Muin Naim: Normalleşme anlaşmalarının stratejik hedefi, bölgenin düşman konseptini değiştirmektir
Filistinli gazeteci Muin Naim’le, BAE ve Bahreyn rejimlerinin ABD himayesinde siyonist işgal rejimiyle gerçekleştirdiği normalleşme anlaşmaları özelinde, Filistin meselesinin bugünü ve yarını üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Söz konusu anlaşmaların stratejik hedefinin, bölgenin düşman eksenini değiştirmek olduğunu kaydeden Naim; “Şu anda bölgenin düşmanı İsrail’dir, ama bu anlaşma konseptine göre yeni düşman Türkiye ve İran’dır” ifadelerini kullanıyor.
Filistinli gazeteci Muin Naim’le, BAE ve Bahreyn rejimlerinin ABD himayesinde siyonist işgal rejimiyle gerçekleştirdiği normalleşme anlaşmaları özelinde, Filistin meselesinin bugünü ve yarını üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Söz konusu anlaşmaların stratejik hedefinin, bölgenin düşman eksenini değiştirmek olduğunu kaydeden Naim; “Şu anda bölgenin düşmanı İsrail’dir, ama bu anlaşma konseptine göre yeni düşman Türkiye ve İran’dır” ifadelerini kullanıyor.
Filistinli gazeteci Muin Naim:
NORMALLEŞME ANLAŞMALARININ STRATEJİK HEDEFİ, BÖLGENİN DÜŞMAN KONSEPTİNİ DEĞİŞTİRMEKTİR
Söyleşi: Şükrü Hüseyinoğlu / İktibas Dergisi
Filistin meselesi üzerine sizinle güncel boyutlarını ve aynı zamanda meselenin temel mahiyetini de konuşmak istediğimiz bir söyleşi yapmak istedik. İlk olarak son gelişmelerle, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in siyonist işgal rejimiyle yapmış olduğu normalleşme anlaşmalarıyla başlayalım. Bu anlaşmaların ardında nasıl bir motivasyon var ve bunun bölgedeki etkileri ne olur?
Çok önemli birkaç soruyu bir arada sormuş oldunuz. Birincisi, bunun arka planında ne var ne yok dersek, aslında hep söylediğim bir şey vardı; Temelde bu anlaşmaların yıllardır devam eden ilişkilerin açığa çıkmasından öte bir anlamı yok. Yani Arap Emirlikleri ve Bahreyn başta olmak üzere birkaç ülkenin zaten 10-15 senedir siyonist işgal devletiyle tamamen işbirliği içerisinde olduğunu ve ortak projeler bile geliştirdiklerini biliyoruz. Hatta işgal devletinin bazı savaşlarını, bazı olaylarını Arap Emirlikleri gibi ülkelerin parasıyla finans ettiğini de biliyoruz. Bunları biz bir söylenti olarak duyuyorduk, fakat şimdi bunun gerçekliği artık bu anlaşmayla ortaya konulmuş oldu. 2009 savaşı sırasında, ki İsrail’in 2008 Aralık-2009 Ocak arasında 21 gün boyunca Gazze’ye yönelik ağır saldırıları ve katliamlarının yaşandığı bir savaştı, İsrail 21 günün sonunda pes edince Arap Emirlikleri’nden “Niçin bu kadar kısa sürdü, niçin anlaşmaya vardınız” diye bir tepki aldığını duymuştuk, fakat bunun kanıtı yok tabi. Ama bazı şeylerin maddi kanıtının olmasına gerek yok, yapılanları görünce bunun bir kanıtı olduğunu görüyorsunuz.
İkincisi; 2006’da Hamas ile Fetih arasındaki, özellikle Muhammed Dahlan’ın Gazze’de yaptığı iç savaş saldırılarının senaryosunun da Arap Emirlikleri tarafından yazıldığının bir kanıtı da vardı. Belki Türkiye’de o dönem Filistin çok konuşulmuyordu. Refah Sınır Kapısı’ndan insani yardım konvoyu adı altında Gazze’ye giden konvoy, Hilal-i Ahmer, yani Arap Emirlikleri’nin Kızılay’ı adı altında Gazze’ye girmişti ve o günün Filistin Yönetimi, Hamas’ın kurduğu meşru Hükümet, o konvoyu durdurduğunda içinde askeri techizat olduğu fark edildi. Bu techizat Muhammed Dahlan’a gidiyordu. Çünkü Muhammed Dahlan o dönem Gazze’de bir tim kurmuştu, bu tim Filistin’de insanları, imanından, itikadından sorguya çekerek ona göre katlediyorlardı. Hatta Fetih’in önde gelen isimlerinden biri; “Biz yanlışlıkla sakallı bir Fetih’çiyi Hamas’lı diye öldürdük” dedi. Aynı dönemde ben Amerika’ya gittiğimde orada Filistin’e yönelik çalışan birçok STK’nın FBI ile Abu Dabi istihbaratı tarafından araştırıldığını ve sürekli takip edildiğini gördüm, şahit oldum. Yani bu anlaşmalar aslında 15 yıllık bir sürecin yüzeye çıkması, daha doğrusu oyunun artık açık bir şekilde oynanmasının bir göstergesidir.
Bahreyn’e gelince; özellikle Bahreyn Dışişleri Bakanı yıllardır İsrail’le işbirliği yapmamız gerektiğini, İsrail’i bölgenin bir devleti olarak görmemiz gerektiğini, İsrail’in bizim düşmanımız olmadığını, asıl düşmanın “İslamcılar” olduğunu söylüyor, İsrail’i aklamaya çalışıyordu. Dört-beş yıldır devam eden Bahreyn’in bu söylemi, artık Arap Emirlikleri’nin medyadaki elektronik sinekleri, ki Türkçede trol diyorlar, Muhammed bin Selman ve Muhammed bin Zayed’in paralı internet ve sosyal medya elemanları tarafından dillendiriliyor. “İsrail bizim düşmanımız değildir, asıl düşmanımız İran ve Türkiye’dir” diye bölgede düşman konsepti değiştirilmeye çalışılıyor. Bu rejimlerin zaten son yıllardaki ana amacı; İsrail’i aklamak, İsrail işgal devletini bölgenin bir ülkesi olarak göstermek ve yeni düşmanlar üretmeye çalışmaktır. Nitekim bugün oklar bir taraftan İran, bir taraftan Türkiye, bir taraftan Filistin hareketleri üzerine çevrilmiş, düşman tahtasına onlar yerleştirilmiştir.
Siyonist işgalin yanında, Filistin davasının karşısında bir hizalanma söz konusu kısacası…
Evet maalesef aynen öyle. Son dönemde yaşanan gelişmelere bakacak olursak; siyonist işgal rejimiyle işbirliği ve normalleşmeye giden bu ülkelerin, diğer tarafta Filistin davasına ciddi bir şekilde saldırdığı, karşı planlar devreye koyduğunu görüyoruz. Bakın bugün Filistin davasına en büyük zararlardan biri Mısır Devletiyle veriliyor. Mısır rejiminin finansmanını kim yapıyor? Yine Arap Emirlikleri ve beraberindeki rejimler. Sudan darbesini kim yaptı? Yine bunlar. Ve şu anda Sudan’daki askeri yönetime İsrail’le işbirliği yapması için baskı yapan, daha doğrusu yönlendiren yine bunlardır. Bu şekilde Filistin’i yalnızlaştırmaya çalışıyorlar. Sudan biliyorsunuz Filistin’e özellikle askeri destek konusunda en önemli güzergâhlardan birisidir, Mısır da öyle, Libya da öyledir yakın geçmiş itibarıyla. Üçünde de Arap Emirlikleri halka karşı, Filistin’e karşı rejimler getirmeye çalışıyor ya da Mısır’da olduğu gibi getirmiş durumda.
Tüm bu yaşananların bölgeye etkisi ne olur?
Bir yandan etkisi çok büyük olmayacak diye düşünüyoruz, o da neden? Çünkü var olan bir şeyin ortaya çıkması, gün yüzüne çıkmış olması söz konusu. Ama diğer taraftan, resmi yönden Filistin davasını yalnızlaştırmış oldu, Filistin davası siyasal olarak tek başına bırakılmaya çalışılıyor. En azından biliyorsunuz bu anlaşmalardan önce resmi olarak Filistin’e destek vermek zorundaydılar, göstermelik de olsa. Arap Birliği’nde siyasi olarak aynı tavrı almak zorundaydılar ve İsrail aleyhine karar almak zorundaydılar. Şu anda bu anlaşmayla birlikte artık İsrail aleyhine değil, Filistin aleyhine karar alabilecek kadar raydan çıkmış durumdalar. Nitekim geçen haftaki Arap Birliği toplantısında, Filistin’in karar önerisi vardı, bir de Birleşik Arap Emirlikleri’nin karar önerisi vardı. Arap Emirlikleri’ninki İsrail’le işbirliğini meşrulaştırma önerisiydi. Filistin’inki ise, İsrail’le işbirliği yapılması Arap Birliği’nin varlığına karşıttır, kuruluş amacına karşıttır diyordu. Maalesef başaramadılar, yani oylamaya sunuldu ve başarısız oldu. Arap Birliği öyle bir durumdaki yani, artık içerisinde eskiden göstermelik de olsa, kınama kararları çıkıyordu, biz kınama neye yetecek diye eleştirirken, bugün o kınama kararları bile artık çıkmamaya başladı. Bu önemli bir siyasi eşiktir. Yarın İsrail işgal devleti Birleşmiş Milletler nezdinde bugüne kadar belki çıkartmadığı kararları sunduğunda ve bazı Arap ülkeleri biz destekliyoruz dediğinde, şu anda tereddütte olan birçok Batı ülkeleri, Araplar destekliyorsa biz de destekleyelim diyerek İsrail’in kararlarını destekleyebilecektir. Yani İsrail kuruluşundan bugüne kadar Filistin aleyhine hiçbir karar geçirememişken, bugün artık o risk de ortaya çıkmış oldu. Bu normalleşme anlaşmaları, siyonist işgal rejimini Filistin aleyhine uluslararası camiada karar alabilecek bir konuma getirmiş oldu.
