07-07-2008 20:48

Musa`nın (a.s.) okuyuş biçimi mi, Samiri`nin okuyuş biçimi mi?

Hatırlanacağı üzere, Musa`nın bir okuyuş biçimi var­dı, Samiri`nin de bir okuyuş biçimi vardı! Musa`nın oku­ma biçimi işin doğrusu o kadar zor ve karmaşık değildi; sade ve yalındı. Bir çırpıda herkes anlıyordu, Hiçbir tutarsızlık, çelişki taşımıyordu. Doğruları, sadece doğruları ifade ediyor­du! Samiri ise sözü biraz(!) dolaştırıyordu. Üstelik de Samiri, okuyuşunu sunmak için konjonktür`ü kolluyordu: Musa`nın olmadığı bir zamanda ve zeminde konuş­mayı tercih ediyordu!

Musa`nın (a.s.) okuyuş biçimi mi, Samiri`nin okuyuş biçimi mi?

Son zamanlarda moda haline gelen okuyuş biçimi ifadesi temelde, farklı görüşlerin kabul görmesi için bir ikna çabası özelliği taşımaktadır. Buna göre, örneğin, "B" görüşünü taşıyan kişi "A" görüşünü taşıyana diyor ki, seninkisi bir yorum, bir bakış açısı; ama benimki de öyle! Dolayısıyla senin görüşün ne kadar hayat hakkı­na sahipse, benimki de en az o kadar hayat hakkına sahiptir!

Buraya kadar, söylenecek fazla bir şey yok. Fakat, bu tez, yani okuyuş biçimi gibi gerekçe hiçbir zaman bir nihilizm'in müsebbibi olmamalıdır. Aynı şekilde, İs­lam karşıtı tezlerin meşruiyyet vasıtası da yapılmamal­ıdır. Yani, mutlak surette, hiçbir kayıt ve şart gözet­meksizin, bütün tezlerin, görüş ve düşüncelerin, yekdiğeri kadar aziz ve kutsal, dinlenmeye, kulak as­maya değer olduğunu söylemek ve bunun kabulü, en azından bu söylem ve kabulün sahibi açısından, kendi kendini inkarı doğurur. Akabinden, böyle bir şey son derece saçma olur, realitede de bunun mevcudiyetin­den bahsetmek mümkün değildir...

Sözü İslam'a getirmek istiyoruz. Eğer "Okuyuş bi­çimi" gibi bir dialektik ile, İslam karşıtı her türden -klasik ya da modern- hurafenin müslümanlarca saygı duyulur hale getirilmesi kastediliyorsa bu, İslam'ın flulaştırılması, müslüman zihninin alabora edilmesinden başka bir netice vermez. Böyle bir farklılık batıl, hatta yerine göre küfür olur. Çünkü aslolan vahiydir, vahiyle Allah'ın murad ettiği şeydir. Vahiyle örtüşmeyen hiçbir fikrin değeri yoktur. Murad-ı İlahi'ye muvafık düştüğü, daha doğrusu murad-ı ilahi'yi aradığı sürece o farklı okuyuş biçimi dinlemeye, kulak asmaya değerdir. Ola ki bugüne kadar gelmiş geçmiş "okuyuş biçimleri"nden de daha makul olabilir. Allah'ın vahyini doğru anlamak, vahyin kasdını doğru tesbit etmek Allah'ın rızasını, aksi ise gazabını kazandırıcıdır.

Bu bağlamda objektiflik, nesnellik, rasyonel düşün­me gibi argümanlar çok fazla inandırıcı değildir. Hatta bunlar, münafıkça niyetlerin tezahürü bile olabilir. Kısacası, önemli olanın vahyin maksadı olduğunun altını kalın çizgilerle çizmemiz gerekir.

Okuyuş biçimleri sonsuzdur denebilir. Dolayısıyla her okuyuş biçiminin bir muarızının daha bulunması do­ğaldır. "Sonsuz okuyuş biçimleri" bataklığına saplanıp orada boğulmak müslüman için düşünülemez. Orada doğru olanı tesbit etmek imkansız değildir. Okuyuş bi­çimleri kavgasına/çatışmasına son verecek şey, ilkin gerçek, katıksız bir iman, sonra da doğru bilgi, güçlü muhakemedir. Art niyetin ise, ihlal etmeyeceği hiçbir do­ğru, hiçbir ilke ve amentü yoktur!

İslam sözkonusu olduğu zaman, onun içinden konu­şan birtakım insanların "farklı okuyuş biçimleri" geliştir­diklerini üzülerek seyrediyoruz: Tıpkı Samiri'nin okuma biçimi gibi...

Hatırlanacağı üzere, Musa'nın bir okuyuş biçimi var­dı, Samiri'nin de bir okuyuş biçimi vardı! Musa'nın oku­ma biçimi işin doğrusu o kadar zor ve karmaşık değildi; sade ve yalındı. Bir çırpıda herkes anlıyordu, Firavun ise çok daha iyi anlıyordu. Tek bir cümlesi bile iliklere iş­liyordu Musa'nın mesajının! Hiçbir tutarsızlık, çelişki taşımıyordu. Doğruları, sadece doğruları ifade ediyor­du!

Samiri ise sözü biraz(!) dolaştırıyordu. Üstelik de Samiri, okuyuşunu sunmak için konjonktür'ü kolluyordu: Musa'nın olmadığı bir zamanda ve zeminde konuş­mayı tercih ediyordu! Firavun ise cesaret kaynağıydı!

Musa, insanlara "Sizin ilahınız ancak, kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'dır" (20/88) derken; Sami­ri, yaptığı buzağı heykeli için: "İşte bu sizin ilahınız ve Musa'nın da ilahıdır. Fakat Musa (geçmişini) unuttu!" (20/88) diyordu.

İşte böyle diyordu Samiri, Musa'ya da akıl veriyordu, Musa'nın okuma biçimini beğenmiyordu, onun yanıldı­ğını, körü körüne "Allah bir" dediğini anlatmak istiyordu. Samiri, Hz. Musa'ya inanmış insanlardan, kendisine yandaşlar da bulmuştu. Bu yandaşlar, zamanın sosyetesiydi muhtemelen ve Samiri'yi çok beğenmiş olmalıy­dılar. Belki de Samiri'yi Musa'dan daha aydın ve daha sivil bulmuşlardı. En azından Samiri marjinal değildi ve buzağısı, Firavun'un şerrinden emin olmak için önemli bir referans idi.

Günümüzde de Samirice okuyuş halkası her gün yeni birilerinin katılımıyla genişlemektedir. Fakat burada biz de bir "yanlış okuma" hatası yapmamalıyız: Şimdi­lerde Samirilerin buzağıları altından mamul değil; buzağımsı nesnelerin yanında tanrılarını daha çok beklentileri, sosyetenin beğenisini kazanmak; hayran­larının mesihi muhabbetlerini, bağlılıklarını boşa çıkar­mamak; sistemle başını belaya sokmaktan uzak tut­mak; "yeni" bir proje üretmiş olmak, yeşil yeşil dolarların dayanılmaz sıcaklığı ve tabî, MGK'nın nazik buyruklarını geri çevirememe kibarlığı (!) gibi saikler oluşturmaktadır.

Samiri'nin ardılları, İslam'ı bir din olmaktan adeta çı­kardılar; onu tevhidin düşmanı her türlü ideolojiyle öz­deş/kardeş hale getirdiler (kendi söylemlerinde; yoksa bizatihi değil!). Uzlaşma sözcüğü belki de terennüm et­mekten en çok hoşlandıkları sözcüktür, İslam'la laiklik, İslam'la demokrasi, İslam'la liberalizm, İslam'la "çağ­daş değerler", hatta İslam'la ateizm ve İslam'la ahlak­sızlığın -onların okumalarında- çatışmaları, çelişmele­ri, birbirlerine "öte git" demeleri asla mümkün değildir! Bu anılanlarla İslam bir arada, çok hukuklulukla, gayet sivilce beraber yaşayabilirler! Hatta hatta, "demokrasi tam tevhide denk" düşmektedir! Demokrasi, "hık demiş, burnundan islam düşmüş", birbirlerine bu kadar yakın­lar!

Söz konusu Samirice okuyuş biçiminde İslam çok­tan siyasi taleplerinden vazgeçmiştir. İslami hareketin artık devlet diye bir talebi yoktur. Zaten bugüne kadar eğer istemişse onun günahını affettirmek için de ikinci bir asli günah inanışı geliştirmelerini, bundan sonra doğacak her yeni müslüman çocuğunu, bu günahdan arındırmak için vaftiz etmeyi topluma salık vermelerini ben şahsen öneririm!

Evet, İslam'ın devlet, hatta hiçbir siyasi talebi bulun­mayan bir din olması; din işlerinin devlet/siyaset işlerin­den tamamen başka ve farklı olması; İslami/siyasi dü­şünce ve tavrın fanatizm olması; hakimiyetin göklerde Tanrı'ya, yeryüzünde ise beşere tahsis edilmesi; kafirle­rin saldırdıkları İslami değerlerden derhal vazgeçilmesi v.b. bu yeni okuyuş biçiminde şekillenen en son içtihat­lardır!

Biz, Samiri'nin böğüren buzağısı gibi, ardıllarının çok satan mevkutelerdeki mürekkeplerinin, çok seyredi­len TV'lerdeki görüntülerinin de elbet, bir gün yok olaca­ğına inanıyoruz. Çünkü sadece Allah'ın dediği kalıcıdır. Allah'ın sözünden yüce bir söz yoktur. Geçmiş ve şim­diki Firavunlar olduğu gibi, onların kalemşörleri de Al­lah'ın hükmüne teslim olmak zorundadırlar. Çünkü bun­dan kaçış yoktur.

Biz Müslümanlar Nuh'un okuyuş biçiminden, İbra­him'in okuyuş biçiminden, Musa'nın, Muhammed'in, ha­sılı Allah'ın bütün Elçileri'nin (onların hepsine selam ol­sun) okuyuş biçiminden başka okuyuş bilmiyoruz. Sözkonusu okuyuş biçiminin hülasası da Kur'an'da mevcuttur. Ve biz, izzeti Firavunların yanında arayan­lardan da beriyiz.

Biz Kur'an'a inanmaya devam edeceğiz.

(Ahya Aras / İktibas Dergisi - 20. sayı)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !