Ahya Aras
Müslümanlara Allah’a, Rasûlüne ve kendilerinden olan emir sahiplerine (ûlu’l-emr) itaat etmelerinin emredilmesi (Nisa, 59) hem İslamî siyasetin en önemli bir rüknünü hem de Müslüman hayatının asli dokusunu oluşturmaktadır. Biz bu yazıda bilhassa altı aydır Müslümanların gündeminin bir numaralı maddesi olarak sıcaklığından hiçbir şey kaybetmeyen Gazze cihadı bağlamında “sizden olan emir sahipleri”nin ne anlama geldiğine dair kısa bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.
Allah’a itaat Kur’an’a itaattir. Rasûle itaat, Nebî (sav)’in sünnetine tabi olmaktır. Bu ve benzeri ayetler Rasûlullah’ın sünnetinin saç-sakal-entari-misvak olduğunu sanmanın kifayetsizliğini göstermektedir. Sünnet, itikattan amele bütün hayatı kapsamaktadır ve sünnetin ana unsuru da siyasettir. Peki, “Sizden olan emir sahipleri” kimlerdir ve nasıl bir siyasete işaret etmektedir?
Nisa suresinin 59. ayeti “Ey iman edenler!” diye başladığına göre, “Sizden olan emir sahiplerine de” sözü, emir sahiplerinin müminlerden olması gerektiğini göstermektedir. Yani söz konusu olan, müminlerin, mümin yöneticileridir. Allah’a itaatten, Rasûle itaatten sonra “müminlerden olan emir sahipleri”nin zikredilmesi onlar için en büyük şereftir. Allah her kime müminlerin yöneticisi olmayı nasip etmişse, ona en büyük hayrı bahşetmiş demektir.
Bir kişinin müminlerin ûlu’l-emri olması demek, en başta yöneticisi olduğu devletin İslamî olması, ikinci olarak da yöneticinin kendisinin hem kişi olarak mümin olması hem de siyasetinin İslamî olması demektir. Herhangi bir ülkenin rejimi İslam’a göre kurulmamışsa, bilakis rejim İslam’ı tanımama esasına göre düzenlenmişse, o ülkeyi yöneten insanların ferdî olarak inançlı, namazlı-niyazlı olmaları onları müminlerin ûlu’l-emri yapmaz. Çünkü ülkenin siyasi yapısı müminlerin Müslümanca siyaset yapmalarına izin vermemekte, bilakis Müslümanlar Müslüman olmayan bir hayata icbar edilmektedirler.
Rasûlullah (sav)’in İslam tebliğinin Mekke döneminde on üç yıl boyunca sadece “la ilahe illallah” davasına odaklanması, müşriklerden gelen onca uzlaşma teklifini kesin bir dille reddetmesi boş yere değildi. Bir şehir içi toplu taşıma minibüsünün bile güzergahını herhangi bir şoförün değiştirmesi mümkün değilken, bir ülkenin rejimini ve toplum yapısını, “ben de sizdenim” diyerek ‘içeriden’ değiştirmek mümkün olabilir mi? İslamî siyaset açık, net, ilkeli ve dürüst olmayı, bedel ödemeyi gerektirmektedir.
Türkiye gibi ülkelerde seçimle işbaşına gelen Cumhuriyet hükümetleri, başkanlar ve başbakanlar hiçbir zaman müminlerin ûlu’l-emri olmamışlardır, olmaları da mümkün değildir. Onlar ancak rejimin temelinde yatan ve bütün kurumlarına rengini vuran ideolojiye hizmet ederler. O ideoloji ile hem kendileri dönüşür hem de namazlı-niyazlı halkı dönüştürürler. Ava giderken avlanırlar da ne kadar mahir bir avcı olduklarını söyleyerek övünürler. Geçmişi İslam’a dayanan bir halkı, ‘komünistler’ ve ‘dinsizler’ değil, dinliler İslam’sız bir hayata ikna edebilirler.