Üçüncü ve en önemlisi; Filistin destek yollarının, özellikle az önce bahsettiğim gibi Sudan, Libya, Yemen gibi alanlarda bu anlaşmadan sonra artık karşıt operasyonlarla daha da zayıflatılması söz konusudur.
Bu “ihanet anlaşmalarının” arkası gelecek mi sizce?
Kesinlikle gelecek. Ben Arap Emirlikleri’nin, biz halklar değil da rejimler üzerine konuluyoruz, çünkü halk böyle bir şey yapmadı, rejim yaptı. Bu rejimin yaptığı anlaşma üzerine birkaç defa şunu söyledim; Bu başlangıçtır, arkasından Bahreyn gelecek diye. Direkt ismini de söyledim, Umman da gelecek, Sudan da gelecek. Maalesef Moritanya ve Suudi Arabistan da opsiyon olarak duruyorlar. Şu an en az bu altı ülke sıraya alınmış durumda. Zaten geçen hafta altı Arap ülkesi sırada bekliyor diyordu siyonist işgal yönetimi. Suudi Arabistan’da bir tartışma olduğunu duyuyoruz, halen sistemde net bir karar alınmamış. Ama benim endişem şudur: Suudi Arabistan’ın ABD seçimlerinden önceki son perde olarak açılabileceğini düşünüyorum.
Sudan şu anda görüşüyor. Umman da hazır, Umman zaten İsrail’le işbirliği yapan ülkelerden biri yıllardır. Netanyahu, Sultan Kâbus ölmeden önceki son görüştüğü yabancı konuktu. Öyle görünüyor ki arkası gelecek. Ama arkası gelse de, bu rejimlerin artık yüzlerinin alenen ortaya çıkması bir kazançtır. Filistin davası konusunda safların, tavırların net olması gerekiyor.
Bu noktada tabii yani Suud’un konumunu da konuşmak lazım, hani Suud geriden mi geliyor, yoksa aslında önden gidiyor da perde gerisinde mi duruyor…
Hayır kesinlikle, bu konuda takip ettiğim kadarıyla kanaatim şudur: Suudi Arabistan aslında Arap Emirlikleri’nin arkasından gidiyor. Şu anda Muhammed bin Selman, Muhammed bin Zayid’in yönlendirmesiyle hareket etmektedir. Hatta ve hatta Muhammed bin Selman, Muhammed bin Zayid’in baskısıyla ve oyunlarıyla veliaht olmuştur. Dolayısıyla bunun karşılığı Muhammed bin Zayid’in emrinden çıkmaz. Bugün Suudi Arabistanlı kimi siyasetçiler dahil, muhalifler diyor ki; Arkadaş biz nasıl olur da Arap Emirlikleri’nin güdümünde hareket ediyoruz? Şu anda bu yönde ciddi bir itiraz var. Yani bugün Suud’da İsrail işgal devletiyle anlaşmaya karşı çıkanların bir kısmı da anlaşmaya karşı olduklarından dolayı değil, Arap Emirlikleri’nin arkasından gitmekten şikayetçi oldukları için bu itirazı yapıyor, “Bu kadar zayıf olmamamız lazım. Suudi Arabistan, Körfez ülkelerinin lideridir, ikinci ülke olamaz, o konumda olmamız gerekir” diye karşı çıkıyorlar. Ve şu anda bu tartışma halen yaşanıyor.
Peki, “Arap sokağı” dediğimiz bir faktör var. Yani devletler, rejimler bazında “ihanet anlaşmaları” gündeme gelse de, halklar nezdinde farklı bir tablo söz konusu. Arap sokağı olan-bitene nasıl bakıyor ve etkili olabilecek bir çıkış yapabilir mi bu süreçte?
Şimdi Arap sokağı dediğinizde tek bir tipten bahsetmiyoruz. Birçok çeşit Arap sokağı var. Ülkelerin, kültürün, devletin yapısına bağlı olarak, toplum yapısına bağlı olarak farklı Arap sokakları var. Siyasal düşünce tarzını, siyasal ve toplumsal özgürlükleri göz önünde bulundurarak Arap sokağını üçe bölebiliriz.
