28-07-2017 15:00

Mehmet Pamak`ın `İzzeti Yanlış Yerde Aramak` kitabı üzerine...

Sadullah Deniz, Mehmet Pamak`ın iki cilt halinde yayınlanan İzzeti Yanlış Yerde Aramak adlı eserini sitemiz okurları için değerlendirdi...

Mehmet Pamak`ın `İzzeti Yanlış Yerde Aramak` kitabı üzerine...

Sadullah Deniz / İslam ve Hayat

Yaklaşık 22 yıl aradan sonra Maruf Yayınları tarafından yayımlanan Mehmet Pamak'a ait, İZZETİ YANLIŞ YERDE ARAMAK isimli eser 2 ciltten oluşmaktadır. Birinci cilt 496 sayfadan ve 7 bölümden oluşurken ikinci cilt ise 608 sayfadan ve 9 bölümden oluşmaktadır.

Kitabın tanıtımını yaparken bizde tıpkı Maruf Yayınlarının yaptığı gibi Mehmet Pamak'a bir başlık açmak istedik. Bilindiği üzere yazarın hayatı başlı başına bir kitap konusudur. Kitabın daha iyi anlaşılabilmesi için yazarı kısaca tanıtma ihtiyacı hissettik.

Mehmet Pamak; Aslen Van’lı olup ailesinin sürgün edildiği şehir; Çanakkale'nin Ezine ilçesinde dünyaya gelmiştir. Ailesinin de aktif bulunduğu siyasette kendisi de gençliğinde ülkücü harekette görev yaptığı gibi MHP hareketinin kuruculuğunu üstlenmiştir. Siyasî yaşamındaki hareketliliğiyle gerek arayış içinde olduğu dönemde iletişime geçtiği tarikatların, küçükten büyüğüne islami topluluklarla bir süreç yaşadığını da görmekteyiz.

Bu arayışın sonucunda Mehmet PAMAK İslâm’la tanıştıktan sonra özellikle siyasal alandaki mücadelesiyle tevhidi camialara ve gençlere örneklik teşkil etmiştir.  İslâm ile küfür(lâik şirki tağuti sistem)  arasında uzlaşma, birleşme ve bütünleşme iddiası ve hevesi içerisinde olan kişi, kurum veya kuruluşları emr-i bil maruf nehy-i anil münker çerçevesinde Allah rızası için uyarmaktadır. Bununla birlikte onları İslâm’ın temellerine Kur'an ve Sünnete davet etmektedir. İslâm’la tanıştığı günden itibaren Kur'an-ı anlama, yaşama ve yaşatma hevesi içerisinde olan yazar Tevhid'i bilince ulaştıktan sonra tağuti ve şirki tüm unsurlardan arınmaya Allah 'a gereği gibi kulluk vazifesini yerine getirmeye çalışmaktadır.

İzzeti yanlış yerde aramak isimli eserde başka ne mi göreceğiz?

Lâik Kemalist sistem tarafından Müslüman kitleleri dizginlemek için kurulan Diyanet işleri başkanlığından tutunda izzeti ve şerefi devlet bürokrasisinde arayan sözde Müslümanların, iktidar olan hükümetlerin, bu bürokratlara yanaşan akademisyenlerin, imam hatip hocalarının, cemaat ve kanaat önderlerinin aslında davet ve tebliğe ne kadar muhtaç olduklarına bir bir şahit olacağız.

Ayrıca yazarımızla birlikte o zamanlar kapı kapı dolaşıp İslâm’ı anlamak için gayret gösteren bir kısım yol arkadaşlarının yolda karşılaştıkları geçici dünya nimetlerinin tadını aldıkları andan itibaren o yolda kaldıkları ve bu yolu ne kadar sevdikleri, örneklerle ve yaşanmışlıklarla bizlere kitapta sunuluyor.

Kitabı bölüm bölüm ele alırsak;

1. bölümdeİzzet ve şerefin ne olduğu ve ne anlaşılması gerektiğini Kur'an ayetleri ışığında açıklarken Mehmet Pamak, merkeze almış olduğu Nisa Suresi 139.ayeti sizlerle paylaşıyoruz. ''Mü'minleri bırakıp kâfirleri dostlar (veliler) edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref)  mi arıyorlar? Bilsinler ki, bütün izzet, yalnızca ve tamamen Allah'a aittir.''

           

 2. bölümde İzzeti yanlış yerde aradıkları için zillete düşenleri şu şekilde ifade ediyor.

‘’Bugün İslâmî grup tarikat ve cemaat önderlerinin önemli bir kısmı, tağuti lâik sistemi ve devletini benimsediğini açıktan ilân ederken, bir kısmı daha da ileri gidip lâik yönetimlerle, lâik siyasî kadrolarla ve liberal sağ ve sol seküler kesimlerle ilkesiz, ölçüsüz birliktelikler, ''velâyet'' çerçevesinde ilişkiler oluşturup onlarla birlikte tevhidi Müslümanlara karşı tavır koyabiliyorlar. Öyle ki, bunlar İslâm' a karşı, İsrail'den, ABD'den ve Avrupa'dan açıkça yardım isteyecek ve tek misyonunun TC'nin lâik, Kemalist vasfının devamını sağlamak, İslâm’ın gelişine engel olmak olduğunu söyleyecek kadar ileri bir ''Firavuna'' yaklaşım sergileyen başbakanlara kadrolu resmi danışman olmayı bile kabul edebiliyorlar. İslâm düşmanı lâik siyasî partilerin listelerinde İslâm düşmanları ile birlikte seçime girip hevaya göre yasa yapan parlâmentoda yer alıp İslâm’ın gelişini engellemeye yönelik siyasî programları icra etmeye katkıda bulunabiliyorlar.

 3.bölümde Belki de günümüzün en büyük kanayan yarası olan şirkin bir başka versiyonu; çoğu masum insanların bilgisizlikten dolayı 'aklı ve vahyi bırakıp' şeyh, hoca, tarikat liderlerine has kıldıkları gaybı bilme, her yaptığının bir keramet, artıklarının şifa olduğuna inanmak ve o artıkları yemek için âdeta birbirini ezen insanları ve onları saptıran bu liderleri yazarımız detaylı bir şekilde anlatmıştır.

4.BölümdeIlımlı İslâm projelerinin Türkiye versiyonu olan Abant Konsillerine ve Konsüller sonunda yayımlanan bildirilerde Allah'ın ayetlerinin nasıl az bir değer karşılığında satıldığı, Lâiklerin, Ateistlerin ve Müşriklerin bir arada İslâm’ı yeniden tanımlamaya kalkışmaları, Hele ki bu organizasyona katılan Müslümanların tutumları ve en sonunda lâiklikle İslâm’ı birleştirme ve bütünleştirme gayretleri Mehmet Pamak tarafından bir analiz ediliyor. İslâm’ı parçalamayı ve tahrif etmeyi hedefleyen bu oluşuma yazar Mehmet Pamak ''Mü'minlerin Dinin Sabiteleri Alanında farklı bir tercih özgürlükleri olmadığı'' başlığı altında şöyle açıklıyor: İslâm’ın sabiteleri, değişmezleri alanında muhkem nasslarla belirlenmiş ilke ve ölçülerinde kimse yeni bir şeyler söyleyemez, bunları değiştirmeye teşebbüs edemez. Mü’minlerin, Allah ve Resul’ünün hükme bağladığı herhangi bir konuda yeni bir tercih yapma hak ve özgürlükleri yoktur.''Allah ve Resul’ü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min olan bir erkek ve mü'min olan bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapıtmıştır''.(Ahzab suresi 36.ayet)

Bir diğer husus Gülenist hareketle içli dışlı olup bu konsüllere katılanların amaçladıkları ve kazandıkları neydi sorusu şu geçirdiğimiz günlerde yaşanan darbe süreci ve hemen akabinde bu hareketin yanlış olduğuna kanaat getiren sivil, akademisyen, bürokrat ve daha nice çıkarcı kesimin hesapları ne oldu da tepe taklak oldu. Umut edilen bu hatanın farkına varanlar Allah'a teslim olup Kur'ani bir çizgi izlemeleriydi. Yazar Mehmet Pamak şu cümlelerle konuyu izah etmektedir.''Bu toplantılara koşup da Gülen'in emperyalist güçlerin desteklediği, Allah'ın dini İslâm’ı tahrif etme, ''ılımlılaştırma'',''Protestanlaştırma'' çalışmalarına yıllarca destek verenler, bu yanlış yerlerde imkân, itibar ve izzet ararken, hem dünyalarına hem de ahiretlerine zarar veren büyük bir zillete sürüklendiler. Şimdi Gülenist darbe süreçleri sonunda gelinen noktada ise, kendilerini hesaba çekmeden Gülen'e ağır eleştiriler yapmaktan çekinmiyorlar. Bunu bile, yine çoğunluk olarak tevbe edip izzetin tamamı yanında olan Allah'ın dininin ilkelerine sadakat çizgisine dönerek ve doğru yerde durarak yapmıyorlar. Gülen'e tepkilerini bile, geçmişte Allah'ın dinine zarar verdikleri batıl çizgiyi terk edip izzeti doğru yerde arayarak değil de, yine bir başka yanlış yerde, bu sefer AKP hükümeti ve Erdoğan'ın yanında arayarak ve yine başka bir yanlışa sürüklenerek ortaya koyuyorlar. Üstelik şimdi bile gecikmiş olarak da olsa Gülen'in sadece geleneksel hurafelerine yönelik eleştirilerde bulunuyorlar. Gülenist grubun lâiklik, ulusalcılık, demokrasi ve kapitalizmle İslâm’ı uzlaştırmaya, sentez etmeye yönelik on yıllardır yaptığı büyük tahrifata, Protestanlaştırma çabasına tek bir eleştiri cümlesi kurmuyorlar. Çünkü Gülen' e karşı tercih ettikleri taraf olan AKP de aynı işlevi yıllardır sürdürmeye devam ediyor''.

5.Bölümde Yazar Mehmet Pamak Lâik sistemin partilerinde ve parlâmentosunda izzet ve itibar arayan Müslümanlara değiniyor. Özellikle başlarda İslâm çizgisinde mücadele edenlerin sonraki süreçlerde lâik tağuti sistem için mücadele etmelerini şaşkınlıkla karşılamış ve daha önceden tanıdığı bu isimleri emr-i bil maruf nehy-i anil münker çerçevesinde uyarmayı ihmal etmemiştir. Ancak sistemi içselleştiren bu şahsiyetlerin savrulmalarına yazarımız doğal olarak engel olamamıştır. Nitekim kimi İslâmî söylemleriyle ve islami talepleriyle gündem olan bu insanların nasıl sağ ve ya sol partilere kaydıklarını tahlil ederken onların Mehmet Pamak 'a yönelik 'aslında kaçırdığı fırsatlardan dolayı kendine yazık ettiğini'  dile getirenler bile olmuş.  Mehmet Pamak 'ın ifadesiyle ''Bu tür yaklaşım sahipleri, tevhidi akideye bağlılığın, İslâmî kimlik, şer'i ölçü ve değerlere sadakatin sağladığı gerçek izzeti, seküler bakışları sebebiyle fark edemeyip, izzetin gözle görebildikleri lâik devletin üst makamlarında, hükmetme mevkilerinde ya da dünyevî zenginliği çoğaltmanın sağladığı beşeri itibarda olduğunu zannediyorlar. Dünyevî zenginliğin ve yüksek mevkilerde bulunmanın insana izzet kazandıracağını sananlar, benim bunları bir tarafa bırakıp vaktimi İslâm 'i mücadeleye vermekle, sonuçta on yıllarca DGM 'lerde yargılanmak ve yurt dışında muhacir yaşamak zorunda kalmak gibi sıkıntıların içine düşerek kendimi mahvettiğime inanıyorlardı.  Seküler mantıkla işgal edilmiş ve vahyin ölçüleriyle, Resul’ün sünnetiyle bakamayan zihinler hakikati fark edemezler. Bu tür zihinler , 'zenginliğin ve dünyevî mevkilerin zirvesi verildiği, devlet başkanlığı teklif edildiği' halde reddederek İslâmî davet ve Kur'an'la büyük cihada adanmış olan Resul’ün güzel örnekliğiyle bakamadıkları için, gerçek 'kendini mahvetmenin', tevhidi ölçülere aykırı biçimde lâik sistemin hükmetme makamlarında yer almak ya da dünya kazancını ahiret kazancına önceleyerek dünya zenginliği peşinde ömrünü harcamak olduğunu düşünememektedirler. DGM 'lerde yargılanarak, muhacerete zorlanarak da geçse Allah yolunda olan bir hayatın, dünya zenginlikleri içinde ve beşeri iktidarların en tepesinde geçen sekülerizme uyum sağlamış bir hayata nazaran çok daha onurlu olduğunu keşke bilselerdi. En büyük ticaret ve zenginliğin ahirete yönelik ticaret ve zenginlik olduğunu ve en yüksek mevkiinin de Allah'ı razı etmeye çalışan bir hayat yaşayıp takvayı kuşanmak suretiyle ahirete yönelik birikimler yapmak olduğunu keşke bilebilselerdi''.

