10-12-2018 21:49

Kur’ân-ı Kerim’in anahtar kelimelerinden: Rab

Ulûhiyyet, kendisini Allah lâfzından ziyâde Rab lâfzını kullanarak izhâr etmiştir. Kur’ân’da Rab kelimesi 980 kez geçerken Allah Lâfzı 2697 kez geçmektedir.

Kur’ân-ı Kerim’in anahtar kelimelerinden: Rab

Fatma Serap Karamollaoğlu / Dünya Bizim

Türkçemizde bu kelimeyi aynen Rab olarak kullandığımız gibi, bu kökten türemişterbiye, mürebbi kelimeleri de hepimiz tarafından bilinmektedir.

Rab ismi Kur’ân’ın iniş tertibinde ilk geçen isimdir.

Bir şeyi kemâle ulaştırmak, noksanlıklarını temizleyerek ve güzelleştirerek gidermek demektir. Bu gelişme; zâtî, ârizî, itikadî, örfî, amelî, edebî, ilmî yönlerden olabilir. İnsan, hayvan ve bitki için de kullanılır. [1]

Kelimenin çoğulu erbâb şeklindedir.[2]

Rab (رَبَّ) kelimesi Kur’ân’da 4 farklı formda 980 kez geçer.

  • 975 kere rabb (رَبّ) / Rab olarak,
  • 1 kere rabāib (رَبَآئِب) / Zifafa girdiğiniz kadının kızı (yani üvey kız) (Nisâ / 23),
  • 3 kere rabbāniyyin (رَبَّٰنِيِّن) / Rabb’e kulluk eden kişi (Âl-i İmrân / 79),
  • 1 kere ribbiyyūn (رِبِّيُّون) / Kendini Rabbine adamış kişi manasında gelmiştir. (Âl-i İmrân / 146).[3]

Râgıp el-İsfahânî kelimeyle ilgili özetle aşağıdaki tespitlerde bulunmuştur:

Asıl anlamı terbiye etmek, yetiştirmektir. Bu da bir şeyi olgunluk derecesine ulaşıncaya kadar aşama aşama inşa etmek demektir.

Çoğulu أَرِبَّة (errabiye) ve رُبُوب (rûbûb) şeklindedir.

Buluta رَبَابٌ (rabâb) denir. Bu ismin verilmesi bitkiyi yetiştirmesi dolayısıyladır.[4]

Muhammed Esed mealinde bu kelimeyi şöyle açıklar:

Arapça Rab kelimesi, başka bir dilde tek bir terim ile kolayca ifade edilemeyecek kadar geniş ve girift bir anlamlar demetini kapsar. Bu ifade, bir şeyin sahipliği ve bunun gereği olarak o şey üzerinde otorite iddiasında bulunma ve bir şeyi başından sonuna kadar kurma/oluşturma, sürdürme ve besleme kavramlarını içerir. Bu çerçevede bir aile reisi, rabbu'd-dâr / evin efendisi olarak adlandırılır, çünkü ailesi üzerinde bir otoriteye sahiptir ve onun idamesinden sorumludur. Aynı şekilde, karısı da rabbetu'd-dâr / evin hanımı olarak çağırılır. Belirtme takısı (harf-i tarif ) olan el ile başladığında rabb, Kur’ân'da, özellikle bütün kâinatın yegâne besleyicisi ve idame ettiricisi -hem objektif, hem de kavramsal olarak- ve dolayısıyla her türlü otoritenin nihaî kaynağı olan Allah için kullanılır.[5]

Rablık sıfatının tecellisi

Nusret Tura da bu kelimenin terbiye edici manasında olduğunu söylemiş şu açıklamayı yapmıştır:

Her ana-baba çocuklarının rabbidir. Her amir memurlarının rabbidir. Her yaşta büyük, en küçüğünün rabbidir. Hakkı’n rablığından bulaşmış bir terbiye edicilik sıfatı vardır. Yedi yaşında bir çocuk bile beş-altı yaşındaki kardeşine bir şeyler öğretmeye, emirler vermeye kalkar. Rablık sıfatının tesirinden kurtulamaz. Cenab-ı Hak, Rabbü’l-erbabdır. Rabbü’l-âlemindir. Yani Rablerin Rabbi ve âlemlerin rabbidir.[6]

Suat Yıldırım bu isim hakkında özetle şunları söyler:

Rab kelimesi mârife olarak er-Rab şeklinde sâdece Allah hakkında kullanılır. Herhangi bir isme muzâf olarak İslâm’dan önce de sonra da insanlar için kullanılmıştır.

