12-12-2007 18:45

Kurban ve ümmet dayanışması

Kurban bayramının ümmet bütünlüğünün hayata yansıtılması açısından özel yeri ve anlamı var. Bu bayramda ifa edilen hac ibadetiyle Müslümanlar, üzerlerindeki tüm bölgesel işaret ve sembolleri çıkararak aynı ümmetin mensubu olmalarını ifade eden beyaz giysileriyle bir ahiret provası yaşıyorlar. Kurban kesilmesi ise hem Allah’a karşı kulluk görevinin yerine getirilmesi hem de Müslümanlar arasında dayanışma ve kardeşlik bilincinin güçlendirilmesi açısından önem taşımaktadır.

Kurban ve ümmet dayanışması

Adayış ve adanışlarımızla Alemlerin Rabbi'ne yakınlaşmayı sembolize eden Kurban ibadetinin ifa edildiği Kurban Bayramı yaklaştı. Kurban, Rabbimizle yakınlaşmayı sembolize ettiği gibi aynı zamanda ümmet dayanışması için de iyi bir imkan olma vasfı taşıyor. Ahmet Varol, Kurban Bayramı'nın ümmet dayanışması açısından nasıl daha verimli hale getirilebileceği üzerinde duruyor.   

Kurban ve ümmet dayanışması

Ahmet Varol
 
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: "Şüphesiz sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de Rabbinizim. Öyleyse benden sakının." (Mu’minun, 23/52) Bir başka âyeti kerimede de şöyle buyurmaktadır:
"İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet edin." (Enbiya, 21/92) Resulullah (s.a.s.) de bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur: "Mü’minlerin, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine acımadaki örnekleri adeta bir beden örneğidir. Onun bir organı rahatsız olduğunda diğer organları da uykusuzluk ve ateşle ona katılır."
Burada Müslümanların ümmet olarak bütünlüğüne, birliğine dikkat çekilmekte, her zaman birbirleriyle dayanışma içinde olmaları gerektiği vurgulanmaktadır. Zaten sömürgeci güçlerin Müslümanlar üzerinde dünyevi üstünlük sağlamaları ve onları siyasi yönden hâkimiyet altına almaları da bu şuurun yani ümmet şuurunun zayıflatılmasından sonra olmuştur. Ümmet bilincinin kaybedilmesinde en etkili akımın da kavmiyetçilik akımı olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu konuda şimdiye kadar çok şey söylenip yazıldığından fazla kelime sarf etme gereği duymuyorum. Ancak: "Yiğit düştüğü yerden kalkar" atasözünde vurgulanan gerçeği dile getirerek Müslümanların yeniden üstünlük sağlamalarının, siyasi otoritelerini oluşturmalarının ancak yeniden ümmet şuuruna, dayanışma ve güç birliği anlayışına kavuşmalarıyla mümkün olabileceğine dikkat çekmek istiyorum.
İslâm ümmeti bir bütündür. Bundan dolayı İslâmi kimlik etnik kimlikten önce gelir. Ama ne yazık ki 19. yüzyılda Batı’dan ithal edilen kavmiyetçi anlayışlar ve sömürgeci güçlerin etnik kimliklere göre İslâm coğrafyasını küçük parçalara ayırmaları İslâm ümmetindeki bütünlüğü bozmuştur. Müslümanlar kendi iradeleri dışında ve genellikle etnik kimliklere göre belirlenen sınırların içine hapsedildiler. Sonra bu küçük parçaların içindeki etnik unsurların her birinin başına kendilerini yeterince meşgul edecek meseleler çıkarıldı. Ayrıca birbirleriyle irtibatları da zorlaştırılarak birbirlerinin dertleriyle dertlenmeleri engellendi. Dolayısıyla artık düşünceleri de kendi iradelerinin dışında çizilmiş olan bu sınırların içine hapsedilmiş oldu. Bu durum, ümmet bilincinin büyük zarar görmesi hatta neredeyse tamamen kaybolması sonucunu doğurdu. Ancak bizim bugün İslâmi bilinçlenmeye öncülük etme iddiasındaki insanlar olarak en azından düşünce ve ilgi alanımızı bu sınırların dışına taşırmamız ve bu sınırları tüm dünya Müslümanlarını kapsayacak şekilde genişletmemiz gerekiyor. Eğer kafalarımızda oluşturulmuş bu sınırları atamaz, sınır tanımayan bir ümmet bilincine kavuşamazsak İslâmi bilinçlenmeye öncülük iddiamız tamamen sözde kalır.
Bugün Müslümanların en azından birbirlerini tanıma, aralarında daha sıkı bağlar kurma ve evrensel İslâmi düşünceyi yaygınlaştırma çabaları içine girmeleri ümmet şuurunun yeniden canlanmaya başladığını göstermektedir. Bunun yanı sıra baskı ve zulüm altındaki Müslümanlara maddi ve manevi yönden yardımcı olma ihtiyacı da bu şuurdan kaynaklanmaktadır. Fakat hiçbir zaman gelinen noktanın son nokta olduğunu düşünmemek, sürekli ileriyi hedeflemek, her gün bir adım daha ileri geçmeye çalışmak gerekir.
Kurban bayramının İslâm’daki ümmet bütünlüğünün hayata yansıtılması açısından özel yeri ve anlamı var. Bu bayramda ifa edilen hac ibadetiyle Müslümanlar, üzerlerindeki tüm bölgesel işaret ve sembolleri çıkararak aynı ümmetin mensubu olmalarını ifade eden beyaz giysileriyle bir ahiret provası yaşıyorlar. Kurban kesilmesi ise hem Allah’a karşı kulluk görevinin yerine getirilmesi hem de Müslümanlar arasında dayanışma ve kardeşlik bilincinin güçlendirilmesi açısından önem taşımaktadır.
Yakın zamana kadar kurbanların İslâm dünyasının muhtelif bölgelerindeki ihtiyaç sahibi Müslümanlara gönderilmesi geleneği pek yaygın değildi. Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlar arasında bu uygulama epey yaygınlık kazanmıştı. Bunda o ülkelerdeki hayvan kesimiyle ilgili kuralların ve yasaklamaların kurban kesimini zorlaştırmasının belli bir payı olduğu gibi, ilgi ve ihtimam açısından sınırları aşabilmenin de inkâr edilmeyecek rolü vardı.
Türkiye’de söz konusu geleneğin yaygınlaştırılması için birilerinin öncülük etmesine ihtiyaç vardı. Bugün bu uygulamaya öncülük eden birçok hayır kuruluşu ortaya çıkmış olsa da dünyanın değişik bölgelerindeki ihtiyaç sahibi Müslümanlara ve hareketli bölgelerdeki mağdur mü’minlere kurban bağışlama geleneğini yaygınlaştırmada IHH’nın önemli rolünün olduğu bir gerçektir.
 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !