Şükrü HÜSEYİNOĞLU
MÜSLÜMANIN İSTİKAMETİNİ KONJONKTÜR DEĞİL İLKELER BELİRLER
Bir Müslümanın, istikametini tayin etme hususunda vahyin ölçülerini esas alan selim bir akılla hareket etmek yerine, çevresel etkilerin belirlediği duygulara teslim olarak hareket etmeye başlaması, öfke ve kin duygularıyla işlenen ve sonrasında onulmaz pişmanlıklara yol açan bir cinayetten farksızdır. Her halükarda doğru olan, aklı duygulara teslim kılmak değil, duyguları akla teslim kılmaktır.
Müslüman, istikametini, İslam düşmanlarının karşıt strateji ve pozisyonlarına veya konjonktürel gelişmelere göre değil, İslam’ın değişmez ölçü ve ilkelerine göre belirler. İstikamet, güncel ve dönemsel gelişmelere göre farklılaşan bir değişken asla değildir.
Müslümanın istikameti, Âlemlerin Rabbi tarafından tarih boyunca Elçilerine bildirilen ve o Elçilerin (s) hayatlarında ve mücadele süreçlerinde müşahhaslaştırılarak hiç değişmeden bugüne taşınan tevhidi istikamettir. Tevhidi istikamet; şirkle tevhidin, hakla batılın arasını kesin olarak ayırmayı öncelikli şart kılan, batılın her türünden ilkesel anlamda kesin ayrışmayı tüm hareket stratejilerinin temeli kılan açık, net ve değişmez bir duruşun ifadesidir.
Kur’an’daki Peygamber kıssaları bize bu hakikati anlatır hep. Peygamberler (s) hangi konumda olurlarsa olsunlar (ister muhalif ister devlet başkanı), hareket stratejileri ne olursa olsun bu istikametten asla şaşmamışlar, hiçbir şart ve konjonktür onları istikametlerinden alıkoyamamıştır.
Allah Rasulü (s) Mekke oligarşisinin tehdit ve baskıları karşısında da, bunlardan sonuç alınamayınca başvurdukları karşılıklı tavizleşmeye dayalı uzlaşma teklifleri karşısında da istikametinden bir milim şaşmamış, tevhidi duruşundan hiçbir şekilde geri adım atmamıştır.
Evet, Müslümanın bir akidevi duruşu vardır/olmalıdır ve hiçbir konjonktürel gelişme bu duruşa zeval verememelidir. Müslüman, konjonktürel değişimlerin nesnesi olmayı asla kabullenmemelidir. Müslüman her şart ve konjonktürde özne olmayı, konjonktüre göre pozisyon alan değil, konjonktürü iman ettiği ilkeler çerçevesinde yorumlayıp belirlemeye çalışan olmak zorundadır.
Müslümanın beri olması gerekenler de, veli edinmesi gerekenler de İslam’ın değişmez ölçü ve ilkeleri ile belirlenmiştir. Müslüman, beraatini ve velayetini batıl sistem bünyesinde yaşanan dönemsel siyasi kamplaşmalara göre değil, iman ettiği ilkelere göre ortaya koymalıdır.
Müslüman, batılın her çeşidinden ve batılın her tonunun temsilcilerinden beri olmakla mükelleftir. Müslümanın velayet bağı kuracakları da, batılın ve cahiliyenin her çeşidini reddederek bütüncül bir anlayışla İslam’a yönelen muhavvidler olmalıdır.
İslam’ı bireysel referansa indirgeyip, kurumsal referans olarak ise laikliği adres gösteren, İslam’la Batılı batıl değerleri uzlaştırma çabası içerisinde olan, kurucu irade ve kuruluş felsefesi itibariyle batıl olduğu apaçık ortada olan bir sistemi sahiplenen ve onu 2023 hedefine taşımaya azmeden eklektik bir irade Müslümanın velayet bağı kuracağı değil, beri olması gereken bir iradeyi ifade etmektedir.
Yaşadığımız coğrafyada son yıllarda çeşitli İslami çevrelerde gözlemlenen önü alınmaz savrulmaların, her konjonktür değişiminde daha da belirginleşen tevhidi mücadele ekseninden uzaklaşma sorununun temelinde, bu temel hakikatlerin ihmal edilmesi ve zihinlerin, konjonktürü belirleyen değil konjonktüre göre belirlenen duygu eksenli yaklaşımlara teslim kılınması yatmaktadır.
Son birkaç haftadır, çevre ve bunun yanı sıra “laik yaşam tarzı” duyarlılığı şeklinde başlayıp farklı aktörlerin devreye girmesiyle giderek tam anlamıyla bir “sokak darbesi” girişimine dönüşen “Gezi Parkı” gündemi üzerinden, toplumsal planda cepheleşmenin tavan yaptığı ve insanların bu cepheleşme üzerinden taraf belirlediği günler yaşamaktayız.
Çeşitli siyaset mahfilleri açısından taraftar toplamak için başat enstrüman olan “cephe siyaseti” için çok verimli bir ortam oluşmuş durumda.
İslam düşmanı kimi grupların bu süreçte ortaya koydukları, tesettürlü kadınlara yönelik saldırılara kadar varan azgınlıkları ve alkol düzenlemesi üzerinden “laik yaşam tarzı”nın daraltıldığı yönünde Hükümete dönük eleştiriler, çeşitli İslami çevrelerde bir kere daha, iman edilen ölçü ve ilkeleri görünmez ve hatırlanmaz kılan bir duygu atmosferinin hakim olmasını doğurdu.
İlk defa bu hadiseler üzerinden muhafazakar demokrat çizgiye meyledenler olduğu gibi, bugüne kadarki mahcup ve mesafeli desteklerini, ateşli bir taraftarlığa tebdil edenler de oldu. Tevhid-şirk çatışması, hak-batıl uzlaşmazlığı, cahiliyeden ilkesel kopuş gibi temel İslami ilkeler bir kere daha konjonktürel atmosfer ve bu atmosfer üzerine kurulu “cephe siyaseti”ne kurban edildi.
Özgün İslami duruş ve siyasetle toplumsal ve siyasal alanlarda münkeri imha ve marufu inşa eden özne olarak var olmak yerine, mevcut siyaset aktörlerinin ustalıkla yönettiği “cephe siyaseti”nin nesnesi olmak ne büyük bir kayıptır. İslam'ın ölçüleri herkesin anlayacağı açıklıkta olmasına ve bu ölçüler gerek Peygamber kıssalarıyla müşahhaslaştırılmış, gerekse Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed'in (s) siretinde bütün netliğiyle temsil edilmiş olmasına rağmen bugünün Müslümanlarının önemli bir kısmının bir türlü ölçü tutturamayışları, her şartta ilkeleri dikkate alarak istikamet üzere kalmak yerine esen rüzgarlara göre tutum ve duruş değiştiren bir sabitesizlikle malul oluşları ne kadar üzüntü verici bir durumdur.
Bizim istikametimizi, güncel/konjonktürel gelişmeler değil, Rabbimizin Kitabında vazettiği apaçık ilkeler ve Allah Rasulü'nün bu ilkeler çerçevesinde ortaya koyduğu örneklik belirler. Ne birtakım güncel kazanımlar adına, sistem içi demokratik zeminde hareket edenlerin peşine takılırız, ne de ölçüsüz/ilkesiz şiddeti menhec edinenlerin bir çıkmaz olan yollarına meylederiz. Biz tevhidi/nebevi çizgide sebat ediyoruz, konjonktürel rüzgârlara kapılarak mevzilerini terk edenlerden olmamakta kararlıyız.