Mehmet Pamak’tan tevhidi uyanış çevrelerine ittifak çağrısı
Mehmet Pamak, İLKAV’ın 30. Yıl programındaki konuşmasında, tevhidî uyanış süreci öbeklerini “yeni 28 Şubat” zulmüne ve müslümanları kuşatan yozlaşmaya, sekülerleşmeye direnebilmek için ittifak etmeye ve bu kötü gidişe dur diyecek güçlü bir irade oluşturmaya çağırdı.
Eûzübillahi mineşşeytanirracîm Bismillâhirrahmânirrahîm.
Bizleri yaratan, hidayetiyle şereflendiren ve vahyinin mesajını tüm insanlara ulaştırma mücadelesinde 30. yıla gelmemizi nasip eden Rabbimize hamd olsun. Bize vahyin mesajını, ilk şahidliğini yaparak ulaştıran, ilk Kur’an neslinin hayatında vahyi uygulamaya koyan mücadele sünnetiyle güzel örneklik oluşturan, örneğimiz, önderimiz, Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s), onun âline, ashabına ve yolunu tâkip eden tüm dünya Müslümanlarına salât ve selam olsun.
Muhterem misafirlerimiz, 30. Yıl etkinliğimize hoş geldiniz. Davetimize icabet edip geldiğiniz için Allah hepinizden razı olsun.
Değerli kardeşlerim,
Biraz önce izlediğiniz sinevizyonda vahşetinden kesitler sunulan küresel zulüm sistemini ve bölgemizdeki fesadını durdurup yeniden adalete ulaşabilmek için; bozulmuş fıtratların vahiyle arınıp yeniden inşa olması gerekmektedir. Bunun için fıtrat ile vahyin bütünleşmesiyle, imanın, aklın, ahlakın, şahsiyetin ve hayatın vahiy ekseninde değişim yaşayıp yeniden inşa edilmesi gerekiyor. İnsanlık tarihî boyunca, insanın fıtratın yolundan ve vahiyden uzaklaştığı her seferinde olduğu gibi son dönemde de öyle olmuş, dünya bu seküler fesadın kuşatması altında kan gölüne, zulüm bataklığına dönüşmüştür. İşte bu hâlden çıkmanın tek yolu; fıtratla vahyin buluşmasıyla oluşacak Müslüman şahsiyetlerin ve iyi insanların çoğalması, ilk Kur’an nesli gibi vasat ümmeti oluşturup toplumları vahiyle inşa etmesidir. Tabii ki, sonuçta da adaletle hükmetmek suretiyle dünyayı bu fesadçıların kuşatmasından kurtarmasıdır.
İLKAV’ın kuruluş amacı da, bugün engellenmek ve yozlaştırılmak istenen bu tevhidi uyanış sürecine katkıda bulunmak ve halkımızın vahiyle buluşup dirilmesine zemin hazırlamaktı.
Bildiğiniz üzere, şahsen Kur’an ve tevhidle buluşmakta çok geç kalmıştım (37. yaş civarı). Bu kadar zaman içinde bana tevhidî daveti ulaştıracak, beni Kur’an’ın kurtarıcı mesajıyla buluşturacak hiç kimse önüme çıkmamıştı. Hâlbuki, o süreçte ben, beş vakit namazımı kılıyor, laik mecliste bile Allah’ın ayetlerini okuyup başörtüsünün farziyetini ilan ederek darbeci Kenan Evren’in tesettür yasağına karşı çıkıyordum. Bunun üzerine bütün meclis sıra kapaklarına vurup yuh çekiyordu. Ertesi gün bütün gazetelerde “mecliste şok” manşetleriyle tartışmalar yapılıyordu. Bu kadar göz önünde olmama rağmen bir tek kişi, “yahu bu adama ulaşıp tevhid ve Kur’an ile buluşmasına vesile olalım” demedi. Kendimi İslam’a nispet edip Müslüman olarak tanımlamakta çok samimiydim. Ama İslam’ın akıdesi ve tevhid nedir bilmiyordum. Kur’an’ı o yaşa kadar bir kez olsun anlamak ve öğüt almak için okumamıştım. Üstelik devralınan geleneğin etkisi altında, okunması, anlaşılması ve öğüt alınması gerektiğini de hiç düşünmemiştim. Müslüman olduğunu söyleyenlerin çoğunluğu ise, benim bu hâlimin bile çok gerisinde bulunuyordu.