7 Ekim’de başlayan Gazze cihadı kimin müminlerin emîri, kimin uluslararası Siyonist zorbaların emîri olduğunu açıkça göstermiştir. Aslında olayı 7 Ekim 2023 tarihinden başlatmak da yanlış ve yanıltıcıdır. İsrail adında bir terör devletiyle Filistin’in işgal edilmesine hiçbir itirazı olmayan, tam tersine İsrail’i tanımakta, ikinciliği kimseye kaptırmayacak kadar acele eden bir rejimi kim yönetirse yönetsin, ûlu’l-emirlikten bahsetmek abestir. Türkiye’de, Nisa suresinin 59. ayetini tasdik edecek şekilde, “sizden olan” kaydına uygun bulacağımız bir ûlu’l-emr bulunsaydı, Gazze’yi bir mezbahaneye çeviren katil Siyonist devlete karşı bir adım atar, küçük de olsa bir yaptırım uygulardı. Maalesef Türkiye, Gazzeli kardeşlerinin gözlerini yolda koymuş, genci-ihtiyarı ile bütün Gazzelilerin adım başı tekrarladıkları “hasbunallahi ve ni’mel vekîl” sözlerini daha bir dokunaklı yapmıştır. Yani Gazzeliler hal diliyle, “Türkiye gibi kardeşlerimiz bize gelmiyorlarsa, Allah bize yeter, o ne güzel vekildir!” demektedirler.
Bir ülkeyi, ABD’ne ve İsrail’e hizmet eden üsler örümcek ağı gibi ele geçirmişse, yöneticilerin kimin halayığı oldukları bellidir. Türkiye ne acıdır ki İslam’a ve Müslümanlara değil, batılı ülkelere hizmet etmekte, onlara ûlu’l-emr olmaktadır. Türkiye bir Nato ülkesidir ve onu Nato’ya girdirenler de Nato’da tutanlar da muhafazakâr iktidarlardır. Ve Gazze Nato silahlarıyla vurulmaktadır. Muhafazakâr iktidarın da bu olaya söyleyeceği bir çift söz bile bulunmamakta, elsiz ve dilsiz durmaktadır. İktidar, Siyonist saldırı için kullanmadığı elini ve dilini, İsrail’le ticaret durdurulsun içerikli pankartlar ve afişler açan insanları provokatör ilan etmede kullanmakta, insanları töhmet altında tutmaktadır.
İktidar bütün enerjisini yerel seçimlere teksif etmiştir. Halbuki Gazze’de insanlık dünyanın en şirret ve ahlaksız bir şebekesi tarafından imha edilirken, Türkiye’de büyük veya küçük şehirlerin belediye başkanlıklarını kazanmak kimseye hayır etmeyecektir. Muhafazakâr iktidar tıpkı Mavi Marmara seferini düzenleyenleri “giderken bana mı sordunuz?” diye azarladığı gibi, gün gelir de İzzettin Kassam Tugayları’nı da “Aksa Tufanı’nı başlatırken bana mı sordunuz?” diye azarlarsa şaşmamak gerekir.
Konuyla ilgili uygun bir örnek de Suudi Arabistan devletidir. Suudi devletinin paralı hocalarından birinin bir Ramazan akşamında Kabe’de dua ederken “ke’ennehum bunyanun mersûs” ayetini telaffuz etmesi hayatın en büyük çelişkilerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Petrol parasıyla beslenen hocanın atıf yaptığı ayette “Muhakkak Allah O’nun yolunda birbirine kenetlenmiş bir yapı gibi saf tutarak savaşanları sever” buyrulmaktadır. Paralı şeyhi istihdam eden hanedanlık ise Müslümanlarla değil, Gazze’yi tamamen imha etmeye niyetlenmiş olan İsrail’le, ABD ile kenetlenmeyi, onlarla saf tutmayı sevmektedir. Yusuf’un kuyuya atılması Yakub (as)’ın gözlerine boz indirmişti. Yusuf bir tek kişiydi. Gazze’de ise on binlerce Yusuf, dedeleri Kenan’ın ilinde “şeyâtînu’l-ins” tarafından, kuyuya dönüştürdükleri evlerinin enkazına atılmaktadır, kimsenin gözüne de boz inmemektedir. Bu esnada Suudilere sorarsak, onların da Hâdimu’l-Harameyn oldukları zannına kapılarak kendilerini “ûlu’l-emr” aynasında gördüklerinde şüphe yoktur. Gerçi ûlu’l-emr oldukları doğrudur ancak müminlerin değil Amerika’nın, İngiltere’nin ve İsrail’in ûlu’l-emri, nam-ı diğer emir kulları…
Fe-sabrun cemîl.
(İktibas Dergisi)