Şükrü HÜSEYİNOĞLU

26 Kasım 2009

KURBAN

“Biz o kurbanlık develeri de sizin için Allah'ın (dininin) işaretlerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Onlar ön ayaklarını sıra halinde yere basmış durumda iken üzerlerine Allah'ın adını anın (da boğazlayın), yanları yere düş(üp canları çık)ınca da onlardan yeyin, kanaat eden(fakir)e de, isteyen(fakir)e de yedirin. Allah onları, size boyun eğdirdi ki şükredesiniz.

   

Onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmaz. Fakat sizin takvanız O'na ulaşır. Allah onları size böyle boyun eğdirdi ki, sizi doğru yola ilettiği için O'nun büyüklüğünü anasınız. Güzel davrananları müjdele.” (Hac 22/36-37)

 

Cahiliye medyasının meşhur deyimiyle; bul yıl da Kurban Bayramı, Hacca denk gelmiş bulunuyor!

 

Kurban ve Hacc… Her ikisi de tam anlamıyla birer anlam deposu olan ve sembolik değerleri son derece yüksek olan bu ibadetler bir kez daha ufkumuzda belirmiş bulunuyor.  

 

Aslında tüm ibadetler birer şuur eylemi, bilinç meşalesidir. İçkiyi kesin olarak haram kılan Maide Suresi 90. ayet nazil olmadığı dönemde, Rabbimizin, sarhoş olunduğu taktirde ne denildiği bilininceye (yani sarhoşluk hali ortadan kalkıncaya) kadar namaza yaklaşmayı yasaklaması (Nisa 4/43) bu bağlamda önemli mesajlar içeren bir beyandır.

 

İçkiyi kesin olarak haram kılan ayetle muhatap ve mükellef olan bugünün Müslümanları olarak bizler, “Sarhoşken ne dediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın” Rabbani beyanını sadece o günün Müslümanlarına hitap eden bir hüküm olarak mı okumalıyız? Tabii ki hayır! Zira insanı ne dediğini bilmekten alıkoyan sarhoşluğun, yalnızca içkinin yol açtığı sarhoşlukla sınırlı olduğunu kim söyleyebilir ki? Bilinçsizlik sarhoşluğu, bilgisizlik sarhoşluğu, vurdumduymazlık sarhoşluğu, meraksızlık ve gayretsizlik sarhoşluğu ne olacak?

 

Bugün, yalnızca farz namazlarını göz önünde bulundurduğumuzda günde en az 17 kez okuduğu Fatiha Suresi’nin dahi anlamını bilmeyen, onun da ötesinde merak etmeyen ve dolayısıyla namazlarında ne dediğinden habersiz olan yığınlarca Müslümanın bu halini, “bilinçsizlik sarhoşluğu”ndan başka nasıl tanımlayabiliriz?    

 

Bizim namazımız, kurbanımız, haccımız, zekatımız hep alemlerin Rabbi olan yüce Allah içindir, öyle olmalıdır. Lakin Rabbimizin bizim ne namazımıza, ne kurbanımıza, ne de haccımıza ihtiyacı vardır. İhtiyaç sahibi olan bizleriz. Namaz da, zekat da, kurban da, hacc da… hep bizlerin dünya ve ahiret saadetimiz içindir. Bizleri kötülüklerden alıkoymak, iyiliklere sevk etmek, şuurlandırmak, teyakkuz sahibi kılmak, dosdoğru bir hayatla ebedi saadete yürümemiz içindir…

 

Hacc ve kurban, yukarıda da belirttiğimiz gibi tam manada birer anlam deposu. Sembolik yönleri çok güçlü, taşıdıkları mesajlar çok sarsıcı, bireyden topluma, yerelden evrensele dalga dalga güçlü bir şuur halkasını inşa edip harekete geçiren, imha ve ihya edici birer inkılab eylemi. Yeryüzünde büyüklenip tuğyan eden, imana karşı küfrü, adalete karşı zulmü bayraklaştıran tağutlara birer reddiye ve ihtar gösterisi… Buna karşılık, alemlerin Rabbine içten ve pazarlıksız, bilinçli ve kararlı birer teslimiyet seremonisi…

 

Peki, birer bilinç meşalesi olan bu ibadetler bilinçsizce icra edilirse ne olur?