Biliyorum ki, benim o süreçte İslam’ı sevdiğim ve samimi olduğum gibi, kendisini Müslüman olarak tanımlayanların çoğu da kendisini İslam’a nispet etmekte samimidir. Ama iyi niyetli ve samimi olmak yetmemekte dinde ve akıdede isabet kaydetmek de gerekmektedir. Sorun şuradadır ki, bu gerekliliği ben de bilmiyordum, onlar da bilmiyorlardı. Şekli olarak namaz kılsak da Kur’an’dan ve vahyin belirlediği akıdeden habersiz biçimde hüsrana doğru sürükleniyorduk.
İşte Rabbimizin lütfu sonucu merhum şehidimiz Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” kitabı vesilesiyle Kur’an’ın mesajıyla buluşup hidayete ulaştıktan sonra, bu kadar yıl Kur’an ve tevhidden uzak kalmış olmaktan dolayı çok üzüldüm. Hatta “ya o süreçte ölseydim” diye hayıflanıp çok ağladığım olmuştur. İşte bu sebeple, başkaları da benim gibi geç kalmasın diye hemen harekete geçerek Kur’an’ın mesajını, tevhidî akîdeyi yaygınlaştırma amaçlı kurumlaşmış bir yapı oluşturmak için faaliyete başladım.
Kur’an’ın kurtarıcı, karanlıklardan aydınlığa çıkarıcı, sömürüden ve zulümden adalete ulaştırıcı mesajını yaygınlaştırmak, Kur’an ve sünnet eksenli sahih İslam anlayışını, tebliğ ve alternatif eğitim faaliyetleriyle bütün insanlara yaymak amacıyla İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı’nı kurduk. Bizim o güne kadar ki durumumuzda olan, yani Kur’an’ın mesajından habersiz ve tevhid akıdesini bilmeyen iyi niyetli insanlara, vahyin mesajını ve hurafelerden arınmış sahih İslam anlayışını merhametle ulaştırmayı hedefledik. Kuruluştan yaklaşık bir yıl sonra Şeyho Duman hocamızla tanıştık. Kur’an’ı Arapçasından okumayı bir videokaset yoluyla kendi kendime öğrenmiştim. Doğru okuyup okumadığımı test etmek ve yanlışlarımı düzeltmek için, çevremdeki arkadaşlardan bana bir hoca bulmalarını istediğimde Şeyho Hocamızla tanıştırdılar ve elhamdülillah o günden bu yana beraberiz. Allah kendisinden razı olsun ve hayırlı ömür versin inşaAllah. Onun ilmî birikiminden çok istifade ettik. Hocamızın bu yaşta hâlâ durmaksızın çabasını sürdürmesi, gençlerimize örnek olmalıdır.
Vakfımızı kurduğumuz ilk yıllarda daha çok kendimizin ve çevremizdeki dar kadronun eğitimine ağırlık verdik. Yaklaşık ilk beş yılda bu kardeşlerimizle, hem nüzul sırasına hem Kitaptaki sıraya göre, hem de konulu okuma dâhil farklı yöntemlerle Kur’an’ı baştan sona defalarca bitiren tefsir çalışmaları yaptık. Tefsir usulü, fıkıh usulü ve hadis usulü dersleri gerçekleştirdik. Kur’an, hadis ve siyer okumalarımızla Kur’an ve sünnete dayalı sahih İslam ile teçhiz olmaya çalıştık. Sonra da halkımıza açık faaliyetlerimize yöneldik. Halka açık ilk pratiğimiz, aynı zamanda “yaygın eğitim” alanı olan Cuma Konferanslarımız oldu. Ayrıca meydanlarda, caddelerde, sistemin ilahlaştırılmış kurumlarının önlerinde gerçekleştirdiğimiz protesto eylemlerimizi de, her seferinde tevhidî mesajı da gündemleştirerek yine “yaygın eğitim” amacıyla kullandık. Hem toplantılarımıza katılan kitlelere, hem de bizi kontrol altında tutmak amacıyla kuşatmış olan polislere, bu eylemlerimiz vesilesiyle tevhid ve Kur’an mesajını ulaştırmaya özen gösterdik. Her türlü baskı, yasak ve kapatma tehdidi altında olmamıza rağmen, yönetimlerde yer alan ve çalışmalarımıza katılıp maddi-manevi desteklerde bulunan kardeşlerimizle birlikte ve siz kardeşlerimizin fedakârca katkı ve gayretlerinizle bu çalışmalar elhamdülillah 30 yıldır devam ediyor. Allah hepinizden razı olsun ve ecrinizi kat kat versin inşaAllah. Vefat etmiş olan kardeşlerimize de Allah rahmet eylesin, mekanlarını cennet eylesin inşaAllah.
