17-04-2011 23:50

Kur’an’ın anlam dünyasında iman - amel bütünlüğü

Kur’an’ın anlam dünyasında iman/mü`min, küfür/kafir, şirk/müşrik, nifak/münafık, fısk/fasık gibi kavramlar yalnızca inançla ilgili soyut nitelemeler olarak karşımıza çıkmaz. Bu nitelemelerin her biri, insanların inançlarının yanı sıra pratikte yapıp ettiklerini, fiil ve amellerini tanımlayan ve bu tanımlamaya göre insanların tarafını belirten kavramlardır.

Kur’an’ın anlam dünyasında iman - amel bütünlüğü

Kur’an’ın anlam dünyasında iman - amel bütünlüğü

Şükrü Hüseyinoğlu

İslam, hayatı bir bütün olarak ele alan, insana var oluşun gayesini, hayatın ve ölümün anlamını bildiren ve bu anlam çerçevesinde insanın bireysel ve toplumsal hayatı için gerekli ölçüleri ortaya koyan Rabbani yol haritasının adıdır. Bu Rabbani yol haritasına teori ve pratikte bir bütün olarak tabi olma cehdi, iki cihan saadetine ulaşmanın mutlak şartıdır.

İslam insanlara yalnızca doğru düşünmenin, salt teorik anlamda doğru inanmanın ölçülerini vermeyi amaçlayan bir felsefi düşünce ekolü değildir. Bu din, hayata müdahale etmek, insanlar arasındaki bireysel ve toplumsal ilişki biçimlerini dönüştürmek, zulmün yerine adaleti, sömürünün yerine paylaşma ve dayanışmayı, fısk ve fücur yerine takvayı yeryüzüne hakim kılmak için bildirilmiştir. Bu din, teori ve pratiğin kopmaz bir bağla birbirine bağlandığı, insana ve topluma doğru düşünüp doğru inanmanın ve doğru yaşamanın ölçülerini parçalanmaz bir bütünlük içerisinde beyan eden Rabbani hayat kaynağıdır.

Tarihsel süreçte Kur’an ve sahih sünnet ikliminden uzaklaşmanın başlamasıyla beraber yaşanan temel sapmalardan biri de, İslam’ın olmazsa olmazı olan iman-amel bütünlüğünü parçalayan anlayışların türemesi ve yaygınlaşması olmuştur. Ki bu hususa önceki yazıda değinmiştik. Oysa, Kur’an’la hemhal olan herkes hidayet rehberimiz bu kutlu kitapta inançla amel (teoriyle pratik) arasında nasıl kopmaz bir bağın söz konusu olduğunu kolaylıkla görecektir. Bu böyle olmakla birlikte, Kur’an’a önyargıdan uzak, bir Kur’an talebesi/talibi olarak değil de, daha ziyade tarihsel süreçlerden devralınan din anlayışlarıyla yaklaşılması, zihinlerin Kur’an tarafından inşasına engel teşkil etmektedir.

Kur’an’da inanç ve amel, teoriyle pratik öylesine iç içe geçmiş kavramlardır ki, “iman” kelimesinin doğrudan bir amelin karşılığı olarak kullanılması bile söz konusu olmaktadır.

Kur’an’ın anlam dünyasında iman/mü'min, küfür/kafir, şirk/müşrik, nifak/münafık, fısk/fasık gibi kavramlar yalnızca inançla ilgili soyut nitelemeler olarak karşımıza çıkmaz. Bu nitelemelerin her biri, insanların inançlarının yanı sıra pratikte yapıp ettiklerini, fiil ve amellerini tanımlayan ve bu tanımlamaya göre insanların tarafını belirten kavramlardır.

Kur’an’da salih bir amel, “iman” kavramıyla karşılık bulurken, yüce Allah’ın hükümlerine pratikte tabi olmamak ise “inkar” olarak nitelendirilmektedir.

M. Sait Şimşek’in “Kur’an’ın Ana Konuları” adlı kitabından okuyalım:

“Kur’an-ı Kerim, imanın gereği olan ameli de, “iman” kelimesiyle isimlendirmektedir. Bu isimlendirme Kur’an-ı Kerim’de namaz için kullanılmaktadır:

“Bu şekilde kıblenin (Kudüs’ten Kabe’ye) çevrilmesi, Allah’tan yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara (her şeye rağmen) şefkatli ve merhametlidir.” (Bakara 2/143)

Ayette geçen “iman” kelimesinin, namaz hakkında kullanıldığı açıktır. Çünkü kelime, kıble değişikliğinden bahseden bir ayette geçmektedir. Nitekim ayetin, Kudüs’ten Kabe’ye yönelmeyi emreden ayet geldikten sonra bazı Müslümanların, kıble değişikliğinden önce ölmüş olanların kılmış olduklarının namazların durumunun ne olacağını sormaları üzerine indiği belirtilmektedir.

Müfessir İbnu Atiyye, namazın neden iman ile isimlendirildiğini şöyle açıklamaktadır:

‘İbnu Abbas, Bera’ b. Azib, Katade, Süddi, Rabi’ ve başkaları: ‘Buradaki iman kelimesi namaz için kullanılmıştır’ demişlerdir. O halde namaz, iman diye isimlendirilmiştir, çünkü namaz, Kudüs’e doğru kılınırken de Kıble değişilirken de iman ve tasdikten kaynaklanıyordu. Ayrıca iman, amellerin dayandığı temel dayanaktır. Kudüs’e yönelme esnasında da, değişiklik anında da o vardı. Çünkü namazda da, diğer emir ve yasaklarda da temel dayanak odur. Namazın iman ile isimlendirilmesinin nedenlerinden biri de, Kudüs’e doğru münafıklıkların kılmış oldukları namazların, haddizatında namaz olmadığının belirtilmesidir. Böylece işin temel dayanağı ve o, olmadığında hiçbir şeyin bir anlam ifade etmeyeceği şey (yani iman) zikredilmiştir. Yine namazın iman ile isimlendirilmesinin bir diğer sebebi, onun, imanın şubelerinden biri olmasıdır.’

Ayette namazın iman diye isimlendirilmesi, İbnu Atiyye’nin anlattıklarından da anlaşıldığı gibi, iman-amel ilişkisinin ne kadar iç içe olduklarını göstermesi açısından önemlidir.” (Prof. Dr. M. Sait Şimşek, Kur’an’ın Ana Konuları, sh. 26-27, Beyan Yayınları)

Namaz ibadetinin “iman” kelimesiyle karşılık bulduğu Kur’an’da, yüce Allah’ın emirlerine bilerek itaat etmeme fiilinin ise “inkar” kelimesiyle tavsif edildiğini görüyoruz. Bakara Suresi 83, 84 ve 85. ayetleri birlikte okuyalım:

“Hani İsrailoğullarından, 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin' diye misak almıştık. Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz ve (hâlâ) yüz çeviriyorsunuz.

Hani sizden 'Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın' diye misak almıştık. Sonra sizler bunu onaylamıştınız, hâlâ (buna) şahitlik ediyorsunuz.

Sonra (yine) siz, birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından sürüp-çıkarıyor ve günah ve düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve size esir olarak geldiklerinde onlarla fidyeleşiyorsunuz. Oysa onları çıkarmanız size haram kılınmıştı. Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?...” (Bakara 2/83-85)

Görüldüğü üzere Allah’ın hükümlerini bile bile ihlal etmek ve bunda ısrarcı olmak Kur’an’ın anlam dünyasında “inkar”la eşdeğer görülmektedir.

Ayrıca Kur’an’da “Mü’minler o kimselerdir ki…” ifadeleriyle başlayan ve Müminlerin vasfedildiği ayetler ve benzer şekilde münafıkların, müşriklerin, fasıkların vasfedildiği ayetler de Kur’an’ın anlam dünyası açısından teori ve pratiğin iç içeliğini, parçalanamazlığını gösteren beyanlardır. Şu ayetlerde olduğu gibi:

“Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü’ne iman ettiler, sonra hiç bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.” (Hucurat 49/15)

“Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal 8/2)

“Onlar (o fasıklar) ki, söz verip bağlandıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar, Allah'ın, birleştirmesini emrettiği şeyi (iman ve akrabalık bağlarını) keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; işte ziyana uğrayanlar onlardır.” (Bakara 2/27)

“Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir. Kötülüğü emrederler, iyilikten meneder ve ellerini sıkı tutarlar. Allah'ı unuttular, O da onları unuttu. Münafıklar; işte yoldan çıkanlar onlardır.” (Tevbe 9/67)

Kur’an’ın anlam dünyasında, teori ve pratiğin birbirinden hiçbir zaman koparılmadığı, sürekli olarak bir bütünlük içinde değerlendirildiği ortadadır.

Kur’an’ın tamamında inanç ve eylem bütünlüğünün adeta bir gergef gibi nakşedilmiş olmasına rağmen, hala iman ve amelin birbirinden bağımsız olduğunu ve amelsiz bir imanın da makbul olacağını iddia etmek, Kur’an’ı bilerek ya da bilmeyerek tekzip etmekten başka ne anlama gelir?

YORUMLAR
  • i.metin   18-04-2011 16:52

    bu yazınıza Allah razı olsundan başka ne denileblirki. ^^ne mutlu dogru sözü işitipte ona kulak asanlara^^ ... selamlar