6. Bölümde Mehmet Pamak kurucusu ve ilk idarecisi olduğu Mazlum-Der 'in kuruluşundan bugüne yaşananları,  ayrılış gerekçelerini, sistemin gri tonu olan AKP çizgisine ve Sistemin daha gri tonu hatta karanlık tonu olan HDP/PKK çizgisine kayan idarecilerini, Mazlum-Der'e yön vermeye çalışan bölünmeleri ve sonunda fabrika ayarlarına dönme çabalarını(!) kısacası mazlum-Derin değişim ve dönüşüm süreçlerini açıklıyor.

7.BölümdeSistem içi araçları kullanmada farklı kesimlerle kurulan ilişkilerin ve birlikteliklerin zaafa ve savrulmalara yol açtığını belirten Mehmet Pamak konuyu şu cümlelerle aktarıyor.'' Put kırmak yetmez, putu ne adına kırdığınız daha büyük önem arz eder. Çünkü bir put başka bir put adına kırılabilir. Tağuta karşı çıkmak yetmez, reddedip karşı çıkılan tağut yerine bir başka tağut egemen kılınmamalı, tüm tağutlar sadece Allah'a itaat ve ibadet etmek için reddedilmelidir''.

8. bölümdeyazar Müslümanların hangi ilişkiler sonucunda savrulduğunu şu ifadelerle aktarıyor.

Başımızı dik tutacak bu güzel hükümlere ve tarihi âdil uygulamalara rağmen, teori ve pratiğiyle bu görkemli dinin müntesipleri olarak onları etkileyip dönüştüreceklerine; bir kısım Müslümanlar, genelde modernitenin sadece zulüm üreten küresel gücü karşısında içine düştükleri kompleksli hal sebebiyle seküler liberal ve sol çevrelerden etkilendiler. Kimi Müslümanların sol ve liberal çevrelerle kurdukları ilkesiz ilişkiler sonucunda onlardan itibar görmek ve entelektüel sayılmak için onların kavramlarını kullanarak nasıl dönüştüklerini, acı bir tecrübe olarak biliyoruz. Onların kavramlarıyla kendilerini tanımlayıp ifade ederek nötr olmayan kavramların dönüştürücü tesiriyle zaman içerisinde nasıl dönüşüp değiştiklerini, çevremizdeki pek çok örnekte hep birlikte gözlemledik. Çevremizde tanıdığımız, dönüşüm serüvenine tanık olduğumuz birçok Müslüman, İslâmî kimliğini böyle süreçlerde flulaştırıp zamanla da kaybetmedi mi? Özellikle insan hakları alanında vahyi belirleyici olmaktan çıkarıp Batının seküler insan hakları anlayışını evrensel sayıp onu referans alanların nasıl dönüştüğünün, nasıl değiştiğinin, nasıl İslâmî kimliğini kaybettiğinin canlı tanıkları değil miyiz?

Aynı bölümde Veli/Velâyet kavramı üzerinde duran yazarımız aynı zamanda yönetim alanında da Hak olanın batılla asla bir arada olamayacağını ancak Hak ehlinin batıl inanç kesimlerini yönetebileceğini ayrıntılı bir biçimde açıklamıştır.

9.Bölümde MehmetPamak Müslüman ilâhiyatçı akademisyenleri, büyük çoğunluğunun içinde bulunduğu açmazlarını ve İslâm’la bağdaştırılmayacak hallerini sıralayıp kendilerini sorgulamalarına ve Müslüman ilim ehline yakışır bir hal kazanmalarına vesile olmak üzere Allah rızası için bazı sorular üzerinde onları düşünmeye çağırıyor. Kitapta 13 maddelik bir sıralamayla giden üzerinde ciddî bir şekilde düşünülmesi gereken sorular zincirini Mehmet Pamak niçin yaptığını şöyle ifade ediyor. ''Ey ilâhiyatçı akademisyenler camiası! Tüm bunları bu kadar açık bir şekilde yazarak yapmak istediğim, şüphesiz ki, zikrettiğim kesimlerden ve kişilerden hiç kimseyi aşağılamak, tezyif etmek, dışlamak değildir ve olamaz. Mü'min olarak bir birimizin velileri olmamızdan kaynaklanan, ''emr-i bil ma'ruf ve nehy'i an'il münker'' görevidir yapmakta olduğum. Amacım, kendinizi sorgulayarak, ahiretinize zarar veren unsurlar varsa, bunlardan arınarak kendinizi ve halinizi düzeltmenize vesile olmaktır. Tüm bunları yazarken, aynı şekilde kendimi sürekli sorgulamaya çalışmaktayım. Buna rağmen yanlışlarım hususunda ikaz edilmek benim de sizlerin üzerinde hakkımdır.''

10. bölümdeise İmam Hatip Liselerinin kuruluş amacına, sistem içerisindeki fonksiyonuna değinen yazar az da olsa Müslüman bilince sahip olanların da İmam hatip liselerinden yetiştiğini belirtiyor. Ancak bu az sayıdaki öğretmen ve öğrencilerin farkına varan sistemin bunları baskı ve sürgünlere muhatap kıldığı malûmunuzdur.

 Yine bu bölümde yazarın değindiği güncel bir konuyu Diyanet İşleri Başkanlığı 33’ncü İl Müftüler İstişare Toplantısının sonucunda yayınlamış olduğu bildirgeyi sizlerle paylaşıyoruz.

Diyanet İşleri Başkanlığı, 33'üncü İl Müftüler İstişare Toplantısından sonra yayınlanan 15 maddeden oluşan bildirgenin 5. maddesinde; ''Ülkemizde son dönemde görünümleri ve etki alanları giderek artan birtakım türedi dini hareketler dikkat çekmektedir... Alternatif Cuma namazları, sözde eğitim faaliyetleri, ilkesiz radyo ve televizyon yayımları ile taraftar toplamaya çalışan bu grupların toplumsal hasarlarını önlemek için gerekli tedbirler alınmalıdır. Denilmektedir. Hani Tayyip Erdoğan ve destekçisi olan kimi akademisyenler, aydınlar savundukları lâiklik anlayışları gereği ''lâik devlet bütün dinlere eşit uzaklıkta olmalı'' diyorlardı. Kiliseler bağımsız ve özgür, Katolikler ayrı, Protestanlar ayrı, Ortodokslar ayrı kiliselere sahipler ve kendi dini eğitim ve ibadetlerini kendileri belirliyorlar ve lâik devlet ve Diyanet bunlara müdahale etmiyor, karışmıyor ve niye ayrı kiliseleri ve ibadetleri olduğunu sorgulamıyor. Zaten doğrusu da budur. Devletin okulları ise lâik Kemalistlerin dinine göre eğitim/öğüdümü dayatmaktadır. Ayrıca bu kesimlerin egemen resmi ideolojiye paralel şekilde işleyen son derece özgür özel eğitim kurumları da vardır. Sıra Müslümanlara gelince, İslâmî eğitim hakları gasp edilmiş, açtıkları özel okullar bile lâik Kemalist resmi dine göre hazırlanmış programlar çerçevesinde eğitim vermek zorundadır. Yazar bu eleştirilerine şunları ekleyerek devam ediyor.

Şimdi AKP dönemi Diyanetinin bu 33. İl Müftüleri bildirgesinde aldığı karar uygulanacak olursa ki OHAL kapsamında kolayca uygulanabilir, Kemalist lâik kuşatma altında boğulan Müslümanların, dernek ve vakıflar çerçevesinde oluşturdukları kısmî nefes alma alanlarında bile nefesleri kesilmek istenecek demektir. Böylece Diyanet dışında Cuma namazı kılmaları(ibadet etmeleri) ve kendi çevresinin çocuklarına İslâmî bilgiler vermeleri bile engellenebilecektir. Bu tür bazı alanlarda İslâm’ın da yasak ettiği kör şiddete dayalı örgütlenmelere de gidiliyor, din istismarı yapılarak İslâm’ın da reddettiği amaçlarla topluma karşı suç işleme örgütleniyorsa, bunu bulup çıkartmak, delillerini ortaya koyarak hesabını sormak başka bir şeydir. Böyle bir bahaneyi kullanarak, bu tür kısmî özgür ortamlar yakalayarak lâik devletin müdahil olmadığı gerçek islami ortamlar oluşturup Cuma namazı kılmak, lâik devletin kısıtlaması olmaksızın Allah'ın dinini ana kaynaklarına dayalı sahih biçimiyle insanlara anlatmak, çocuklarına İslâmî bilgiler vermek isteyen samimî Müslümanları bu vesileyle baskı altına almak ise daha başka bir şeydir. Eğer AKP yönetimi bu ayrımı hakkıyla yapamayıp bütün İslâmî çalışmalarımızı, İslâmî ibadet ve bilgilendirme alanlarımızı ortadan kaldırıp Diyanet tekelinde toplamaya kalkarsa, bugüne kadar İslâm’a savaş açmış darbe dönemlerinde bile yapılmayanı yapacak demektir. Böyle bir duruma asla rıza gösterip susmayacağımız ve Müslümanlar olarak darbe dönemlerinde verdiğimiz tavizsiz mücadeleyi, böyle bir uygulamaya teşebbüs etmesi halinde AKP zulmüne karşı da, İslâmî sorumluluğumuz gereğince en azından kendi çapımızda vereceğimiz hesaba katılmalıdır.

11. Bölümdeneredeyse kitabın her sayfasını alıntılamak istedik. Malûmunuz Konu Diyanet İşleri Başkanlığı olunca en ince ayrıntısına kadar; kuruluş amacından, toplumu değiştirip dönüştürme mekanizmasına kadar, her şeyi aktarmak istedik. Ancak biz yine bazı kısımları alıntılamakla yetineceğiz. Şimdi yazarımızın bu kuruma yönelttiği bir kaç soruya yer verelim:

Bugün sayıları yüz bini bulan cami ve mescitlerimiz rejimin kuruluşundan bu yana resmi ideolojinin işgali altında değil mi? Lâik ve Kemalist ve ırkçı temeller üzerine oturtulan resmi ideoloji yüz yıla yakın bir zamandır bu ülke insanına dayatılmakta değil midir? Kabul etmek istemeyenler ise, zaman zaman katliam, zulüm ve işkencelere maruz bırakılmamışlar mıdır? Camilerimizin bir kısmını ahır olarak kullanan rejimin yönetici kadroları, bir kısmını da bar-pavyon haline dönüştürmemişler midir? Geriye kalanları ise işgal ederek resmi ideoloji çizgisinde oluşturulan resmi dini, topluma dayatmanın merkezleri haline getirmemişler midir?

Yaklaşık bir asırdır devam eden bu zulüm bugün hala, çoğunluğu ''Bel'am'' hüviyetli görevliler vasıtasıyla sürdürülmekte değil midir?  Camilerimizde ya baskıyla ya da gönüllü ''Bel'am'' lar vasıtasıyla on yıllardır resmi ideoloji anlatılmamakta mıdır? Allah'ın ayetleri resmi ideoloji çizgisinde saptırılmamakta mıdır? Atatürk ilkeleri, lâiklik, demokrasi ve Türk ırkçılığı gibi gayri İslâmî kavram ve ideolojiler İslâm’a uygunmuş gibi vaaz ve hutbelerde topluma hem de Allah'ın dini adına anlatılmakta değil midir? Lâik din anlayışı ve projeler, camilerdeki hutbe ve vaazlar kullanılıp toplumu Allah ile aldatarak kabul ettirilmeye çalışılmakta değil midir?

12.Bölümde Devlet'in dini olmaz diyerek lâik devlete meşrutiyet kazandırmaya çalışanlar ve bu söylemi tekrarlayarak sonunda bu söyleme ikna olanlar anlatılmaktadır.

Yazar değişim ve dönüşüm geçiren şahısların sadece akademisyenlerden oluşmadığını aynı zamanda islami argümanları kullanıp iktidara gelen ve hala iktidarda bulunan partiye ve bu partinin kurucu lideri Tayyip Erdoğan'a da yer vermektedir. Özellikle Erdoğan'ın ''Devletin lâik olmasına İslâm’ın engel olmadığını, lâiklikle İslâm’ın bağdaştığını'' söylemesini akademisyen çevrelerce ikna edilmesine bağlıyor.  Akabinde bu söylemlerin Türkiye 'de kalmayıp Mısır, Tunus, Libya ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde de dillendirmesi yazarın düşüncesini güçlendiriyor. Kaldı ki Tayyip Erdoğan'ın ''Ekonominin dini imanı olmaz, din bireyseldir.'' iddiaları da, çok açık biçimde İslâm’ı tahrif anlamına gelmektedir. Tayyip Erdoğan, bu tür bir yanlış İslâm inancıyla, İslâm’ın toplumsal alanla, siyaset, hukuk ve ekonomiyle ilgili hükümlerini yok saymaktadır. Tâbii ki, bu zihni yapıyla da lâiklikle İslâm’ı kolayca bağdaştırabilmiştir. Tayyip Erdoğan, ister artık değişip böyle inandığı için, isterse politik şartlar gereği iktidarını korumak için olsun, kendisini böyle lâik bir anlayışa konumlandırmak ihtiyacı duyuyorsa, kendi bileceği bir şeydir. Rabbine vereceği kendi şahsî hesabıdır. Ancak Allah'ın dinini rahat bırakmalı ve kendi batıl konumunu Hak gibi göstermeye teşebbüs etmemelidir. Hakk'a batıl karıştırmaya kalkışmamalı ve Hakk'ı tahrif etme çabasından uzak durmalıdır.

13. Bölümdeyazarımız Hak din kavramı üzerine detaylı bilgi vermektedir. Yazardan alıntıladığımız kısmı aktarıyoruz.

Allah'a göre, sadece bir tek doğru sistem ve insan için bir tek doğru hayat tarzı vardır. Bu şu demektir: İnsan Allah'a ibadet etmeli, O’nu mabuda olarak tanımalı, tamamen O'na teslim olmalı, kendisini O'na ibadet ve hizmete adamalıdır. Ayrıca keyfine göre bir ibadet şekli de icat edilmemeli, hevasına göre nihaî anlamda emir ve kurallar da koymalıdır. Bilâkis hiçbir şey ekleyip eksiltmeksizin Allah'ın resullerine indirdiği hidayeti rehber edinmelidir. Allah'a ve Kur'an'a teslim olup vahyi belirleyici kılmalıdır. Bu düşünce ve davranma şekline ''İslâm'' denir. Allah'ın kulları ve yarattıkları için İslâm’dan başkasını meşru kabul etmemesi, O'nun kulları üzerindeki mutlak hakkıdır. Bu hüküm, Allah tarafından tarih boyunca dünyanın hangi köşesine gönderilmiş olursa olsun, her peygamberin sadece ve sadece İslâm’ı tebliğ ettiği anlamına gelir. O halde insanlık serüveni boyunca herhangi bir topluluğa, herhangi bir dilde inzal edilen her kitap, aynı İslâm’ı öğretmiştir. Sonraları insanlar bu dini bozmuşlar ve ona ya kendi çıkarlarını korumak ya da nefislerini yüceltmek için bazı şeyler eklemişler, çıkarlarına uymayan bazı bölümleri de kitaptan çıkarmışlardır. Belirlenen sınırları aşmak, adaletsiz kazanç, imtiyaz ve haklar elde etmek istedikleri için yeni dinler icat etmişlerdir. Böylece bu dine tabi olan kişiyi, kendi istek ve arzularına uydurmak için doğru Din'in prensipleri, inançları ve emirlerinde değişiklikler yapmışlardır. Eğer itaat edilen, teslim olunan, boyun eğilen kurallar, emirler Allah'tan başkasına ait yahut da Allah'ın hükümlerinin değiştirilmiş şekli ise, artık bunlar batıl dinlerdir ve Allah katında makbul olmayıp hüsran sebebidirler.

Bölüm 14’te ise yazar yıllardır aktif olarak kullandıkları İlkav'dan söz etmiştir. İlkav'ın faaliyetinden rahatsız olanların son derece çirkin ve provakatif bir yaklaşımla Cuma namazını ve hutbesini dağıtma girişimlerinden söz ediyor.

Yazar bu çirkin provokasyonu değerlendirirken ola ki siyasî otoriteden bağımsız hareket eden bir kısım güçlerin bu eylemi gerçekleştirme ihtimalini gözden kaçırmıyor.

Bu bölümün devamında ise son dönemde yaşanan birçok güncel hadise var.  Son süreçte hükümet kanadında yaşanan hareketlilikten ve bir kısım Müslüman kitlenin sisteme ve özellikle kendilerine eleştirileri detaylı bir şekilde ele alınmış.

15.  Bölümde; Müslümanların Kitab'a rağmen niçin ayrılıklar yaşadıkları anlatılmış. Tarihi süreç içerisinde ortaya çıkan ihtilâfların sebepleri ele alınıp değerlendirmelerde bulunulmuş. Yazara göre Vahdet bilincinin oluşması için henüz çok erken. Çünkü Müslümanların birçok bağdan kopup Kur'an a sarılması gerekiyor. Bu bağlardan kopmak için de bayağı ı bir zamana ihtiyaç vardır.

Bu bölümün devamında yazarın İran ile ilgili anıları yer alıyor. Bu anılarında İran ''Şia''sının mezhepleşme anlayışına dair önemli bilgilere yer veriliyor.

Bölümün sonunda ise Tevhidi grupların durumu ve vahdeti hakkında değerlendirmelere yer vermiştir.

16. Bölümyani Sonuç bölümünde yazarımız insanlar için kurtuluş yolu olarak gösterilen beşeri ideolojilerden insanların bir an önce ayrılmalarını bu ayrılışı gerçekleştirebilmek için de Kur'an ve Sünnet eksenli ebedi kurtuluşa davet edilmeleri gerektiğini belirtiyor. İnsanların yegâne kurtuluşu olan Hakk'a bir an önce ulaşabilmeleri için de Müslümanların görevini yapması gerektiğini belirtiyor.

Görüldüğü gibi yazarımız İZZETİ YANLIŞ YERDE ARAMAK isimli eserinde genel olarak akidevi derecede problem olan, Kur'an ve sünnete aykırı bulduğu cahili ve modern konuları elden geldiğince ilmi delilleriyle birlikte açıklamaya çalışmıştır.

Sözün özüne gelirsek;

''Mü'minleri bırakıp kâfirleri dostlar (veliler) edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref)  mi arıyorlar? Bilsinler ki, bütün izzet, yalnızca ve tamamen Allah'a aittir.'' (Nisa Suresi 139.ayet)

KİTABIN KÜNYESİ:

Kitabın Adı: İzzeti Yanlış Yerde Aramak

Yazar: Mehmet Pamak

Yayın Evi: Ma’ruf Yayınları (www.marufyayinlari.com)

Sahife: 1104

Basım Tarihi: Temmuz 2017

YORUMLAR
  • Ömer   29-07-2017 15:48

    Kitapta aktarılan bilgiler teorikte kalan bilgiler değil yaşamın içinden alınmış yoğrulmuş değerli bilgilerdir.Kitabın okunmasını tavsiye ederim