Birincisi; Körfez ülkelerinde Arap sokağı ikiye ayrılıyor, sokağın olmadığı ülkeler var ya da sokağı çok zayıf ve bastırılmış ülkeler var. Örneğin Arap Emirlikleri’nde halkın bizatihi bu ülkeden olanlarının oranı ancak yüzde 10, 11’i teşkil ediyor. Yani sokak Arap Emirlikleri’nin halkı değilki itiraz edebilsin. İkincisi; Arap Emirlikleri’nde muhalif olabilecek isimler zaten son 10 yıl içerisinde ya hapsedildi, ya bir şekilde idam edildi ya da sürgüne kaçtı, sürgüne gitmek zorunda kaldılar, yoksa öldürüleceklerdi. Onun için Arap Emirlikleri’nden biz ses çıkmasını beklemiyoruz. Ancak dışarıda kalan, kendini kurtarabilen birkaç siyasetçi muhalif, bunlar halkın sesi olarak konuşuyorlar. Biz kendimiz direkt iletişim kurduğumuzda, zor olmasına rağmen iletişim kurduğumuzda toplumda-sokakta gerçekten tepki var, ama o tepkiyi veremiyorlar. Çünkü hem sayı olarak az, hem de devletin yapısı farklı.
Bahreyn’e gelecek olursak; orada durum farklı. Bahreyn anlaşma imzaladığı günden itibaren, bu anlaşmayı yaptıktan sonra, bu kararlara muhalif olmak devlete karşı bir suçtur diye bir genelge yayınlamış olmasına rağmen, geceleri yüzlerce Bahreyn vatandaşı yüzlerini saklayıp, çekimleri farklı bir yöntemle yapıyorlar ve bu anlaşmaya karşı sokak yürüyüşleri yapıyor. Tabii ki baskıcı rejim, dikta bir yönetim var ve bu itirazları bastırmaya çalışıyor. Tepki o kadar büyüyemiyor bundan dolayı.
Suudi Arabistan’a gelecek olursak; Suudi Arabistan daha farklı. Kabile ve aşiret yapısından dolayı oradaki sokak yapısı çok farklı. Orada sokak tepki verince hem güvenlikçi zihniyet devleti yönettiğinden dolayı tepkisi çok ağır olacaktır. İkincisi; toplumun yapısı bir şehir vatandaşı değil bir aşiret vatandaşı, kabile vatandaşı olduğundan dolayı biraz farklı. Ha muhalifler var, yurt dışında özellikle muhalifler ciddi bir şekilde ağır eleştiriler yapıyorlar, ama içeride eleştiri yapmak mümkün değil. Bir tweet, bir yazı yazarsın, içeride 10 sene mahkemesiz-yargısız kalabilirsin Suudi Arabistan’da.
Sırada gelebilecek iki ülkeden bahsettik; bir Sudan, bir de Moritanya var. Onlar gelirlerse, orada sokak hareketleri olabilir. Özellikle Sudan, ondan sonra Moritanya. Ciddi bir tepki, ciddi çatışma, hatta sokak çatışmasına dönüşecek kadar bir tepki olabilir. Özellikle Sudan’da. Bugün mesela Sudan anlaşma yapmadı, ama medyada bir haber çıktı; İsrail işgal devleti Sudan’a sel felaketinden dolayı yardım gönderecek. Aktivistler, o yardımların havaalanından çıkmaması için elimizden geleni yapacağız diyorlar. Ölürüz de İsrail’den gelen yardımı almayız diye net bir şekilde tavır aldılar. Ve şu anda Sudan’daki birçok siyasi parti ve oluşum bu anlaşmaya gitmeyin diye cuntayı zorluyor.
Bahreyn’de bu arada dört-beş siyasi parti anlaşmaya karşı bir imza, bir bildiri yayınladı. Arap Emirlikleri’nde öyle bir şey yapmak mümkün değil.
Peki, Mısır’ın buradaki durumu nedir… Normalleşmeyi zaten ta 79’da yaptı, bugünkü gelişmelerdeki rolü ne?
Şunu söyleyeyim: Mısır’da zaten İsrail güdümünde giden, İsrail işgal devletinin bir şekilde yönetmekte olduğu bir rejim var; bu bir. Dediğiniz gibi Mısır’ın zaten 79’dan beri var olan bir anlaşması var.
İkincisi; Mısır şu anda özellikle darbeden sonra, ekonomik olarak da çöküşte. Eskiden Arapların siyasi lideri Mısır’dı, bugün artık o konumu kaybetti. Hatta bundan dolayı Mısır derin devletinin Arap Emirlikleri’ne karşı ciddi bir tepki aldığını hissediyoruz. “Tamam, Arap Emirlikleri bizi destekliyor, ama biz Mısır olarak Arap ülkelerinin lideriyiz, böyle bir arkasından gitmek olamaz” diyor. Hatta Mısır’ın Hamas’la irtibat kurmasının sebeplerinden bir tanesi de budur. Mısır diyor ki; Filistin’deki çatışmanın kilit ismi Hamas’tır ve Hamas’la ilişkisi iyi olan orada rol alabilir. Sadece Araplar nezdinde değil dünya nezdinde Filistin davasında yer alabilir. Mısırlı bazı makamlar şu anda Hamas’la direkt iletişim halindedir.
Mısır şu anda maalesef siyasi olarak ciddi bir kayba uğramış durumda. İsrail’in ve Arap Emirlikleri’nin emrinden çıkma şansı yok. Ve bu konuda çok etkili değil. Yani Mısır öyle yönlendirme yapabilecek konymda değil, Mısır’ın desteğiyle olmuyor bu işler. Mısır zaten kendini yönetecek durumda değil; şu anda ekonomik olarak çözülmüştür, siyasi olarak felç olmuştur, onun için Mısır ciddi kayba uğramıştır.
Ciddi bir aktör değil yani…
Tam tersi, uluslararası camiada Mısır eskiden İsrail’e en yakın Arap ülkesi, iletişimde-ilişkide olan ülke olarak anıldığından dolayı İsrail-Mısır ekseni üzerinden giriliyordu iletişime. Bugün artık Mısır’ın çok alternatifi oluştu ve Mısır bu konuda geri planda kaldı.
Şu anda ciddi bir kuşatma yaşanıyor Filistin’e yönelik. Belki 48’den beri en ağır kuşatma diyebileceğimiz bir kuşatma. Daha önce tekil örnekler vardı, Mısır, Ürdün gibi. Fakat şimdi bir furya halinde bir normalleşme süreci… Dediğiniz gibi, Arap Birliği’nin bile artık kınama kararı çıkaramadığı bir süreç. Bu durumda Filistin içinde bir birliktelik oluşturulup işgale ve kuşatmaya karşı etkili bir direniş ortaya koymak tek çıkış noktası olarak görünüyor. Bu konuda bir arayış var, taraflar arasında bir mutabakat sağlanabilecek mi?
Benim bu konuda Filistin dışındaki birçok Filistin gönüllüsüne bir eleştirim olacak. Birincisi; sanki bu Filistinliler 70 yıldır, 74 yıldır ayrı duruyorlar da Filistin ondan dolayı kurtulmamış gibi. Filistin’de son 10 yıl içerisinde bir ayrı düşme meselesi yaşandı. Bu ayrı düşme meselesi, yine Arap Emirlikleri’nin, bu tür rejimlerinin, bölgedeki birçok rejimin Filistin’de yaşanan seçimleri desteklememesinden kaynaklandı. Yani sorunun kaynağı Hamas diyorlar, fakat öyle değil. Aslında son seçilmiş parti Hamas’tır, ama bu seçilmiş Hükümeti kabul etmeyen dünya söz konusu. Birçok ülke “Biz dünyanın meşru gördüğü rejimlerle iletişim kurabiliyoruz” noktasında. Ya arkadaş, dünyanın meşru gördüğü rejimler darbeci rejimdir, bugün dünyanın meşru gördüğü rejim Sisi’dir. Sisi’yi mi kabul edeceğiz. Bu bir.
İkincisi; ihtilaf, 10 yıllık bir ihtilaf, fakat ihtilaftan önce Filistin kurtuldu da bugün mü yine işgal edildi? Filistinliler bir iken de işgal altındaydı, 103 yıldır Filistin işgal altında zaten. Bu son 10 yıldır ihtilafa düştüler, deniliyor. Doğrudur, bu Filistin davasını zayıflatmıştır. Ama bu Filistin’in işgalden kurtulamamasının ana sebebi değildir. Sadece bazılarının Filistin’e destek vermemesinin bir bahanesi olarak görüyorum ben bunu. Filistin’de birleşme olursa Filistin halkı daha mı güçlenir? Kesinlikle güçlenir.
İkincisi; Filistin içindeki çıkmazın en önemli sebebi, Arap Emirlikleri ve onun güdümünden giden bazı ülkelerin baskısıdır. Niçin? Çünkü Hamas ile Fetih üç-dört defa anlaşmaya varmak üzereydi, hatta bazılarında anlaşmayı da imzaladı. Ama ne oldu? Amerika’nın, İsrail’in ve Arap Emirlikleri’nin telkinleriyle El Fetih elini çekti anlaşmalardan. Ben karışmam, ben uygulamam, önce bana silah teslim et; bu El Fetih’in ağzından değildi, aslında gelen emirlerdi. Silah teslim etmezlerse anlaşmaya varmayın, direniş silahını teslim etmezse ortak hükümet kurmayın, Hamas silahsızlanmazsa. Nitekim bu taleplerin hepsi İsrail’in Hamas’tan talebidir. Diyor ki; biz size kuşatmayı kaldırırız, ama silahları teslim edeceksiniz. Hatta en son, siz ağır silahları teslim edin, işte füzeler varsa, roketler onları teslim edin diyor. İsrail’in talepleri Mahmud Abbas yönetimi üzerinden, tabi onun baskısıyla, işte sen bunu söylemezsen yönetimine para gelmez, maaşlar da ödenmez, hizmet de yapamazsın. O da bir şekilde, ben burada onu aklamak için söylemiyorum, ama eli mahkûm.