Değerli kardeşlerim,
Bilindiği üzere ilk kurulduğumuzda, baskıcı Kemalist sekülerleştirme süreci devam ediyor ve baskılara, zulümlere rağmen tevhidi uyanış süreci başlamış bulunuyordu. Yaygınlaşan Kur’an okuma halkalarında yeni nesiller vahiyle buluşuyordu. Böylece biz de bu tevhidi uyanış sürecindeki yerimizi aldık ve her türlü baskıya rağmen halkımızın vahiyle buluşmasına vesile olmaya çalıştık. Ayrıca, daha sonraki süreçte tanıştığımız ve yakınlaştığımız diğer gruplarla yakından ilişkiler kurup kimileriyle birlikte olma denemeleri de yaptık ve sürekli biçimde diğer gruplarla vahdet arayışı içinde olduk.
Baskıcı sekülerleştirme sürecinden sonraki 16 yılda ise, kimi yasaklarda geri adım atılarak görece özgür bir ortam oluşturulmak suretiyle gönüllü sekülerleşme süreci başlatıldı. Bu süreç devam etmekte olup tevhidi uyanış süreci bu dönemde büyük yara almış, çok ciddi bir kan kaybı yaşamış bulunmaktadır. Kur’an okumaları, daha baskıcı dönemlerdeki yaygınlığını, diriliğini ve ruhunu kaybetmiş, birçokları dağılıp yok olmuştur. Hâlâ devam edenler ise ruhsuz rutinler haline dönüşmüştür. Tevhidi uyanış süreci gruplarının büyük kısmı, maalesef laik Kemalist sistem içi siyasete aktif destekçi konumuna savrulmuştur. Bu yüzden, insanlara yol gösterip vahiyle buluşturacak bağımsız İslami kimlikli kuşatıcı bir yapı oluşturulamamıştır. Bu sebeple, kuşatıcı ve güçlü bir yapıyla ve daha güçlü projelerle İslami kimliği ve daveti ülke çapında temsil edip gündemleştirecek bir örneklik ortaya konamamıştır. Böylece, laik seküler parti ve iktidarlardan bağımsız bir tevhidî söylemi yeni nesillere sunmakta büyük bir zaaf oluşmuştur. Sonuçta da, müslüman olduğunu söyleyenlerin çok büyük kısmı dünyevileşmiş, genç nesillerdeki bireyselleşme ve sekülerleşme son 30 yılın en yüksek seviyesine çıkarak tam bir yozlaşma ve çürüme sürecine girilmiştir.
Ayrıca son 16 yıl, Müslümanlara “sağdan yaklaşanlarca” laiklik propagandasının en fazla yapıldığı dönem olmuştur. Üstelik bu dönem, tevhidî uyanış öncülerinin çoğunluğunca da desteklenen iktidar tarafından, sürekli laiklik ve demokrasinin İslam ile bağdaştığı iddia ve iftirasıyla toplumun İslam algısının tahrif edildiği bir süreç olmuştur. Bu sebeple, 2017 yılında yapılan bir araştırmaya göre, “dindarım ve beş vakit namaz kılıyorum” diyenlerin arasında “laiklikle bir sorunum yok” diyerek laikliğe olumlu bakanların oranı %67’ye ulaşmış bulunmaktadır.
Muhafazakâr ve geleneksel “Müslüman” kesimlerde yaşanan gönüllü sekülerleşme (Dünyevileşme; Allah’ın ve dininin karıştırılmadığı, hevaya göre yaşanan hayat alanları oluşturma), kapitalistleşme, özellikle son 10 yılda zirveye ulaşmış bulunuyor. Ölçüsüz kazanma ve azgın bir tüketimi esas alan, lüks ve israf eksenli kapitalist kültürün “Müslüman”ları giderek daha fazla kuşatması olgusu yaşanıyor. Hatta 15 Temmuzdan sonra kemalistleşme eğilimleri de, tepedekilerin öncülüğünde ve örnekliğinde, destekçileri olan tabanda çok yaygınlaşmış bulunmaktadır. Öyle ki, 15 Temmuz sonrası dönem, “neo-kemalist dönem” denmeyi hak edecek bir görünüm arz etmektedir. Başörtülü demokrasiyi içselleştirip sekülerleşenler, sonuçta başörtülü kemalizmi üretmişlerdir.