Kur’ân’ın ilk muhâtabları Allah’ı bir mefhûm olarak biliyorlardı. Allah adını kimseye vermiyorlardı. Allah için Rab kelimesini de kullanıyorlar ama bu ismi putları için de kullanıyorlardı. Genel olarak bütün tapınmalarını yanı başlarında olan müşahhas putlarına yöneltmiş, Allah’ı teorik olarak değilse bile fiilen terk etmişlerdi. Onu ancak dara düştüklerinde hatırlarlardı. Dolayısıyla Rab kelimesi onların düşüncesinde ilk önce putlarını ifâde eder olmuştu. Allah kavramı ise rubûbiyet olmaksızın çok uzaklarda, fonksiyonlarını yitirmiş bir hâlde kalıyordu.

Kur’ân onların dilinde kalmış Allah lâfzına, gerçek muhtevâsını yeniden kazandırmak için ancak Allah’a âid olabilecek bu kelimeyi düşürüldüğü müptezel durumdan yükseltmeliydi. İşte bu yüzden Rab kelimesi Rabbi’n, Rabb’i, Rab’leri şeklinde gelerek gerçek Rablerinin Allah olduğu inancı yerleştirilmek istenmiştir.

Ulûhiyyet kendisini Rab lâfzıyla izhar etmiştir

Bu sebeple başlangıçta ulûhiyyet, kendisini Allah lâfzından ziyâde Rab lâfzını kullanarak izhâr etmiştir. Kur’ân’da Rab kelimesi 980 kez geçerken Allah Lâfzı 2697 kez geçmektedir. Buna rağmen ilk nâzil olan 30 sûrede 80 kez Rab, 20 kez Allah ismi geçmiştir. Gerek nüzûl sırasına, gerek tertibe göre ilk geçen isim yine Rab ismidir. 31-41 arasındaki sûrelerde ise 89 Rab ismine mukâbil 76 Allah lâfzı vardır. Bundan sonra Allah lâfzının kullanımı giderek artmıştır.

İnsan psikolojik olarak kendisini ilgilendiren, kendisine nispet olunan şeylere karşı ilgi duyar. İfadeye güç katmak ve muhâtab üzerinde daha etkili olmak için ulûhiyyet muhâtaba izâfe edilerek meselâ Rabb’iniz şeklinde kullanılır. “Ey insanlar! Sizi yaratan Rabbi’nize kulluk edin demekle Ey insanlar! Allah’a kulluk edin” demek arasında fark vardır. Bu şekilde muhataba izâfe edilerek kullanımda muhâtabın üzerinde uyanan etki farklıdır. Bu durumda muhataba bir değer atfedilmiş olur. Allah ismi ise hiçbir zaman izâfetle kullanılmamıştır.

Sonuç olarak; Allah isminin mutlak ve mücerred olarak ulûhiyyet ifâde ettiğini söyleyebiliriz. Ama ulûhiyyetin tanıtılması gerekir. Tanıtmak için de husûsiyetlerini, icraatlarını belirtmek, bunun için de bir takım mefhûmlara izâfe etmek gerekir. İşte ulûhiyyet bu izâfeyi İlâh ve Rab isimlerini kullanarak yapar.[7]

Bu isim Rasûlullah’ın (sas) sahipsiz olmadığını hatırlatırken, diğer taraftan da kul olduğunu ona ve ümmetine vurgulamaktadır. İlk nazil olan Alak sûresinde Rab ismi 3 kere geçerken, Allah ismi bir kere geçmektedir.

Kur’ân’da Rab ismiyle yapılan pek çok dua vardır. En geniş kapsamlı olan en sevdiğimiz duayla bu yazıyı bitirmek istiyoruz:

رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

“Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.” (Bakara/201)

Konuyla ilgili altyapısı olanlar için ilave bilgiler ve Kur’ân’da geçtiği ayetlerde örnekler:

Rab kelimesi; şekil olarak fâil için müstear olan bir masdardır. Kur’ân-ı Kerîm geldiği sırada Arapçada itaat olunan efendi, herhangi bir durumu düzelten kimse, bir şeyin mâliki anlamlarına geliyordu.

Arapçada ismi fâil yerine masdar kullanılması mübâlağa gâyesiyle olur. Fiilin aslı ile fâil arasında bir aynılığı, fâilin fiili kemâl manada gerçekleştirdiğini ifâde eder. Mürebbî yerine Rab masdarının kullanılması; hâkimiyet, inâyet, tedbîr, telkîn, irşâd, tasarruf, emir ve nehiy, terğîb ve terhîb, taltîf ve takdîr gibi terbiyenin bütün gereklerine mâlik, kuvvetli ve ekmel bir mürebbî anlamına delâlet eder.[8]

Tek türevi olan berere (برر) kelimesi (Kur’ân’da 32 kez geçer) hürmetkar, saygılı, sadık, bağlı olmak demektir.[9]

Rab kelimesinin Kur’ân’daki manalarıyla ilgili ayetler:

1-Yaratıcı:

رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ

Yûsuf 101: “Ey Rabbim! Bana nüfuz ve iktidar bahşettin; olayların altında yatan gerçekleri kavrayıp açıklama bilgisi verdin.”