Bu “siyasal para” dediğimiz şey; kardeşim bu parayı istiyorsan bunu yapacaksın, yapmazsan bu para yok diyorlar. Mahmud Abbas üzerinde uygulanan budur. Ama bence bu anlaşmaların bir faydası da bu oldu; artık Mahmud Abbas bu rejimlerden umudunu kesti. Artık Arap Emirlikleri’nden, Suudi Arabistan’dan destek gelmeyeceğini öğrendikten sonra bugün bakıyoruz, İstanbul’da başlamış Fetih-Hamas görüşmeleri var. Belki birkaç gün daha devam eder. Görüşmeler var ve artık hem başkanlık, hem parlamento seçimi yapılması için çalışmalar yapılıyor, hem de ortak hareket komitesi kurulmaya çalışılıyor. Bu Filistin’de belki son 15 yılda olan en güzel gelişme olabilir ve bundan sonra eğer Filistinliler ortak hareket etmeye başlarsa İsrail korksun gerçekten. Özellikle Batı Şeria’da, Hamas’ın ana omurgasını oluşturduğu Filistin direnişinin serbest kalması çok etkili olur, çünkü maalesef Mahmud Abbas 15 yıldır direnişin belini kırmış durumda. Bugün bu direnişin yeniden canlanıp harekete geçmesi durumunda emin olun ki İsrail’in durumu çok farklı olacak.
Burada Dahlan diye bir faktör var, Filistin’de yönetimi ele geçirmesi mümkün mü?
Mahmud Abbas öldürülebilir veya diskalifiye edilebilir. Onun yerine ABD’nin İsrail işgal devletindeki Büyükelçisi Friedman’ın, “Amerika’nın Filistin’in başına getirmeyi düşündüğü adam Muhammed Dahlan’dır” diyecek cesareti bulduğu şu anda bu adam kesinlikle hüsrana uğramaya mahkûmdur. Dahlan gibi bir hainin, Filistin’i yönetmesini bırakın Filistin’e girmesi bile artık imkânsız. Ancak İsrail işgal devletinin tankları üzerinde girebilir, o da girerse tanklar ne görüyorsa o da görecektir, şekerlemelerle karşılanmayacaktır.
Merkezi Yönetim Kurulu ve Fetih yönetiminde hemen hemen hiçbir adamı kalmadı Dahlan’ın. Onun elindeki güç nedir? Paradır. Arap Emirliği’nin verdiği para. Dahlan şu anda bu normalleşme anlaşmalarına destek vererek Arap Emirlikleri’nin adamı olduğunu Filistin halkı nezdinde tescillemiş oldu. Dolayısıyla Filistin’de etkili olabilecek bir kitlesi kalmamıştır. Birgirişimde bulunursa karşı tepki ılımlı bir tepki olmayacaktır, ciddi hiddetli bir tepkiyle karşılaşacaktır.
Birleşik Arap Emirlikleri, Suud vs diyoruz fakat aslında daha arka planda, ki artık arka planda da kalmıyor artık alenen ön plana çıkıyor, ABD diye bir faktör var. Daha önce Filistin meselesinde sözde arabulucu rolü oynuyordu. Şimdi ise doğrudan doğruya Siyonist işgal rejiminin Dışişleri Bakanlığı gibi hareket ediyor. Bu konudaki yorumunuz nedir?
Bunu biz yıllardır söylüyoruz zaten; Amerika arabulucu olamaz, olması mümkün değil, çünkü Amerika taraftır. Taraf olduğu bir yerde arabulucu olması mümkün değil; bir.
İkincisi, ABD bugün artık Trump’la birlikte, Arap Emirlikleri gibi ülkeler nasıl masanın altında çalışıyordu ve şimdi masa üstüne çıktı, ABD de eskiden masa altında ya da daha doğrusu gayri resmi olarak İsrail lehine çalışıyordu, ama resmiyette arabuluculuk yapmaya çalışıyor görünüyordu. Bugün artık bu kılıftan, bu maskeden sıyrıldı. Yani bu anlaşma hepsinin maskesini düşürdü. Trump, ABD’nin gerçek yüzünü alenileştirmiş oldu. Yani birisinin demir yumruğu var, birisinin demirin üstünde ipek eldiveni var. İpek eldivenin altından demir yemek biraz aldatıcı olur. Ama öbürü demir, savaştığınızı bilirsiniz, düşmanın ne olduğunu bilirsiniz.
Benim şöyle bir tanımlamam var bu konuda “United Sionists of America” diye. Katılır mısınız?
Evet, bugün bu açık bir şekilde görülmektedir.
Normalleşme anlaşmalarının stratejik hedefi nedir sizce?
Bu anlaşmaların en önemli hedefi, stratejik hedefi; bölgenin düşman eksenini değiştirmektir. Şu anda bölgenin düşmanı İsrail’dir, ama bu anlaşma konseptiyle yapılmak istenen net bir şekilde şudur: “Bölgede en önemli tehdit Türkiye’dir, İran’dır; bu konseptte yeni düşman Türkiye ve İran’dır.” Bölgedeki güçler ortak hareket etmez ise maalesef hepsi kaybedecektir.
Olup-bitenlerin hepsi “Yüzyılın Anlaşması” denen bir dayatma çerçevesinde oluyor, yani o dayatmayı hayata geçirmek için bütün bunlar yaşanıyor. Tabi burada asıl hedef de Kudüs, Kudüs’ün statüsü. ABD ilk olarak büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdı. Şu an Kudüs’teki durum nedir, Kudüs’ün geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Bakın bir hakkın arkasında sahibi varsa o hak hep kalır. Filistin halkının imzalamadığı, kabul etmediği hiçbir anlaşmanın uygulanma şansı yok. Zorla uygulanabilir, ama o uygulama sırasında karşı tepki, direniş görünce emin olun ki neticede kaybederler. Geçen ay, Gazze’nin Siyonist işgalden arındırılma yıldönümünü yaşadık. Şaron “Gazze’deki Yahudi yerleşim bölgesi benim için Tel Aviv gibidir. Tel Aviv’den nasıl çıkmayacaksak oradan da çıkmayacağız” diyordu. Bu sözden 1,5 sene sonra, Filistin’le anlaşarak da değil, kendi elleriyle yerleşimlerini harabeye çevirip çıkmak zorunda kaldılar. Asker-sivil hiçbir Siyonist işgalci kimse kalmadı orada. Bu nasıl oldu? Direnişin baskısıyla oldu. Bugün Kudüs’te İsrail Mescid-i Aksa’yı kapatıp yıkmak istemiyor mu? Niçin yapamıyor? Arap rejimlerinden, şu rejimden-bu rejimden değil, Ümmetin tepkisinden ve özellikle Filistinlilerin tepkisinden korkuyor. Hatırlayın 1.5 sene önce Aksa’nın girişlerine dedektörler koydu, herkes buradan geçecek dedi. İki-üç hafta sürmeden toplayıp gitmek zorunda kaldı. Niçin? Direniş neticesinde. İsrail’in en büyük korkusu Filistinlilerin yeniden canlanıp topyekün direnişe geçmesidir.
Yeni bir intifada…
Evet yeni bir intifadanın başlamasından korkuyor. Çünkü intifadada ağır bedel öderler. Hem Filistin’de, hem sınırda tehditler oluşursa İsrail’in varlığı tehlikeye girer. Mursi yönetimi geldiğinde İsrail işgal devleti direkt senaryo yazmaya başladı, İsrail’i yok etme senaryolarını yazmaya başladılar, o kadar korkuyorlar. Demek ki Kudüs ne olacak? Kudüs Filistinlilerin ve Ümmetin desteğiyle ayakta kalacaktır Allah’ın izniyle.
İnşallah…
Fakat direnişi yalnız bırakmamak lazım. Kudüs’te bir kadın yasak sebebiyle tek başına Mescid-i Aksa’ya giremediğinden dolayı, 6 ay boyunca Mescid-i Aksa’ya en yakın noktada namazını kılabiliyorsa, o direnişçi hanımefendiye sahip çıkmak lazım. 12 yaşında, 13 yaşında bir çocuk Mescid-i Aksa’ya 6 ay girmeme cezası yiyorsa, bu çocuk buna rağmen sabah namazı dahil sokaklarda kılıyorsa, o çocuğa sahip çıkmak lazım. Bu çocuk kendi görevi olan direnişi yapıyorsa, biz Ümmet olarak Kudüs’ün sahipliğini yapmamız gerekiyor. Kudüs, Ümmetin mülkiyetidir, ümmetin mirasıdır, o mirasa sahip çıkmak zorundayız. Burada bunu bir Filistinli olarak söylemiyorum ben, bir Müslüman olarak söylüyorum. Bu Ümmetin mirasıdır, Ümmetin hakkıdır, o hakka sahip çıkmak herkesin görevidir. Artık farz-ı ayn meselesidir Mescid-i Aksa’ya sahip çıkmak. Farz-ı kifaye değil, çünkü kifaye edemiyoruz. Filistinliler kâfi gelmiyor. Farz-ı kifaye ile çözmediğimiz bu sorunu farz-ı aynla çözmek zorundayız.
Son olarak Filistin davasının mahiyeti üzerinde duralım. Filistin meselesi doğru anlaşılıyor mu, doğru konumlandırılıyor mu, bu konudaki yorumlarınızı alabilir miyiz?
Bence Filistin davası hala çok yanlış anlaşılıyor ve anlatılıyor birçok kesimlerde. Şu şekilde; Salt bir insani dava olarak bakılıyor, işte Filistinliler mazlum insanlar, Müslümanlara zulüm ediliyor diye bakılıyor. Sadece bu boyutuyla, insani bir konu olarak bakılıyor. Bakın Kudüs meselesi olmasaydı, bu insanlar zulme maruz kalmayacaktı. Filistinliler Kudüs’ü teslim etsinler, “Biz İsrail’in varlığını kabul ediyoruz, İsrail’le birlikte yaşamak istiyoruz” desinler, inanın ki birçok İslam ülkesindeki Müslümanlardan daha rahat yaşarlar.
Örnek vereyim; birinci intifadadan önce Gazze’deki İsrail şirketlerinde çalışan işçiler günde 80-100 dolar kadar para alıyorlardı. Ama bu insanlar, İntifada’yla birlikte bu işlerinden çıkıp artık çalışmayacağız dediler, işsiz kaldılar. Bu insanlar gıdaya, giyim, ev meselesine bakacak olsaydı bu iş çoktan biterdi. Ve mülteciler gidip dese ki ben hakkımdan vazgeçiyorum, bana para verin ben artık dönmem gereken eve dönmek istemiyorum, hemen gelir o para. Ve şu anda Arap Emirlikleri dahil birçok Arap ülkesi ve Batı ülkesi diyor ki; Bu Filistin mültecilerinin sorununu çözelim. Nasıl çözelim? Diyor ki; Kendi ülkemize alabileceğimiz mülteciler ne kadarsa alalım, kalanları parayla haklarından vazgeçirelim, bu meseleyi bitirelim.
Filistin davasını anlamak için, davanın iki direği var bunu bilmek lazım. Mülteci konusu aslında Filistin davasının siyasi ve tarihi direğidir, ondan vazgeçmemek lazım. Filistin’e dönüşten başka bir çözümü kabul etmememiz lazım. İkincisi Kudüs meselesi; Kudüs meselesi çok temel İslami bir mesele. Filistin davasını yaşatmak istiyorsak, bu iki konuyu sürekli gündemde tutmamız lazım.
Filistin davası tabii ki bu iki meselenin de fevkinde kapsamlı bir mesele ve davadır. İsrail işgal devletinin 27 bin metrekarelik bir toprağa mı ihtiyacı vardır? Almanya’da 5 katı da verseler Almanya’nın şu kadarcığı bile azalmamış olurdu. Ne bileyim Latin Amerika’da bir toprak verseydiler, Filistin’in 10 katı olurdu. Niçin bu çözüm olarak kabul edilmedi yıllar boyunca, 100 yıl önce, 200 yıl önce? Çünkü Haçlılardan beri Batı bu bölgede, İslam bölgesinin merkezinde bir karakol kurmak peşindeydi. Emperyalist Batı İsrail’i kurarken dini boyutu gözetmedi. Aslında Yahudilik, siyonist hareket için bir payandadan ibarettir. Yahudiliği bir kılıf olarak kullandılar. Siyonizm emperyalist bir harekettir, emperyalizm hareket Yahudiliği kullanarak Filistin meselesini, Filistin işgalini başlatmıştır.
Türkiye’de yaşayan bir Müslüman için belki Filistin uzak bir dava olarak görülüyor. Ama emin olun ki Filistin davası kaybederse Türkiye de kaybeder, Irak da kaybeder, İran da kaybeder, Mali de kaybeder.
Siyonist hareketin hedefi nedir? “Büyük İsrail”. Büyük İsrail ne demek? İslam aleminin birçok ülkesinden toprak gasbetmek demek.
Filistin direnişi bu hedefin önündeki en önemli engel…
Tabii ki. Siyonistler 120 yıldır bu hedefi gerçekleştiremiyorlarsa, o da Filistin’deki Müslümanların direnişi sayesindedir. Filistinliler, İsrail işgal devletinin rüyasını Filistin’e hapsettiler. O kadar kararlı şekilde direndiler, o kadar bedel ödediler ki İsrail genişleme imkanı bulamadı. Bugün yapılan anlaşmaların amaçlarından bir tanesi de, askeri yollarla yapamadıkları genişlemeyi siyasi yollarla yapmaya çalışıyorlar.
Filistin davası Ümmetin merkezi bir davası konumunda görülmelidir. Onun sadece insani değil siyasi ve askeri bir dava olduğu, İslam coğrafyasına yönelik emperyalist bir işgale karşı direniş davası olduğu kavranırsa, konu doğru anlaşılmış olur.