19-03-2008 18:36

Musîbetlere gebe zaferler veya zaferlere gebe musîbetler..

‘Çanakkale geçilmez’ diye diye nerelere varıldığını öğrenmek isteyenler, Yargıtay Başsavcısı’nın AK Parti’nin kapatılması için açtığı dâvanın iddianâmesine bir baksınlar.

Musîbetlere gebe zaferler veya zaferlere gebe musîbetler..

Selahaddin Eş Çakırgil

Dün, Çanakkale Savaşları’nın 93. yıldönümü idi.. Yeni bir ‘ulusal kutsal’ı oluşturma çabasına doğru gidiliyor bu konuda.. Çünkü, M. Kemal’in kendisini ilk kez orada gösterdiğine vurgu yapılıyor..  
Bu vesileyle yapılan törenleri dün TRT İnt.’den uzuuun uzuuun izledim.. Bu arada, bol bol Safahat’tan şiirler dinledik.. Yargıtay Başsavcısı’ndan da korkmamışlardı. Zira, ‘laiklik’  tehlikeye değil, ateşe atılıyor; vahyin kurtarıcılığından, Kur’an okuyarak bir an sonra dünya hayatından vazgeçme sırasını bekleyen kahramanlardan sözediliyordu, sürekli..
Bu arada, ikide bir, M. Kemal’in sesi yüksek perdeden ve Çanakkale’nin ruhuna aykırı olarak şöyle tekrarlatılıyordu: ‘Ne mutlu türküm diyene!’.. Halbuki,  Çanakkale, sadece türklerin, kürdlerin vs. değil, İslam Milleti’nin cansiperâne bir direnişiydi. Gidiniz, o savaşlarda dünya hayatından geçenlerin mezarlarına bir bakınız..
Bağdad ve Musul’dan, Şam, Haleb ve Trablusşam’dan, Medine, Aden, Asyut ve Kıbrıs’dan, Trablusgarb ve Bingazi’den, Bosna’dan, İzmir, Çölemerik (Hakkâri) ve Diyarbekr’den, Kastamonu, Batum, İstanbul, Filibe ve Selanik’ten; o günkü vatan coğrafyasının her bir yanından, İslam sancağını yere düşürmemek ve o ateş içinde inanç değerlerine kanlarıyla su vermek için, dünya hayatından geçen, her ırk ve kavmden onbinler.. Ama, acıdır ki, Çanakkale’deki Osmanlı Orduları başkomutanı, bir alman generali olan ‘Liman von Sanders (Paşa)’ idi; (‘İttihad- Terakkî’  kafası onu Osmanlı Paşası da yapmıştı.) Yani, binbaşı M. Kemal’in etkisi sınırlıydı tabiatiyle.. Onun da hakkı yenmesin, ama, yüzlerce ‘paşa’nın ve 90 bine yakın mechûl askerin hâtırâsı üzerine, resmî tarih goygoycularının çabasıyla tek ismin sembol olarak abandırılması doğru değildir!
Bizzat, o zamanki  M. Kemal’in hâtırâtında anlatılan tablo bile, durumu anlatmaya yeter.. Bir an sonra öleceklerini bile bile, Kur’an okuyan o kahramanlar, şehîd’lerin yerini almak üzere, siperlere dalıyorlardı.. O onbinler, ‘Allah’ın dini’  uğrunda dünya hayatından vazgeçmeye hazırlanıyorlardı, birilerinin ‘laiklik dini’  için değil.. Herhalde o hengamede hiçbirisinin aklından ‘İslamî değerlere karşı mücadele veren katı laik bir rejim kuracağız..’  diye bir düşünce geçmiyordu; hattâ, öyle bir yabancı kelimeyi bile bilmiyorlardı.. Ama, TRT Int.’in muhabiri, o zaferle, ‘8 sene sonra kurulacak laik rejimin temellerinin atıldığı’na varıncaya kadar en saçma iddiaları bile dillendiriyordu. TSK adına yapılan konuşmada ise, ‘Aziz şehidlerden aldığımız güç, laik rejimi kurtarmaktaki kararlılığımızın kaynağı olmaya devam edecektir..’ gibi cümleler kuruluyordu.. ‘Çanakkale geçilmez’ gulgûleleri arasında..
‘Çanakkale geçilmez’ diye diye nerelere varıldığını öğrenmek isteyenler, Yargıtay Başsavcısı’nın AK Parti’nin kapatılması için açtığı dâvanın iddianâmesine bir baksınlar.
O halde, dün daha bir tekrarlanan ‘şehîd emanetleri’ edebiyatının gerçeğini de görmeliyiz. 

*Halebçe’yi değil, Halebçe’leri unutmayalım..

Bugünler, Halebçe Faciası’nın 20. yıldönümü.. 22 Eylûl 1980’de, Irak diktatörü Saddam’ın, körpe İran İslam Cumhûriyeti’ni çökertmek için, emperyalist-şeytanî güçlerin desteğiyle ve onlar adına saldırısıyla başladığı, BM tarafından da itiraf olunan 8 yıllık ve en az 1 milyon insanın ölümüyle sonuçlanan savaşın son kertelerinde.. Irak’da, (halkı sünnî müslüman) bir kürd şehri olan Halebçe de İran güçlerinin eline geçiyordu.. Saddam’ı çıldırtan ise, yerli halkın, İİC ordularını, ‘Allah’u Ekber’ diye karşılamalarıydı.. Başka savaşlarda, korunmak için kaçacak yer arayan kızlar-gelinler bile, şimdi bu orduyu, gözlerinin içi gülerek ve bir ‘kurtarıcı’ gibi karşılıyor ve hançerelerinden tıpkı onlar gibi, ‘Allah’u Ekber!’ yükseliyordu.. Bu sahneler İİC televizyonlarından dünyaya gösteriliyordu..
O halde, cezalandırılmalıydı, bu halk.. Saddam bunu yapmaktan tereddüt etmedi, ve..
Bu şehri kimyasal bombardımana tâbi tuttu ve 5 binden fazla insan, bir anda, çocuklarını kurtarmak isteyen analar, babalar, nineler, dedeler, çocukları kucaklarında veya çocuklar oyuncaklarının başında öylece, kimyasal gazlarla kavruldular..
Dünya bu faciayı görmezlikten geldi.. İİC tv.’nun dünyaya geçtiği bu korkunç facianın haber filmine emperyalist dünya 3 yıl ambargo koydu.. Çünkü, emperyalist güçlerin bölgedeki kuklası olan Saddam’ın ne korkunç, hunhar bir zâlim olduğu ortaya çıkmamalıydı.
Ama, ne zaman ki, Saddam, İran-Irak Savaşı’ndan eli boş dönmekteki yenilgisinin yükünden kurtulmak için, Kuveyt’i işgal edip, bu ülkeciği, Irak halkına 19. eyalet olarak sununca..
Emperyalizmin Ortadoğu’da 1920’lerde kurduğu düzenin temel taşlarından birini oynatmaya kalkışmanın ağır bir bedeli olacağını ihtar için, emperyalist dünya, önce, İİC Tv.’nun dünyaya üç sene önce yansıttığı Halebçe Faciası filmlerini hatırladılar ve yazık ki nice müslümanlar da ancak o zaman, Saddam’ın ne korkunç bir zâlim olduğunu yeni yeni anlamaya başladılar.  Evet, Halebçe’yi unutmayalım.. O zaman, Hiroşima’dan sonraki en büyük katliâm deniliyordu.. Ama, üç sene sonra, 1991’de, Amerika-Irak Savaşı sonrasında, Saddam, bu kez de Kuzey Irak’daki müslüman kürd halkını kimyasal gazlarla bombardıman edecek ve 150 binden fazla insanı kavuracaktı. Yani, Halebçe bir küçük sembol kaldı. Çünkü, hemen arkasından, Bosna’da 200 bin, sonra, Çeçenistan’da 150 bin insan, sırf ‘müslüman olmak’ suçu (!?) ile katliâma uğradılar. Ve sonra, Amerikan emperyalizmi, 11 Eylûl 2001 Saldırıları’nı bahane ederek, Afganistan’da yüzbinlerce; Irak’da da bir milyon müslümanı katletti, katlediyor. Ve bu hal, ‘savaş hali’ diye geçiştiriliyor. Zorbalık ve emperyalizm oldukça, Halebçe’ler bitmez.

*Her kahrın içinde, bir lûtuf da vardır..

Bir kızılderili atasözünde ‘Her trajedi, bir hediyeyle gelir;  ama, acı o kadar derindir ki, o hediye farkedilmez bile..’ denilir. Son siyasî gelişmelere böyle de bakılabilir. Ama, mes’ele, sadece oy penceresinden bakılamayacak kadar, başka boyutlar taşıyor.. Gerçi, Pazartesi akşamı, Show TV haber bülteninde, Noter gözetiminde yapılan ve 265 bin kişinin, SMS mesajıyla katıldığı ankette, AK Parti yüzde 70, CHP yüzde 18, MHP, yüzde 6 ve DTP de yüzde 4 oy almış.. Ve sunucu A. Kırca mosmor olup, ‘Bu anket, siyasî tabloyu yansıtmaz.’ demiş. Elbette ki yansıtmaz. Ama, AK Parti’nin oyu, yüzde 47 altına düşseydi, ‘halkımızın laikliğe sahib çıktığı’ üzerine laflar etmeyecek miydi, o kişi?
Ama, mes’eleye, 1908-2008 arası, 100 yıllık bir tarih perspektifinden de bakmak gerekiyor.. 100 yıl önce bugünlerde de, ‘Meşrutiyet’  türküleri söyleniyordu, toplumumuzda..
‘Meşrutiyet’, yani, Padişah’ın yetkilerinin şarta bağlanması, sınırlandırılması mücadelesi..
Dün Padişah’ı sınırlandırmaya çalışanların kurduğu düzen; bugün millet iradesini sınırlamaya çalışıyor.
Üzerinde durulması gereken asıl mes’ele, bu deriiin sosyal mücadeleyi görmekte..
 
 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !