Şükrü HÜSEYİNOĞLU

31 Ağustos 2017

KURBAN ETİ "DİN"LENDİRİLMELİ

Hacc ve Kurban... Baştan sona sembollerle dolu, dolu dolu iki ibâdet, iki kulluk gösterisi. Yüksek sembolik değerlerinden ötürü Şeâir'ul İslam, yani İslam'ın Şiarları denilince ilk akla gelen mefhumlar arasında yer alıyorlar.

Tüm ibâdetlerin ve tabii ki ibâdet gaye ve kastıyla yaşanan İslami bir hayatın temelinde Allah'a kulluk/itaat bilinci ve bu bilincin temelinde de takva bulunmaktadır. İşte Hacc ve Kurban ibâdetleri de, takva temelinde insanın Allah'a adanma ve adama bilincini temsil eden sembolik eylemlerden oluşuyor. Bu konuda Ali Şeriati'nin "Hacc" adlı kitabını okumakta fayda var. Şeriati, Hacc ve Kurban'da ifa edilen eylemlerin tevhidi dünya görüşü çerçevesindeki sembolik karşılıkları üzerinde önemli tesbitler yapıyor.

Kurban ibâdetiyle ilgili olarak Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:  

"Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır. Ancak sizden O'na ulaşacak olan takvadır. İşte böylece onları sizin emrinize verdi ki sizi hidayete erdirmesine karşılık Allah'ı tekbir edesiniz. İyilik edenleri müjdele."(Hac, 22/37)

CahiliyeMekkesi'nden de hatırlayacağımız gibi, tarihsel süreçte insanoğlu, Nebilerin (a.s.) tâlim ettiği tevhid öğretisini zamanla yatağından saptırmış ve bu öğretinin bir parçası olan ibâdetleri biçimsel olarak devam ettirse de, Rabbani gaye ve anlamlarından uzaklaştırarak bilinçsiz bir tekrarlara dönüştürmüşlerdir.

Bu konuda Rabbimizin Mekkeli müşriklere yönelik şu hitabını hatırlayabiliriz:

"Siz, hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ın bakım ve onarımını, Allah’a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah, zâlim topluluğu doğru yola erdirmez." (Tevbe 9/19)

Rabbimizin, Muhammed (a.s.) ile yeryüzünü nurlandırdığı son risâletin müntesibleri olan Müslümanlar arasında da tarihsel süreçte, hayatı ibâdet kılma bilincinin birer sembolik ifadesi, öğreticisi ve hatırlatıcısı olan ibâdetlerin belli ölçülerde anlam kaybına maruz kaldığı maalesef bir gerçektir.

Hacc ve Kurban da, hayatı ibâdet kılma bilinciyle bağları zayıflatılmış, bütüncül İslami kavrayış ve hayat programıyla irtibatları zaafa uğratılmış ve biçimsel yönleriyle anlam boyutları arasındaki bütünlükten önemli ölçüde koparılmış ibâdetler arasında bulunmaktadır. Baştan sona sembolik anlamlarla donatılmış, dolu dolu iki hayat öğretisi ve kulluk gösterisi durumundaki bu ibâdetler, hayatla ve hayatı ibâdet kılma bilinciyle bağları koparılarak biçimsel ibâdetlere indirgenmiştir.

Bu sebepledir ki ne Hacc'ın, ne de Kurban'ın fert ve toplumsal planda Müslümanların hayatında ciddi bir dönüştürücü, bâtılı imha, Hakkı ihya ve inşa edici rolü bulunuyor. Hacc ve Kurban'dan önce ve sonrasında hiçbir şey değişmiyor, her şey eski tas eski hamam devam edip gidiyor.

Hayatla bağları zayıflatıldığı, sembolik anlam değerleri devre dışı bırakıldığı için bu ibâdetlerin hayatı ihya ve inşa rolü oynaması mümkün olmuyor. Hacc'a gitmenin, Kurban kesmenin sorumluluğun sonu değil başlangıcı olduğu gerçeği insanlara söylenmiyor. Bu ibâdetleri ifa etmekle hayatın bütününe dair Allah'a verilmiş olan sözler, taahhütler gündem edilmiyor. Hacc'a gidip gelmekle, Kurban kesmekle bu ibâdetlerle ilgili yükümlülüklerin yerine getirildiği düşünülüyor.

Birkaç gün önce Star gazetesinde Kurban'la ilgili bir haber-yorum dikkatimi çekti. "Kurban eti dinlendirilmeli" başlığını taşıyan bu metinde her Kurban Bayramı öncesi medyada sıkça yer verildiği üzere Kurban etiyle ilgili kimi önerilerde bulunuluyor ve etin kesildikten sonra en az bir gün bekletildikten sonra yenilmesi gerektiği belirtiliyordu. Bu öneriye diyecek bir sözümüz olmasa da, toplumumuzda ve ona hitap eden medyada Kurban denilince akla öncelikle ve çoğunlukla onun ibâdet ve takva boyutu değil, et boyutunun geliyor olması, meselenin daha çok et ve etin yenmesi, saklanması gibi konular üzerinden gündemleştiriliyor olması, söz konusu gazete başlığı üzerinden şu soruyu gündeme taşımayı aklıma getirdi:  

Kurban eti dinlendirmek mi gerekir, "din"lendirmek mi?

Rabbimizin Hacc Suresi 37. ayette tâlim ettiği Kurban bilincinin hilafına olarak, Kurban'ın daha ziyade et, yağ ve kavurma boyutuyla ilgilenilmesi karşısında, bizlerin Kurban'ın "din"lendirilmesi bilincini ve yükümlülüğünü sürekli gündeme getirmemiz gerekir diye düşünüyorum.

Evet, Kurban etinin dinlendirilmesinden değil, "din"lendirilmesinden söz edilmeli bugünlerde. Derin dondurucularda istiflenmek yerine Allah için daha çok infak edilerek, yoksullarla daha çok paylaşılarak "din"lendirilmeli Kurban eti, ki Kurban'ın asıl anlam ve amacı olan takva öne çıksın.

Kurbanlık olarak alınan hayvanların kiloları, etleri, yağlarından ziyade, Allah için feda etmeye hazırlandığımız bu kurbanlıkların bizim hayatımızda neye tekabül ettiği, bu sembolik kurbanlıklarla aslında hayatımızdaki hangi sevdiğimizden/vazgeçemediğimizden Allah için vazgeçmeyi taahhüt ettiğimizi gündem edelim. Bu anlam ve gaye boyutlarıyla ilgilendiğimizde Kurban'ı bir kasaplık faaliyeti olmaktan çıkarıp ibâdet katına yükseltmiş, onu hayatı ibâdet kılma bilincinin burağı haline getirerek "din"lendirmiş oluruz. Ki Rabbimizin râzı olacağı Kurban da ancak bu bilinç ve yönelim üzere adanan Kurban olacaktır.  

Yazıyı, Allah Rasulü'nden (a.s.) aktarılan bir haberle noktalamak istiyorum:

"Âişe (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (a.s.)'ın ailesi bir koyun kesmişlerdi. Rasulullah bir ara:  “Ondan geriye ne kaldı?” diye sordu. Âişe annemiz, “Sadece bir kürek kemiği kaldı” cevabını verdi. Bunun üzerine Rasulullah (a.s.) “(Desene) bir kürek kemiği hariç hepsi bize kaldı” buyurdu." (Tirmizi, Sıfatu’l-Kıyâme, 35)