 

Üstad Ali Şeriati’nin ifade ettiği, haccda şeytan taşlayıp memleketlerine dönünce tağutları alkışlayanlar örneğinde olduğu gibi, ibadetlerin maksadı ıskalanmış, anlamı devre dışı bırakılmış, mesajları kale alınmamış olur. İman edenler üzerinden yeryüzüne hayatiyet taşıma, bilinç aşılama işlevi bulunan bu ibadetlerin diriltici ve inşa edici nitelikleri ortadan kaldırılarak bu hayat menbaı ibadetler birer şekilsel ritüele dönüştürülmüş olur.

 

Anlamından koparılmış, hayatiyeti elinden alınıp birer cesede dönüştürülmüş olan bu ibadetler artık yeryüzünün tiranları, tağutları için birer tehdit olmaktan çıkar, rant aracı haline gelir. Tağuti sistemler, “hacc” organizasyonu yapıp, “kurban” derisi toplayarak bu ibadetlerin cesedinden faydalanmaya koyulurlar.

 

Hacc ve kurban ibadetinin yaklaştığı günlerdeyiz. İbadetlerimizi hakkıyla yerine getirmekle mükellefiz. “Ben yaptım oldu” mantığı, her ne kadar son yıllarda iyice yaygınlaşmış olsa da şiddetle kaçınmamız gereken büyük bir sapmadır. Hacca giden ve gidecek olanlarımız haccın, kurban kesecek olanlarımız da kurbanın hakkını vererek bu ibadetleri yerine getirmeye özen göstermek zorundadır.

 

Anlamından koparılmış, taşıdığı sembolik mesajlar kulak ardı edilmiş, tağutları red, alemlerin Rabbi yüce Allah’a teslimiyet bilincini pekiştirmemiş, ümmet bilincine katkı sağlamamış bir hacc ve kurban, bırakalım diriltici olmayı kendi dirilikleri yok edilmiş, şuursuzluk sarhoşluğunda zayi edilmiş demektir.

 

Bu çerçevede, son derece önemli gördüğüm bir hususa vurgu yapmak istiyorum. Kurban ibadetinin toplumumuzda yaygın olarak icra edildiği, hepimizin bildiği bir husus. Genellikle de büyükbaş kurbanlıkların tercih edildiği ve bunun için de eş-dost akraba ortaklık yapıldığı görülmektedir. Ki, yakınlaşma ve paylaşma gibi, kurban ibadetinin bünyesinde bulunan değerler açısından da bu tercihin olumlu olduğunu ifade etmeliyiz. Fakat yukarıda değindiğimiz “bilinçsizlik sarhoşluğu”nun ne yazık ki toplumumuzda yaygın olması, kurban ortaklığı konusunda da dikkatli olmayı gerektirmektedir. Ortak kurban kesmeyi tercih edeceksek, ya kurban ibadetinin taşıdığı anlama ve sembolik mesajlara vakıf kişilerle ortak olmayı tercih etmeliyiz, yahut da eş-dost akrabayla kurban ortaklığı yapmayı tercih edeceksek, ortaklık yapacağımız kişilerle bu meseleleri konuşup bu bilincin ortaklaşa paylaşılacağı bir vasatı oluşturmaya çalışmamız gerekir.

 

Aksi halde kurban kesilirken, gündemin, kurbanın anlamı, İbrahimi ve İsmaili teslimiyet yerine, et, yağ ve kemiğe kilitlenmesine engel olamayız. Hatta geçtiğimiz yıl bir kurban kesimi esnasında bizzat şahit olduğum ve müdahale etmeme rağmen kısa bir süre ara verilip sonra yine devam eden Fenerbahçe-Galatasaray tartışmalarını dinlemek zorunda kalabilir ve böylece bizi yüce Allah’a yaklaştıracak bir ibadet üzere bulunduğumuz halde O’ndan fersah fersah uzaklaşabiliriz. Neticede kurbanımızı “şuursuzluk sarhoşluğu”nun elinde zayi etme tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz.

 

(Not: Bu yazı geçtiğimiz yıl kaleme alınmış ve yine bu sütunlarda "Kurban Ortaklığı" başlığıyla yayınlanmıştır.)