Değerli kardeşlerim,
Özellikle son on yılda, önce siyasal alanda yaşanan demokratikleşme/heva ve hevese tabi olma, daha sonra bireysel ve toplumsal tüm hayat alanlarını da kuşatmaya başlamıştır. Siyasal alanda demokratikleşmeye alışan “Müslüman zihin”, başka hayat alanlarında da seküler bir dönüşüme yol açmıştır. Zihinlere yerleşen seküler demokrasi kavramı, doğal olan dönüştürme tesiri sonucunda, bireyin, ailenin ve toplumun özünde sağladığı alışkanlık ve dönüşümle sair alanlarda da kolayca değişip demokratikleşmesine sebep olmuştur. Böylece, müslümanım diyenler önce siyasal alanda demokratikleşmişler ve giderek yaygınlaşan biçimde heva ve hevese tâbi seküler bir hayata yönelmişlerdir.
Birçok hoca, şeyh, akademisyen, “İslamcı” denilen aydınlar, yazarlar, “Kur’an’cı ve Hadisçi” denilenler, tarikat ve cemaat önderleri; medyada üslupsuz ve seviyesiz tartışmalar içine girmektedirler. Vahyin mesajını temsilde ahlaklı güzel örnekler oluşturmak yerine Allah’ın hudutlarını aşarak gabya dair entelektüel gevezeliklere dalmaktadırlar. Bazıları birçok hurafeyi İslam diye anlatırken, bazıları da vahyin bildirmediği alanlarda oluşturdukları zanlarını İslam’mış gibi anlatabilmektedir. İslami kimliğin ve ahlakın ağırlığı ile bağdaşmayan bu tür tutumlarla, seviyesiz tartışmalarla fitneye sebep olmakta ve insanları İslam’dan uzaklaştıracak bir fesada yol açmaktadırlar. Ancak tevhidde vahdet sağlayamayan tüm bu kesimler, hep birlikte laik bir partiyi seçmek için çağrılar yaparak demokrasi sandığında vahdet oluşturmaktan da çekinmemektedirler. Üstelik laik kemalist iktidarı desteklemekle kalmamakta, bir de bu laik iktidara destek vermenin, itaatin “farz” olduğunu, “ibadet ve takva” olduğunu, hatta “farz-ı ayn” olduğunu bile söyleyecek kadar savrulmuş durumdalar. Toplumu vahiyle buluşturmak ve vahyin mesajını dosdoğru temsil etmek sorumluluğunu taşıyanlar, Allah’ın dininin ölçü ve kavramlarını laik iktidar için araçsallaştırıp bir malzeme olarak kullanmaktan utanmamaktadırlar.
İşte, İslam adına bunca kötü örneği gören genç nesiller, tıpkı Batıdaki fıtrata aykırı Kilise dinini kabullenmeyip sekülerleşen, pozitivist, deist ve ateist olan kitleler gibi sekülerleşiyorlar, hatta deizme kayıyorlar. Büyük ve yaygın bir yozlaşma ve tam bir bozgun yaşanıyor. Çünkü fıtrata uygun olan vahyin belirlediği İslam’dır. Piyasadaki tahrif edilmiş, geleneksel ve modern cahiliye ile kuşatılıp kirletilmiş, Hak ile bâtılın karıştırıldığı “İslam anlayışı” Allah’ın dini olan İslam değildir ve fıtrata yabancıdır. İktidarın ve destekçilerinin, ellerindeki büyük medyatik imkânlarla propaganda ettikleri bu din, Kur’an ve sünnet ekseninden çıkarılmış bir “statüko dini” olup büyük bir iftira ile “İslam” olarak sunulmaktadır. Genç nesiller, her türlü hurafe, “milliyetçilik”, sağcılık, muhafazakârlık, kapitalizm, laiklik, demokrasi ve kemalizmle sentez edilmiş ve üstelik birçok zulüm, adaletsizlik ve yolsuzlukla da birlikte anılır hâle gelmiş bu dini İslam zannedip İslam’dan uzaklaşmakta, yaygın biçimde sekülerleşmektedirler.
Kur’an ve sünnete dayalı sahih İslam anlayışını temsil etmeye ve merhametle insanlara ulaştırmaya çalışanlar ise, son derece az olup hem mesajı yaygın biçimde kitlelere ulaştıracak imkânlardan mahrumdurlar hem de kendi aralarında güç birliğini sağlayarak bağımsız İslami kimlikli kuşatıcı bir yapıyı ortaya çıkarabilmiş değildirler. Ayrıca bu yozlaştırıcı sürecin, istikameti koruyan kesimlere yansıması da, duyarlılıkların azalması, fedakârca çalışmaların yok olması ve atalete yol açması şeklinde ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu sebeple, Hak mesaj, kitlelere henüz yeterli ölçüde sunulabilmiş değildir. Bu zaaflar ve bireyselliğin artması gibi savrulmalar sebebiyle, tevhidî davet ve eğitim konusunda kimi çırpınışlar zayıflayarak devam etse de, maalesef yeterli bir çabanın gösterildiği söylenemez. Bu yüzden de, dünyevileşme ve sekülerleşme çok daha hızlı bir ivme kazanmış ve daha çok yaygınlaşmış bulunmaktadır.