قَالَ فَمَن رَّبُّكُمَا يَا مُوسَى (49) قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى

Tâ-Hâ 49-50: “Firavun: Sizin Rabbiniz de kimmiş ey Mûsâ!" dedi. O da: «Bizim Rabbimiz her şey'e hilkatini veren, sonra da doğru yolunu gösterendir» dedi.”

قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ (23) قَالَ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا إن كُنتُم مُّوقِنِينَ

Şuarâ 23-24: “Firavun dedi ki: «Alemlerin Rabbi nedir?». Eğer işin gerçeğini bilmek isterseniz söyleyeyim: O, göklerin, yerin ve ikisi arasında olan her şeyin Rabbi’dir.”

2-Kendini Rabbi’ne adamış kişi:

وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ

Âl-i İmrân 146: “Nice peygamberler vardı ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostları savaştılar.”

إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُواْ لِلَّذِينَ هَادُواْ وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُواْ مِن كِتَابِ اللّهِ

Mâide 44: Muhakkak Tevrat'ı Biz indirdik, onda bir hidâyet ve bir nûr vardır. Müslim olan nebÎler onunla Yahûdîlere hükmederlerdi. Din âlimleri, fakîhler de Allah Teâlâ'nın kitabını muhâfazaya memur olmaları sebebiyle onunla hükümde bulunurlardı.

لَوْلاَ يَنْهَاهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالأَحْبَارُ عَن قَوْلِهِمُ الإِثْمَ وَأَكْلِهِمُ السُّحْتَ

Mâide 63: “Din bilginleri, fakîhleri onları günah sözlerinden ve haram yemelerinden nehyetmeli değil midirler?”

3-Üvey kız:

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالاَتُكُمْ وَبَنَاتُ الأَخِ وَبَنَاتُ الأُخْتِ وَأُمَّهَاتُكُمُ اللاَّتِي أَرْضَعْنَكُمْ وَأَخَوَاتُكُم مِّنَ الرَّضَاعَةِ وَأُمَّهَاتُ نِسَآئِكُمْ وَرَبَائِبُكُمُ اللاَّتِي فِي حُجُورِكُم مِّن نِّسَآئِكُمُ اللاَّتِي دَخَلْتُم بِهِنَّ

Nîsâ 23: “Sizlere şunlar haram kılındı: Anneleriniz, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kızkardeşlerinizin kızları, ve sizi emziren süt annelerinizle süt kızkardeşleriniz ve kadınlarınızın anneleri ve kendileriyle zifafa girdiğiniz kadınlarınızdan evlerinizde bulunan üvey kızlarınız...”

4-Sâhip, efendi, idâreci:

وَقَالَ لِلَّذِي ظَنَّ أَنَّهُ نَاجٍ مِّنْهُمَا اذْكُرْنِي عِندَ رَبِّكَ

Yûsuf 42: “Bu ikisinden kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: «Beni efendinin yanında an».”

وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونِي بِهِ فَلَمَّا جَاءهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ إِلَى رَبِّكَ فَاسْأَلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ اللاَّتِي قَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ إِنَّ رَبِّي بِكَيْدِهِنَّ عَلِيمٌ

Yûsuf 50: “Melîk dedi ki: «Onu (Yûsuf’u) bana getirin». Bunun üzerine ona elçi gelince: «Efendine dön de ellerini kesen o kadınların derdi neydi, kendisine sor. Şübhe yok ki benim Rabbi’m onların fendini hakkıyle bilicidir» dedi.”[10]

 


[1] Hasan el-Mustafavî, et-Tahkîk, Merkez Neşr Âsâr Allâme el-Mustafavî, c. 4 s. 22.

[2] Serdar Mutçalı, Dağarcık, İstanbul, Dağarcık Yayınları, 1995, s. 303.

[3] corpus.quran.com internet sitesi.

[4] Râgıb el-İsfehânî, Müfredât, 1. Baskı, İstanbul, Çıra Yayınları, 2006, c. 1, s. 466-468.

[5] Muhammed Esed, Kur’ân Kavramları, 1. Baskı, İstanbul, İşaret Yayınları, 2016, s. 265.

[6] Nusret Tura, Gönül ve Aşk, 1. Baskı, İstanbul, 1995, İnsan Yayınları, s. 131.

[7] Suat Yıldırım, Kur’ân’da Ulûhiyyet, 2. Baskı, İstanbul, Kayıhan Yayınları, 1997, s. 89-93.

[8] Suat Yıldırım, Kur’ân’da Ulûhiyyet, 2. Baskı, İstanbul, Kayıhan Yayınları, 1997, s. 89-93.

[9] Serdar Mutçalı, Dağarcık, İstanbul, Dağarcık Yayınları, 1995, s. 46.

[10] Mehmet Okuyan, Kur’ân-ı Kerîm’de Çok Anlamlılık,

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !