Şükrü HÜSEYİNOĞLU

08 Temmuz 2008

MÜSLÜMANLAR CAHİLİ SİSTEME KANAT OLMAMALI!

Siyasi sistemler tek kanatla ayakta duramazlar. Birbirini dengeleyen, birbirinin eksik ve açıklarını kapatma işlevi gören ve biri yıprandığında diğerini sahneye sürerek kendi bekasını sağlama alacağı kanatlara ihtiyaç duyarlar. Aksi halde kolay yıpranır, toplumun tepkilerine doğrudan muhatap olur, krizlerle birebir yüzleşmek durumunda kalır ve tehlikeye girerler.

 

Bir sistemin bünyesinde farklı kanatlar barındırması, kendisine manevra alanı kazandırır. Kral çıplak olsa bile toplum sahnede kral yerine onu temsil eden ve sürekli değişen farklı kanat temsilcilerini gördüğü için kralın çıplaklığı gündeme gelmez. Yıpranan kanatın sahneden çekilip yerine imaj tazeleyen diğer kanatın sürülmesiyle sistem zaman kazanır, kendini tazeleme imkanına kavuşur.

 

Bünyesinde farklı kanatlara yer vermeyen siyasi sistemler ise karşılaştıkları krizleri aşmakta zorlanırlar. Mesela Sovyet Birliği’nin paldır küldür çöküşünü biraz da bünyesinde farklı kanatlara yer vermemiş olması doğurmuştur.

 

Bir siyasi sistemin bekası için bünyesinde farklı kanatlara yer vermesinin zorunluluğunu en iyi anlayıp uygulayanlar Batılı emperyalist güçler olmuştur. Esasen Batının “demokrasi”den beklentisi ve demokrasinin mevcut sistemler için gördüğü işlev de temelde kanat siyasetiyle kendileri için manevra alanı oluşturmaktan başka bir şey değildir.

 

Mesela ABD iç siyasetini ele alalım. Bu ülkede siyaset Cumhuriyetçiler-Demokratlar şeklinde iki kampa bölünmüş gözükmektedir. Oysa bu iki kamp arasında hiçbir temel ideolojik fark yoktur. Cumhuriyetçi-Demokrat kamplaşması tamamen yapay bir ayrışmadan ibarettir. Bu ayrışma sözünü ettiğimiz kanat siyaseti çerçevesinde bilinçli olarak tasarlanmıştır ve ABD sistemini ayakta tutan en mühim enstrüman durumundadır. Yine örneğin İran’daki mevcut muhafazakar-reformcu ayrışması da her ne kadar ABD’deki gibi suni bir ayrışma olmasa da sistemin bekasına hizmet eden bir farklılıktır.

 

Türkiye’deki cari sistemi ele aldığımızda, bu sistemin aslında kuruluşundan itibaren tek tipçi, dayatmacı, diktacı bir niteliğe sahip olmakla birlikte her dönemde kanat siyasetinden faydalandığını görürüz. Henüz sistemin kuruluşunun başında Serbest Fırka ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası tamamen bu siyasetin ürünü olarak kurdurulmuş ve işlevlerini tamamlayınca da sahneden indirilmişlerdir.

 

Daha sonraları 1945’te ilk adımı atılan ve 1950’den itibaren fiilen yürürlüğe giren çok partili sistem, laik Kemalist sistem açısından kendisine manevra alanı oluşturma ve toplumda taban bulma imkanı sağlayan önemli bir açılım olmuştur. Sistem bu sayede toplumsal tepkilere karşı kullanışlı paratonerler edinmiş, sahne gerisine çekilen kralın çıplaklığı gözlerden ıraklaştırılmış, krizlerin faturası sahnede yer alıp sürekli değişen kanatlara kesildiğinden onca sorunlara karşın sistem zeval görmemiştir. Böylece toplum sistemle değil sahnede yer alan “kurtarıcı”larla muhatap olmuş, hesaplaşmalarını onlarla yapar olmuştur. Kralsa olan biteni tahtından izleyip, kanat siyaseti açık verdiğinde veya kendi bekası için tehdit teşkil etmeye başladığında sahneye çıkıp olan bitene bizzat müdahil olmuş, böylece ortalama 10 yılda bir alaşağı edilen kanat siyasetinin temel argümanı “demokrasi sahnesi” tehlike bertaraf edilince yeniden kurulmuştur.

 

Türkiye’deki çok partili sistemle ilgili yazar Mehmet Pamak’ın son derece isabetli bir tesbiti var. Pamak, çok partili sistemin aslında “çok CHP’li sistem” olduğunu belirtmektedir. Zira adı ve kurucularının dünya görüşü ne olursa olsun tüm partiler Anayasada yer alan ve aslında CHP’nin altı okuna denk gelen “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” ilkelere bağlı kalacakları sözüyle atılabilmektedir siyaset sahnesine. Partiler ancak CHP ilkelerine hizmet ettikleri sürece sistem katında muteber olabilmekte, bu ilkelerle çelişen icraatlar ortaya koyma gibi bir irade sergilediklerinde hemen demoklesin kılıcı başlarına inmektedir. Partilerin yalnızca mevcut sistemin işlerini gören bir kanat işlevi görmesine müsaade edilmekte, sisteme yönelik yapısal bir sorgulama veya düzenlemede karşılarında kralı görmeleri kaçınılmaz olmaktadır.

 

2002 seçimlerinin hemen arifesinde kaleme aldığım ve Haksöz dergisinde yayınlanan “Kurtarıcılar kimi kurtarıyor” başlıklı yazıda da belirttiğim gibi, Türkiye’de kurtarıcılar halkı değil sistemi kurtarmaktadırlar. Zaten kurtarıcılar sistemi, yani çok partili sistem de halkı değil sistemi kurtarmak, sisteme manevra alanı ve zaman kazandırmak için tasarlanmış bulunmaktadır. Dolayısıyla bu sistem bünyesinde bir kanat olmak, sistemi yaşatmanın araçlarından biri olmak demektir.

 

Müslümanlar olarak cahili sistemin bekası için tasarlanmış olan bu “demokrasi oyunu”nda rol üstlenmememiz ve yer almamamız gerekmektedir. Bu sisteme kanat işlevi görmek asla doğru olamaz. Müslümanlar Kur’an’ın ölçüleri ve Nebevi pratik ışığında kendi siyasetlerini belirlemeli, kendi yollarında yürümelidirler. Cahili sistemle bütünleşen değil ayrışan, davet eksenli, açık, net, şeffaf bir mücadele ile İslami bir toplum ve siyasi organizasyonun tesisine çalışmalıdırlar. Bizim yolumuzu, yordamımızı, cahili sistemlerin kendi bekaları için kurguladıkları yöntemler değil, bizler için en güzel örnekliğin sahibi Hz. Peygamber’in hayatı ve mücadelesi belirlemelidir.