İşte bu vakıa karşısında bizlere düşen büyük sorumluluk; Allah rızası için ve merhametle, en yakınımızdan başlayarak, kendilerini “Müslüman” olarak tanımlayan iyi niyetli ama bilmeyen çoğunluğa ulaşarak, mü’min ve müslim olabilmenin Kur’an’da zikredilmiş şartlarını anlatmaya ve onların da hidayetine vesile olmaya çalışmaktır. Bunun için, bütün gücümüzle fedakârca çalışmak ve ölüm gelene kadar Kur’an ile büyük cihadı ikame etmektir. Bu bağlamda, her şartta tevhidî istikameti koruyarak, ciddi ve yaygın biçimde davet, eğitim ve şahidlik mücadelesi vermek en büyük sorumluluğumuzdur.
Ancak maalesef, hak etmeseler de Müslümanların öncüsü konumunda olan birçok entelektüel, aydın, akademisyen, molla, hoca, kanaat ve cemaat önderi, ellerinde, kütüphanelerinde ve hatta hafızalarında var olan Kur’an’ın kurtarıcı, arındırıcı, inşa edici ve onur kazandırıcı aydınlık mesajını ihtiyacı olan insanlığa ulaştırma sorumluluklarını yerine getirmeyi bırakmış bulunuyorlar. Bunun yerine acele güç olma, iktidar olma, dünya nimetlerine ulaşma hırs ve arzularının güdümüne giriyorlar. Yahut da bazı maslahatlar ve kazanımlar hatırına tercih edilen iktidar destekçisi tutumla, hep birlikte on yıllardır meydana getirdiğimiz tevhidî birikimi sistem içi politik alanlarda harcıyor ya da kirletiyorlar. Bu sebeple de, hem Allah’a karşı kulluk yapma ve dini Allah’a has kılma, hem Müslümanlara karşı güzel örnek ve istikamet üzere öncü olma, hem de insanlığı kurtuluşa ve izzete kavuşturacak tevhidî daveti gündemleştirme ve vahye şahidlik yapma sorumluluklarından uzaklaşıyorlar.
Pek çok aydın, entelektüel ve akademisyen maalesef bu yanlış yolda, ilkesiz, istikrarsız, tutarsız bir duruşla, düşünce ve amellerinde zikzaklar çizen kötü örneklerden olmayı tercih ederek, hem kendileri dünyevileşip savruldular, büyük değişimlere uğradılar. Hem de İslam’ın mesajının insanlar nazarında kirlenmesine, modern bid’atlere bulaştırılmış Hak-bâtıl karışımı eklektik din anlayışlarının üremesine ve tevhidî toplumsal dönüşümün gecikmesine sebep oldular.
Değerli kardeşlerim,
Sonuç olarak; tevhidî uyanış gruplarının, İslami kimlikli, Kur’an eksenli hür, bağımsız ve kuşatıcı bir yapı üretemedikleri, bağımsız özgün bir yapının örnekliğinde vahyin mesajını insanlığa ulaştıramadıkları, tevhidî bir vahdeti sağlayamadıkları çok boyutlu zaaflarla mâlül bir süreci yaşıyoruz. Hatta, ilk nesil benzeri bir “Kur’an toplumu nüvesinin” bile henüz oluşturulamamış olduğu, üstelik tevhidî davet ve şahidliğin ikinci plana itildiği seküler-liberal-demokratik-laik bir vasatta bulunuyoruz. Dünyevi ve ekonomik başarılar, zenginlikler, şöhret ve iktidarlarla, dünyevi kalkınma projeleriyle bütünleşen Müslümanlar, vahye dayalı sahih İslami bilginin, İslami dilin, İslami kavram ve kurumların referans ve meşruiyet kaynağı olmaktan çıkarılışını bir sorun olarak görmez hâle geldiler. Geleneksel cahiliye ve atalar dini olan tarihsel İslam anlayışı (tasavvuf ve Osmanlı kültürü) ile modern cahiliye (laiklik, demokrasi, ulusçuluk, neo-liberalizm) ve “neo-Kemalizm”in sentez edildiği ve bu muharref din anlayışının “Hak din” ve “sırat-ı müstakim” olarak sunularak, toplumun bu istikamette dönüştürüldüğü bir süreçte, Müslümanlar giderek edilgen sürüler hâline geliyor. İslam’ın, demokrasi, laiklik ve kapitalizmle uzlaştığı iftira edilip tahrif edilmeye ve Protestanlaştırılmaya çalışıldığı bu süreçte, çoğunluk “âlimler”, hocalar”, “İslamcı aydınlar” bu kötü gidişe doğrudan destek verirken, tevhidî uyanış süreci öncülerinin çoğu da susarak dolaylı destek verme konumuna düşüyorlar. Kimse ortaya çıkıp da, “hayır bu ortaya koymuş olduğunuz (laiklikle, demokrasiyle, kemalizmle ve kapitalizmle sentez ettiğiniz) din, Allah’ın dini değildir, sırat-ı müstakim değildir, bu iftiranız İslam’ı tahrif etme çabasıdır” demiyor.
Birçok Müslüman, “yerlilik” ve “milli”(!)lik adı altında ulusalcı laik sapmayı yeniden ihya ve ikame etmeye çalışılan bu yeni cahiliye kültürünün kuşatması altına giriyor ya da bir takım maslahatlarla bu siyasi ve kültürel dönüşüme aktif destekçi konumuna kayıyor. Kapitalist-seküler-liberal-laik-demokratik sisteme entegre olmaya ve “seküler kutsalları, kavramları” farklı tanımlamalarla da olsa içselleştirmeye doğru sürükleniyorlar.
Birçok öncü şahsiyet de dâhil olmak üzere Müslüman kesimler, giderek bahsedilen bu büyük sapmayı umursamaz hale geliyorlar, hatta içinde yer almakta bir beis görmüyorlar. Kimi sebeplerle, bazı gruplarda, destekledikleri iktidara karşı eleştirel bir yaklaşım gelişiyor gibi olsa da, bu eleştiriler de asla bağımsız İslami kimlikli ilkesel eleştiriler olma seviyesi ve niteliği kazanamamakta ve yaşanan kimi haksızlıklarla sınırlı içerden eleştiriler boyutunu aşamamaktadır. Yapılan büyük yanlış, yaşanan istikamet krizi ve bu yolda gerçekleşen ehlileşme, edilgenleşme hâli sonucunda, kamusal alanda, siyasal, ekonomik, hukuki toplumsal alanlarda temsil edilmeyen bireysel bir İslami hayatla yetinilir hâle geliniyor. İktidarın da ısrarla böyle olunması gerektiğine vurgu yaptığı bu “bireysel Müslümanlık”lar giderek normalleşiyor, meşrulaşıyor, hayırseverliğe indirgenmiş “dindarlık”larla yetiniliyor.
Ölçüsüzce daha çok kazanmak ve daha çok tüketmek hırsının yol açtığı kapitalist bataklık içinde, bir yanda çoğunluk açlık ve yoksulluk sınırında yaşarken ve işsizlik had safhadayken, diğer yanda Müslümanlık adı altında bireysel ibadetlerini şeklen yerine getirenlerin lüks ve israf içindeki dünyevileşmiş hayatlarını umarsızca sürdürebildikleri gerçeği utandırıcı boyutlara ulaşmış bulunuyor.
Değerli kardeşlerim,
Bu zorlu mücadelede birlikte olmamız gerektiği hâlde, mevzilerini terk edip ganimete koşan Uhud okçuları misali, hep birlikte savunduğumuz “hat”tı bırakıp birtakım “kazanım”lar ve “maslahat”lar için, bâtıl sistem içi politikaya “aktif destek” vermeye giden kardeşlerimizi, terk ettikleri bağımsız tevhidî mücadele hattına geri dönmeye çağırıyoruz. Bizler, bir gün dönecekleri umuduyla onların bıraktıkları mevzileri de tutmaya çalışıyoruz. Ancak kendi görevlerimizle birlikte bütün “hat”tı tutmak ve savunmak için sayımız gittikçe azaldı. Üstelik çok yaygın ve güçlü dünyevileşme ve sistem içi politikaya savrulma eğilimi, yaşanan büyük yozlaşma ve sekülerleşme rüzgârı karşısında gücümüz ve takatimiz tükenmek üzere olup onların bıraktığı mevzileri de korumakta zorlanıyoruz. Bu kesimlere diyoruz ki; İslami mücadeleye ve tevhidi davete zarar veren büyük hatanızdan dönerek gelin ve terk ettiğiniz mevzilerdeki yerinizi alın ki, yeni bir tevhidî davet hamlesini hep birlikte gerçekleştirelim. İnsanlara karşı vahye şahidlik sorumluğumuzu güçlü bir örneklikle ortaya koyalım.
Yapmamız gereken; izzetin tamamının Allah’ın yanında olduğunun bilincini ve tevhidî istikameti her şartta koruyarak, sözleri ve pratikleriyle Allah’a (cc) ve Rasûlü’ne (s) isyan hâlinde olanlarla asla uzlaşıp bütünleşmemektir. Her şeye rağmen Allah’ın tarafında yer almak, Rasûlullah’a lâyık ümmet olduğumuzu ispat ederek onun yolundan yürümektir. Rasûlüllah’ın (s) mücadele sünnetine uymak, onun güzel örnekliğine ve nebevî yönteme ters düşmemektir. Ne pahasına olursa olsun, her şartta tevhidî istikameti korumakta ve vahyî ölçülere sadakatte ısrar etmektir. Yalnız Allah’a ibadet etmenin de, tevhidî imanın da gereği budur.
Değerli kardeşlerim,
İşte bu bilinçle, bütün Müslümanları, bütün tevhidî uyanış süreci gruplarını; hemen vahdet oluşturulamasa bile, bir an önce bu büyük sekülerleşme tehlikesine karşı ittifak oluşturmaya davet ediyoruz. Daha fazla geç kalmadan bu istikamette toplanmaya, yaşanan büyük yozlaşmaya karşı güç birliği yapmaya çağırıyoruz. Daha sonraki süreçlerde ise, tevhidde vahdet oluşturup bağımsız İslami kimlikli kuşatıcı bir yapıyı, yani insanlığa vahyin şahidliğini yapacak bir “Vasat Ümmet”i, bir “Kur’an toplumu nüvesi”ni birlikte oluşturma özlem ve umudunu da diri tutmaya davet ediyoruz.
Biliyorsunuz ki, 2009 yılında, tevhidî uyanış gruplarından dördünün temsilcileri olarak bir araya gelip bütün tevhidî grupları tek çatı altında toplayacak bir vahdeti hedefleyen “Kur’an Nesli Şurası” oluşturma çalışması başlatmıştık. Ancak 2010 laik anayasaya referandumunda iki grup yanlış bir eğilimle, uyarılarımıza rağmen, sonucu Gülen çetesi vesayetine yol açan anayasa değişikliğine oy verme kararı alıp birlikte yürüttüğümüz bu çalışmayı akamete uğrattılar. Bu arkadaşlarımız, Gülen grubunun vesayetine yol açan laik anayasadaki 2010 değişikliğini destekleme maslahatını ya da bu değişiklikten bekledikleri ve sistem değişmedikçe her an kaybedilebilecek kimi kazanımları, tevhidî grupların vahdetiyle ilgili temel ve ilkesel maslahata tercih etmiş oldular. Aynı beklenti ve maslahatlarla, daha sonraki tüm referandum ve seçim süreçlerinde de bâtıl sistemin laik siyaset alanında kalıp diğer Müslümanları da bu alana gelip “aktif destekçi” olmaya, İslam’ı da tahrif etmeye çalışan laik bir partiden “taraf olmaya” çağırmayı sürdürdüler. Üstelik laik siyasete ve laik anayasalara verilecek bu desteğin, “ümmetten taraf olmak” anlamına geldiğini, hatta laik bir partinin İslam’ı tahrif edici çabalar içinde olan liderini de “ümmetin umudu” olarak ilan etmekten çekinmediler. Bu destekleriyle, önce Gülenist vesayetin oluşumuna destek verme konumuna düşenler, sonraki süreçte de 28 Şubatçı ulusalcı Kemalistlerin ve MHP’nin yeniden devleti ele geçirmelerinin, bu sefer de onların vesayetinin yolunu açmış oldular.
Bu büyük yanlışı yaparak tevhidî uyanış ve diriliş sürecine büyük zarar veren bu grupların öncülerine sesleniyoruz: Bu büyük yanlıştan, ilkesel bir kararla kesin ve güven veren bir dönüş yaparak gelin, hep birlikte tevhidi istikamete sadakatle yeni bir hamle yapalım. Sâri bir hastalık gibi hızla yayılan, Müslüman kitleleri ve genç nesilleri kuşatıp yutan dünyevileşme ve sekülerleşme fesadına karşı yeni ve güçlü bir ıslah projesiyle kitlelere ulaşalım. Vahyin diriltici nefesiyle toplumu, genç nesilleri buluşturup bu kötü gidişe hep birlikte dur diyelim. Kur’an’ın mesajını ve tevhide daveti, yeniden ve daha güçlü bir biçimde toplumsal alanlarda gündemleştirelim. Giderek tüm İslami grupları hedef alacağı anlaşılan yeni 28 Şubat eğilim ve uygulamalarına karşı koyacak ortak ve güçlü bir irade üretelim.
15 Temmuz sonrasında, devlette tekrar etkin hâle gelen bu 28 Şubat zihniyetinin eliyle, şiddete karşı tutumuyla tanınan birçok bağımsız İslami gruba iftiralar atılmakta, mesnetsiz iddialarla “terör örgütü” muamelesi yapılmaktadır. Bu tür yaygın zulüm ve haksızlıklar zemininde, kendi yasalarına bile sadakatsizlikle ve siyasal-ideolojik kararlarla ağır cezalar verilmekte ya da sindirmeye yönelik baskılar yapılmaktadır. Şunu herkes iyi bilmelidir ki, başta yargı, TSK ve emniyet olmak üzere devlet kurumlarında 28 Şubat kadroları yeniden işbaşı yapmış bulunmaktadır. Üstelik kendi dönemlerine, yani 28 Şubat sürecine nazaran bugün çok daha cüretkârca davranabilmektedirler. Müslümanlara, başörtülülere “terörist” muamelesi yapacak, basın açıklamalarına katılan başörtülülerin örtülerini başından çekip alacak kadar gözü dönmüşçesine bir saldırganlıkla hareket eden bu kadrolar, bağımsız İslami çalışmaları yok etmeye ahdetmiş daha zalimane bir görüntü vermektedirler. Çünkü bugün, muhafazakâr kitleler nezdinde itibarı olan ve suret-i haktan görünen bir siyasi otoritenin koruma şemsiyesi altında olduklarını bilmektedirler. Bu yüzden, meydanlarda, salonlarda ve Cuma konferanslarımızda hak ettikleri en ağır eleştirileri yaptığımız kendi dönemlerinde bir kez bile Cuma namazımızı basamamış ve bizleri gözaltına alamamış olanlar, 2017 yılında bütün bu zulümleri rahatlıkla ve cüretkârca yapabilmişler ve korunmuşlardır.
Eski 28 Şubat’ın mağdurları, yaklaşık 20 yıldan bu yana sürdürülen büyük bir zulümle hâlâ zindanlarda çile çekmeye devam ederken, darbe teşebbüsleri örtülüp beraat ettirilerek işbaşı yaptırılan Ergenekoncu ulusalcı Kemalistler ile MHP kadrolarından oluşan yeni 28 Şubatçılar, yeni mağdurlar üretmeye devam ediyorlar. Eğer, bu gidişe karşı güçlü bir ittifakla ortak bir itiraz yükseltmekte gecikirsek, eski 28 Şubat’taki onurlu direnişi gösteremezsek ve herkes suskunluk içinde sırasını beklemeye devam ederse, bilinsin ki yeni 28 Şubat’ta sıra herkese gelecektir. Yeni 28 Şubatçılar, bağımsız İslami çalışmaların kökünü kazımaya ahdetmiş bir keyfilik ve saldırganlık sergilemektedirler. Buna rağmen, birinci 28 Şubat’taki duyarlılıklar, güçlü itirazlar, kolektif çabalar ve fedakârlıklar yok olmuş, dünyevileşme, bireysellik, sekülerleşme ve yozlaşma son 30 yılın zirvesine ulaşmış bulunmaktadır. Hâlbuki bugünün 28 Şubat’ı, suret-i haktan görünenlerin şemsiyesi altında çok daha şedit ve çok daha yok edici bir seyir içindedir. Bu yüzden, bugün eskisine göre çok daha duyarlı ve çok daha fedakârca bir mücadeleyi ikame etmek gerekmektedir. Bu sebeple, bir an önce bu gidişe dur diyecek, Hak adına direnip itiraz edecek ortak ve güçlü bir irade üretmeyi, daha fazla geç kalmadan mutlaka başarmalıyız.
Bu çağrıyla ve yeni bir umutla, yıllardır yapa geldiğimiz ve burada bir daha tekrar ettiğimiz “önce kısa vadede ittifak, sonra ise uzun vadede vahdet”çağrımızın karşılık bulması duasıyla hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Rabbimiz yardımcımız olsun, istikamet üzere ayaklarımızı sabit kılsın ve bu kolektif ibadetimizi kabul buyursun inşaAllah. Vakfımızın faaliyetlerine maddi ve manevi katkılarda bulunduğunuz ve bugün yanımızda olduğunuz için hepinize tekrar dua ve teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun. Selametle kalın kardeşlerim.