilde, Allah’a dua etmeliyiz. Yeryüzünü vahiy yağmurunun sulaması için elimizle, kolumuzla, beynimizle, kalbimizle, parmaklarımızla ve dilimizle ‘dua’ etmeliyiz. Yeryüzü vadilerini Kur’an yağmuru doldurup taşırmalı. Dereler, ırmaklar büyük sırât-ı müstakîm caddesine giden sokaklar olmalı. Yeryüzünde, Allah mefhumunun üzerine gölge eden, hatta örten bütün aracılar devreden çıkartılmalı. Allah’ın hüküm koyuculuğuna, affediciliğine, cezalandırıcılığına, haram ve helali belirleyiciliğine ortak edilen bütün beşerî ilahlar teşhir edilmelidir. İslam’ın anlaşılması önündeki her türlü teokratik engel tasfiye edilmelidir. İnsanların tıklım tıklım doldurduğu bütün mekânlarda Allah’ın adı en yüce olmalı. İnsanlar fanî değerlere ‘değer’ diye sarılmamalı.

Yeryüzünde namazı yaymalı, Müslüman çocukları Allah adıyla büyümeli. Allah sevgisi iliklerimize kadar işlemelidir. Modern şehirlerin israf, cimrilik, iffetsizlik, sevgisizlik ve saygısızlık kokan çarşı ve bulvarları, gençliğimizi esir almamalıdır. Teknolojinin putçukları, çocuklarımızı birer robota dönüştürmemelidir.

Allah rahmetini elbette sürekli yağdırmaktadır. Kıyamete kadar da bu rahmet yağacaktır. Bizler, o rahmete kalbimizi, elimizi, bağrımızı ve dilimizi açarsak nasipdâr oluruz. Aksi takdirde mahrum oluruz.

Yolda dökülen, köpürüp sonra atılan nice adamlara bakıp da, demek ki yanlış yolda olunduğu hükmüne varmak, bir kuruntudur. Darbı meseldeki suya ve altına denk düşen mü’minler böylesi kuruntulara kapılamazlar. Mü’minler, atılan bir köpük olmamaya bakmalıdırlar. Altın madeninin eritilmesi işleminde, köpük değil, maden tarafında olmaya bakmalıdırlar. Köpüğe, zibile üzülmenin makul bir tarafı olamaz. Üzülmek gereken şey, kalıcı hayırlı ve güzel madenler olamamaktır. Köpüklere bakıp, su, köpüklere bakıp maden tartaklanamaz. Suyun ve madenin değeri tartışılamaz. Tartışılması gereken, atık olmayan güzelliklerin nasıl çoğaltılacağıdır. Bunda da mü’minlerin yardımcısı Allah’tır.

Dipnotlar
1 - Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, II/489, 37. not
2 -Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, XIII/428
3 -Mevdudî, Tefhim, II/518.4 -Razi, XIII/430

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !