Şükrü HÜSEYİNOĞLU
KÜRT SORUNU: ÇÖZÜMSÜZLÜK MÜ, ÇÖZÜM MÜ?
Kürt sorununu çözümsüzlüğe mahkum edip içinden çıkılmaz hale getiren temel etken, bu sorunun çözümsüzlüğü üzerine hesap yapan ve politik, ekonomik ve stratejik menfaatlerini bu sorunun çözümsüzlüğüne bağlayan aktörlerin varlığıdır. Gerek sorunun direkt tarafları gerekse bölgesel ve küresel birtakım güç odakları bünyesinde Kürt sorunundan nemalanan ve bu sorunun devamı üzerine stratejilerini konumlandıran aktörler söz konusudur. Taraflar bünyesinde sorunun çözümünden yana olan ve bu yönde irade ortaya koyan aktörlerin varlığı inkar edilemez fakat insiyatifin çözümsüzlüğe oynayan aktörlerde olduğu gerçeği kabul edilmelidir.
Son dönemde artan çatışmaların ve akan kanın sorunun çözümsüzlüğünü perçinlediği ve sorunu iyice içinden çıkmaz hale getireceği aşikar olan “Olağanüstü Hal” uygulamaları için fırsat kollayan odakların işlerini kolaylaştırdığı apaçık ortadadır. Çatışma ortamının devamının giderek bölgesel çatışmaları tetikleyecek ve savaş baronları dışında kazananı olmayacak bir çözümsüzlük demek olduğunu ülkedeki vicdan sahibi herkes görüyor ve dile getiriyor.
Konuyla ilgili akademik çalışmaları bulunan Prof. Doğu Ergil, geçtiğimiz yıl yaptığı bir açıklamada PKK’nın silahlı siyasette ısrarının arkasında Kürt halkının taleplerinin bulunmadığını, işin içerisinde dış mihrakların parmağı olduğunu söylüyordu. Aynı şeyi devletin silahlı siyasette ısrarı için söylemek yanlış olmasa gerek. Devletin Kürt sorununu güvenlik merkezli algılaması ve çatışmadan medet umması Türk halkının taleplerine hizmet ediyor mu? Kesinlikle hayır! Çünkü kim ne derse desin bu ülkede toplumsal katmanlarda ne Türk halkının Kürtlerle, ne de Kürt halkının Türklerle bir sorunu vardır. Kürt halkıyla sorunu olan devlettir ve bunun temelinde de resmi ideolojinin laik/seküler temelli ulus-devlet politikaları ve bu çerçevede Kürtleri zorla “mutlu Türk” yapmayı hedefleyen dayatmaları yatmaktadır. Buna karşılık Kürtlerin haklarını savunma iddiasında bulunan PKK da Kürtleri yine laik/seküler temelde uluslaştırma yönünde bir hedef gözetmektedir ki, burada iki ulus projesinin çatışması söz konusu olmaktadır. Tabii bu ideolojik çatışma ortamının savaşa dönüşmesi, çatışmadan beslenen ve çatışma üzerine politik, ekonomik ve stratejik konumlandırma gerçekleştiren aktörlerin ortaya çıkmasını ve zamanla insiyatif almasını doğurmuştur. Bu çatışmanın sürmesi, taraflara hayatiyet kazandırmakta, çatışmanın devamı için gereken psikolojik ortamı oluşturmakta ve çatışma ortamına taraftar toplamaktadır. Bu topluma söyleyecek sözü, verecek mesajı olmayan her iki taraftaki jakoben ulusçu odaklar, çatışmanın devamını kendi varlıkları ve hedefleri için gerekli görmektedir.
Sorunun çözümsüzlüğünü besleyen bir başka etken de, dış odakların mesele üzerindeki hesaplarıdır. Bugün artık Kürt sorunu kadar “Kürt kartı” ifadelerini de sık sık duyuyorsak, bu, meselenin geldiği noktada nasıl bir karmaşıklığa ve çözümsüzlüğe mahkum edildiğinin açık bir göstergesidir. Yerel, bölgesel ve küresel çeşitli güç odakları Kürt sorunundan kendi menfaatleri için nemalanmak adına “Kürt kartı”nı bir silah olarak kullanmaktadır bugün.
Meselenin böylesine çözümsüzlüğe mahkum edildiği ve sorunla ilgili insiyatif sahibi birtakım güç odaklarının sorunun çözümü yerine devamı için çabaladığı bir süreçte bulunuyoruz kısacası.
Peki çözüm nedir? Çözüm; sorunu çözümsüzlüğe mahkum eden mevcut taraf ve aktörlerin Kürt sorunu üzerindeki insiyatifini zayıflatacak ve Türküyle Kürdüyle bu toplumu yeniden İslam kardeşliği çatısı altında kaynaştırıp sevinçte, kederde, tasada bir kılacak, sağcılığa, solculuğa ve ulusçuluk kirine bulaşmamış İslami bilincin toplumun gündemine güçlü şekilde taşınmasıdır.
Ne yazık ki bugün İslam adına topluma hitap eden aktörlerin çoğu, sağcılık ve ulusçuluk kirine bulaşmış bir anlayışla kitlelerin karşısına çıkmakta ve Kürt sorununda resmi ideolojiden çok farklı bir perspektif ortaya koymamaktadırlar. Yıllardır yaşanan ve karşılıklı verdirilen kayıplarla sonu gelmez şiddet sarmalı üreten mevcut iç savaşa bir Müslümanın taraf olması, İslam’ın ilkeleri uyarınca mümkün değildir. Müslümanlar, tam bir şiddet sarmalı halini almış olan ve çözümsüzlüğü besleyen mevcut çatışma ortamını kutsayan mevcut tarafların safında yer alamaz. Müslümanlar, bu yürekler yakan, ocaklar söndüren sorunun çözümü için tarafların ulusçu tamtamlarına eşlik etmekten titizlikle kaçınmalı, çözümün yegane adresi olan İslam kardeşliği ortak paydasını kalın hatlarla toplumun gündemine taşıma gayretinde olmalıdırlar.