08-11-2007 10:54

‘Kürdçülük’, türkçülüğün iflâsını haykıran bir zakkum meyvesi..

Selahaddin Eş Çakırgil, son günlerde bir furya halini alan `emekli general itirafları`ndan yola çıkarak kavmiyetçilik ideolojisinin açtığı yaraları ele alıyor ve çarenin yeniden İslam milletinde buluşmakta olduğunu vurguluyor

‘Kürdçülük’, türkçülüğün iflâsını haykıran bir zakkum meyvesi..

Selahaddin Eş Çakırgil, son günlerde bir furya halini alan "emekli general itirafları"ndan yola çıkarak kavmiyetçilik ideolojisinin açtığı yaraları ele alıyor ve çarenin yeniden İslam milletinde buluşmakta olduğunu vurguluyor. İşte Çakırgil'in ‘Kürdçülük’, türkçülüğün iflâsını haykıran bir zakkum meyvesi.." başlıklı yazısı:

  

İleri gelen türkçülerden ve akademisyen olarak uzun yıllar Amerika’da bulunan Prof. Reha Oğuz Türkkan, 30 yıl öncelerde, ‘türkçülüğün, ‘İslam’ın sosyal hayattan kovulması’ operasyonu sonrasında, meydana gelen ideolojik boşluğun doldurulması için en yüksek seviyede resmî himayeye mahzar olduğunu’ yazdığında, çoğumuz üzerinde durmamıştık..

Halbuki, bu sözler, gerçekte, M. Kemal’in, 1925’te Ankara Hukuk Mektebi ((dün, kuruluşunun 82. yıldönümü için merasimler yapılan Hukuk Fakültesi)’nin açılışında yaptığı konuşmada dile getirdiği ‘milletin, varlığını devam ettirmek için, asırlardır varolan ‘inanç’ yerine, ‘türk milliyeti’ bağını kabul ettiğini’  ifade eden görüşleriyle aynıydı.

Bu düşünce yeni değildi.. Daha önceden ‘İttihadçı’lar ve ondan da önce, (Jön /Jeune/ Genç Türkler) ve hattâ ‘Yeni Osmanlılar’da bile, Osmanlı devletinin kurucu-aslî unsuru olduğu görüşüne ağırlık veriliyordu. Çünkü, 1789- Fransız Devrimi’nden sonra Avrupa’nın sosyal denkleminin yeniden oluşmasında daha bir etkili olan kavmiyetçi/ nasyonalist cereyanlar, Osmanlı toplumunun bünyesinde de yansımalar meydana getiriyor ve okumuş kesimler, ‘pan-turanist’ hayâllere kapılıyordu.. (Müslüman) Arnavutluk’taki nasyonalist isyanlardan sonra, arab diyarlarında İngiliz emperyalizmince uyandırılan ‘arabçılık’ cereyanlarının da, İttihadçı’ların türkçü yaklaşımlarından cesaret alması, tabiî idi..

Osmanlı’nın tarih sahnesinden yok edilmesinden sonra, onun enkazı üzerinde kurulan yığınla yeni devletlerin halklarını, bir hapishane mentalitesiyle oluşturulan yeni devletlerin sınırları içinde bir arada tutacak ve dışarıdan daha bir koparacak ve dışarıya karşı savunma refleksleri oluşturabilecek en etkili cereyanlardan birisi,  kavmiyetçilik/ nasyonalizm idi..

Ömürleri savaşlar ve ihtilal odakları içinde geçen bütün İttihadçı subaylar gibi, M. Kemal’in de bu konularda bir fikrî derinliğinin olması, beklenmemeliydi.. ‘I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’yı değil, gerçekte İslam’ın siyasî-sosyal -askerî bir büyük gücünü bertaraf ettiğini düşünen emperyalistlerin ise; savaş sonrası düzenlemelerde, o gücün belini tekrar doğrultamaması için, gerekli parçalayıcı projeleri sahnelemesi, tabiî idi..

Onun içindir ki, temelleri Lozan’da atılan yeni laik rejimin, o günün dünyasındaki ateist cereyanlarla da atbaşı, en katı şekilde uygulamaya konulmasıyla ‘türkçülük’ daha bir dizginlenemez hâlde, resmî ideolojinin bayrağı oluyordu..

Laiklik + türkçülük’  temelleri üzerine oturtulan yeni rejim, yeni bir paradigma, yeni bir inanç sistemi oluşturmak istiyordu.. Yeni rejimin liderleri, ‘en üstün ırk’ın, en üstün ulusun türk ulusu olduğu’  görüşünü olabildiğince geliştirmeye çalışıyorlardı, devletin imkanlarıyla.. Bu rejimin tesisinden 10 yıl sonra Almanya’da iktidara gelen Hitler’e mal edilen ve bugün lanetlenen Ein Volk, ein Land, ein Führer’ (Tek Halk/ Tek Ülke, /Tek Şef /Başbuğ) gibi görüşler, gerçekte, resmî nutuklar halinde çoktaaandır dile getiriliyordu, milletimizin asırlardır yabancısı olduğu bir söylem olarak..  Nitekim, kemalist rejimin ideologlarından da olan Adliye Vekili M. Esad (Bozkurt) ‘Atatürk İhtilali’  isimli eserinde (Sh. 136-137’de) ‘..zamanımızın bir alman tarihçisi, gerek nasyonal sosyalizmin ve gerekse faşizmin Mustafa Kemal rejiminin çok az değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey olmadıklarını söylüyor. Çok doğrudur.. Çok doğru bir görüş..’ diyordu..  Öte yandan, M. Kemal’in en iddialı tarih tezlerinden sayılan ve yıllarca itirazsız kabul edilip övülen ve itiraz edenlerin ’çarpıldığı’ ‘Güneş-Dil Teorisi’ne göre, bütün diller ve bütün uluslar da türklerden neş’et etmişti..

Kürdler mi? Onlar da türkler, arnavudlar, arablar, çerkezler, lazlar, farslar vs. müslüman unsurlarla birlikte, ‘inanç topluluğu’ mânasına gelen ‘millet’in, ‘İslam Milleti’nin, sadece dili farklı olan bir unsuru iken, şimdi, türk sayılıyorlardı..

Dahası, Sivas Demiryolu’nun açılışında, 1930’da, Başvekil İsmet Paşa, ‘Bu ülkede sadece türk ulusu haklar taleb etmek hakkına  sahibdir.. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur..’ diyor; Adliye Vekili Mahmud Esad da, ‘Türk, bu ülkenin yegane efendisi  ve sahibidir. Türk soyundan gelmiyenlerin bir tek hakkı vardır, o da köle ve hizmetçi olmak hakkı..’ diye o sözü daha bir netleştiriyordu.. Bu gibi sözler de elbette başka etnik tepkileri ortaya çıkaracaktı..

1925’lerden sonra uygulamaya konulan ‘2510 sayılı Mecburî İskan Kanunu’ da, ‘anadili türkçe olmayanların eritilmesini, dağıtılmasını ve mecburî iskana tâbi tutulanlardan türk olmayanların yeniden mahalle, köy, kasaba vs. oluşturmalarının yasak olduğunu’ âmirdi..

Bunları niye mi tekrarlıyorum..

İnanç birliğini esas alan ve ‘İslam inancına bağlı olanların ancak kardeş olduğunu’  hükme bağlıyan ‘İslam Milleti’  gerçeğimizin ‘insan’ ölçüsünü unutturan; bütün insanlar aynı maddî cevherden geldiği halde, insanlar arasında bu maddî cevhere göre üstünlük ve aşağılıklar varolduğu zehrini zihinlerimize şırıngalayan etnik ‘ifrit’lerin kıvrandırıcı acılarını bize daha bir yaşatan gelişmelerin içinde; eski  KKK. em. org. Aytaç Yalman’ ın acı itirafları üzerine..

3 Kasım tarihli Milliyet’teki şu sığlığa bakar mısınız, tahammül gücünüzü toplayıp.. ‘Bizler Kürt yoktur diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta, işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir gibi tarifler dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri biz 'yıkıcı faaliyetler'  kapsamında görüyorduk. Bu durum iki noktayı gösteriyor: BİR: Biz olayın sosyal yönünü görmemişiz, dolayısıyla sorunu zamanında görmemişiz. İKİ: Bir asimilasyon olmamış.’

Bu ikinci noktayı hayıflanma değil, güçsüzlük makamında, ‘asimilasyon olmamış’ değil, ‘olamamış’ makamında söylemiş gibi sanki... Nitekim, em. Org.’lardan KemalYavuz da iki sene öncelerde, bir tv. proğramında, ‘Almanya’daki asimilasyon’ çabaları tartışılırken, ‘Asimilasyon kötü bir şey değildir, keşke biz de kürdleri asimile edebilseydik..’ demişti..

Ki, em. general Yalman, kemalist-laik olmakta birbirleriyle ömürboyu yarışan generallerin en seçkin proto-tiplerinden birisi.. Şimdi ayakları suya değmiş gibi.. Bunca acıdan sonra da olsa.. Ve, ideolojilerinin milletimize bunca acıları yaşatmasındaki paylarını düşünmeseler de.. 

Evet, tekrarlıyalım,  bütün kavimler, Allah’ın kanunlarının gereği olarak ortaya çıkarlar, onları ortaya çıkaran irade onların ölümüne hüküm vermedikçe, siz onları yok edemezsiniz..

‘Kemalist-laik-türkçü resmî ideoloji’  iflas ederken de, ülkemize ve halkımıza bir zakkum meyvesi sunuyor..  

‘Bu da geçer, yâhû!!..’ diyoruz; evet, geçer amma, deler de geçer!

 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !