Şükrü HÜSEYİNOĞLU

08 Haziran 2013

MAHKÛM DEĞİL, HÂKİM OLAN ALLAH'A İMAN ETMEK

“Onlar, Allah'ı hakkıyla takdir edemediler. Oysa Allah güçlüdür, azizdir.”  (Hacc, 22/74)

"En güzel isimler Allah'ındır, O'na o isimlerle dua edin, O'nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir."  (A’râf, 7/180)

Bilindiği gibi insanlık tarihinde Allah'a inanmayan insanlar çok az olmuştur. Genelde insanlar bir yaratıcının varlığına inanmış ve O’na yaklaşmak ve O’nu razı kılmak için ibadetlerde bulunmuşlardır. İnsanlık tarihindeki temel sorunun inançsızlık değil yanlış inanç olduğunu görüyoruz. Tarihte olduğu gibi bugün de insanların çoğu Allah’a inanmaktadır, fakat yine mesele bu inancın mahiyetinde ortaya çıkmaktadır.

Bugün de temel sorun, Allah’ı hakkıyla takdir edememek, Allah hakkında doğru bilgi ve inanç yerine, yanlış anlayış ve tasavvurların hâkim oluşudur.

Yüce Allah'ı doğru tanımak ve O'na gereğince iman etmek, doğru bir din ve hayat tasavvurunun temelini oluşturmaktadır. Aksi durumda ise gerek din algısı, gerekse toplumsal ve siyasal işleyişlerde şirk kaçınılmaz hale gelmektedir. Duada ve ibadette doğrudan Âlemlerin Rabbi'ne yönelmek yerine aracılarla tevessül şirkine yönelen yanlış din anlayışlarının ortaya çıkmasının da, bugün dünyada hâkim kültür olan laisizm tuğyanının kendisine hayat alanı bulmasının da sebebi, insanların Yüce Allah'ı doğru tanımaması, gereğince takdir edememiş olmasıdır. Tüm bu bâtıl anlayış ve kültürlerin temelinde Allah hakkındaki yanlış anlayış ve inanışlar yatmaktadır.

Bilindiği gibi Kur’an davetinin ilk muhatapları olan Mekkeliler, aralarındaki çok az sayıdaki inançsızın aksine Allah’a inanıyor ve namaz, kurban, hac gibi ibadetlerle O’nun rızasını kazanmaya çalışıyorlardı. Onların putlara tazimde bulunup, duada putlara yönelmelerinin temelinde de Allah’a yaklaşma ve O’nu razı kılma gayesi yatmaktaydı.

Kur’an’ın şu beyanları bu gerçekleri ifade etmektedir:

“De ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve içinde olanlar kimindir?

Allah'ındır, diyecekler. De ki: Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?

De ki: Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?

(Bunlar da) Allah'ındır, diyecekler. De ki: Yine de sakınmayacak mısınız?

De ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Her şeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor.

'Allah'ındır, diyecekler. De ki: Öyleyse nasıl oluyor da (böyle) büyüleniyorsunuz?”(Mü’minun, 23/ 84-89)

“Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere ibadet ederler ve: Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir, derler. De ki: Siz, Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve yücedir.”  (Yûnus, 10/18)

“Dikkat edin; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) Biz, bunlara bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz. Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerde hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.” (Zümer, 39/3)

Evet, insanlığın temel sorunu, tarih boyunca da günümüzde de inançsızlık değil şirk olmuştur ve zaten Kur’an’da Rabbimizin gündeme getirdiği ve tashih etmek için ölçüler bildirdiği konu da yanlış Allah tasavvuru ve bu tasavvurdan kaynaklanan şirk inancı olmuştur.

Aristo başta olmak üzere kimi Yunan filozoflarının “Tanrı kainata ilk hareketi veren(muharriki evvel)dir. Ondan sonra kainat kendi kendini idare edip yönetmiştir” şeklindeki anlayışı da, müşrik toplumların Allah’ı uzak ve ulaşılmaz gören anlayışları da, kadim toplumların “Gök Tanrı” inanışları da, Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın her an yaratmada ve gözetlemede olduğu, hükmeden ve hayata müdahale eden gökleri, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi olduğu hakikatine muhalif anlayışlar olarak ortaya çıkmışlar ve bugüne kadar yaşatılmışlardır.

Günümüzde hâkim kültür olarak varlığını sürdüren laisizmin kaynağı da, Yüce Allah’a doğrudan kulluk ve dua yerine aracılarla tevessül anlayışına dayalı mistik kültürlerin kaynağı da söz konusu yanlış Allah anlayış ve inanışlarıdır.

Bu tür yanlış anlayış ve inanışlarla insanlar, Yüce Allah’a haşa had bildirmeye, sınır koymaya kalkışmışlardır. Yoktan yaratmış olduğu insana, yeryüzüne ve tüm varlığa ölçü ve sınır koyan, hükmeden ve belirleyen hâkim bir Allah inancı yerine, insanlar tarafından tanımlanan, insanların kendisi için sınır belirlediği, neye karışıp neye karışmayacağını insanların karara bağladığı mahkûm bir Allah inancı yerleşik hale getirilmiştir.

Bu yanlış inançları şöyle sıralayabiliriz:

1-     Kainatı yaratıp (haşa) köşesine çekilmiş, hayata müdahil olmayan Allah inancı. Yunan filozoflarının inancı da, bugün onların yolunu sürdüren hâkim Batı kültürünün yaklaşımı da budur. Laisizmin kaynağı da bu anlayışa dayamaktadır. Oysa Rabbimiz, yarattıklarını başıboş bırakmadığını, onları her an gözetlediğini bildirmekte, Peygamberler ve Kitaplar göndererek insanlara yol göstermekte ve insanları Hesap Günü dünyada yapıp ettiklerinden hesaba çekeceğini bildirmektedir.

2-     Kendisine kolay ulaşılamayan, uzak olan Allah inancı. Oysa Rabbimiz kendisinin bize şah damarımızdan da yakın olduğunu bildirmektedir:

“Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kâf, 50/16)

3-      "Gök Tanrı" inancı. Yani sadece gökleri idare eden bir Allah inancı. Oysa Rabbimiz birçok ayeti kerimede kendisinin göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin Rabbi olduğunu beyan etmekte (Bkz.: Sâffât, 37/5; Nebe’, 78/37) ve "Yaratmak da, emretmek de Allah'a aittir" buyurmaktadır. (A'raf 54. Ayet)

4-      Hep affeden, sadece merhamet sahibi olan Allah inancı. Oysa Rabbimizin affı gibi cezalandırması da olduğunu, Rahman ve Rahim olduğu gibi Kahhar ve Muntakim de olduğunu Kur'an bize bildirmektedir. Rabbimiz Kur’an’da kendisini şöyle tanıtmaktadır:

“Bilin ki, Allah gerçekten cezası pek şiddetli olandır. Ve Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Mâide, 5/98)

“Sana söylenen şeyler, senden önceki elçilere söylenenden başkası değildir. Şüphesiz, Rabbin, hem elbette mağfiret sahibidir, hem de acı bir azab sahibidir.” (Fussilet, 41 /43)

Kur’an’da, şeytanın, insanları Allah’ın merhametiyle aldatma çabasına karşı uyarı yapılmaktadır:

“Ey insanlar! Hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı da, sizi Allah ile (Allah'ın merhametine güvendirerek) aldatmasın.” (Fâtır, 35/5)

Bizler, Rabbimizi, Kitab-ı Keriminde bize kendisinin tanıttığı gibi tanır, öylece iman ederiz. Yaratmanın olduğu gibi, emretmenin de O'na ait olduğuna iman ederiz. O’nun sadece göklerin değil, yerlerin de Rabbi olduğunu, sadece mabedlerin değil çarşı-pazarın ve parlamentoların da Rabbi olduğunu biliriz, bu akideyi yeryüzüne hâkim kılmaya çalışırız. Rabbimizin bize şah damarımızdan da yakın olduğu bilinciyle ancak O’na yönelir, duada ve ibadette asla aracılara tevessül etmez, hanifler ve muhlisler olarak yüzümüzü ancak O’na doğrulturuz. İzzeti ancak O’nun yanında arar, O’ndan başkasını rabb ve ilah edinmekten titizlikle sakınırız.