Mutezile, şûra temelli bir yönetim istemiştir
Bülent Gökgöz: Mutezilenin salt itikadi veya felsefi konularla uğraştığını düşünenler Mutezile`nin siyasi boyutunu görmezden gelmekteler. Mutezile sürekli bir biçimde yönetimin Müslümanlar arasında şuraya dayalı olarak işlemesi için çalışmış ve bu uğurda birçok mücadelede bulunmuştur.
Özgür-Der Çorum Şubesi’nin düzenlediği İslam Tarihi seminerlerinde bu hafta “Abbasiler Döneminde Mutezile” konuşuldu. Bülent Gökgöz tarafından gerçekleştirilen sunumda önce; Müslümanların bugünkü edilgen durumlarının sebeplerinin tarih içindeki düşünsel ve fiili kırılmaların araştırılarak ortaya çıkarılmasının önemine ve seminerlerin bu hedefe yönelik olmasının gerektiği vurgusu yapıldı. Gökgöz, Mutezilenin İslam ekolleri içerisinde önemli bir yeri olduğunu belirttiği sunumunda devamla şunları söyledi:” İslam tarihine bir dönem damgasını vurmuş ve kendilerini Tevhid ve Adalet ehli olarak tanımlayan bu ekol hakkında maalesef gerek geçmişte, gerekse günümüzde halen karalayıcı ve hakkında şüphe uyandırmaya yönelik linç girişimlerine rastlanmakta.
Mutezilenin salt itikadi veya felsefi konularla uğraştığını düşünenler Mutezile'nin siyasi boyutunu görmezden gelmekteler. Oysa Mutezile, devlet, yönetim, yönetenler ve yönetilenlerin statü ve sorumluluklarını tanımlamış ve bu düşüncelerini hayata geçirmek için de toplumları bu anlayışa çağırmışlardır. Zor kullanarak başa gelmiş bir kimsenin yönetimi ve icraatı hakkında Mutezilenin tavrı açık ve kesindir. Mutezile, böyle birinin icraatına yasallık tanınmasını reddederek yaptıklarını hiçbir şekilde haklı bulmaz. Böyle bir durumda yapılması gerekenin onun zorbalığını engellemek, zulmünden kurtulmak, mevcut duruma müdahale etmek, batıl gerekçelerle elinde bulundurduğu tasarruf hakkından alıkoymak olduğunu söyler. Aslında Hz. Osman’ın hilafetinden sonra yönetimle ilgili iki farklı düşüncenin oluştuğunu söyleyebiliriz;
Birincisi, Hilafet, Allah’ın imama bahşettiği bir zırh elbisesidir. Seçimi yapanlar seçim sonrası halifeyi azledemezler. Bu görüş ilahi hak sözüne pek yakın anlam taşıyan ve daha sonra doğal hak haline dönüşen bir özellik taşır. Bu görüşün savunucusu Hz. Osman olmuştur.
İkincisi, İmam, imamete atanıp seçilmekle, henüz ümmetin kontrolüne ve kararına bağlıdır. Onu azletme ve ona karşı ayaklanma hususunda ümmetin hakkı sabittir. İşte mutezile de imamı kontrol etme ve azlini gerektiren bir şey yapması veya ona maruz kalması halinde ümmetin azletmeye sürekli hak sahibi olduğunu savunur. Bu ümmetin en doğal haklarından biridir.
Mutezile’nin siyasi bir ekol olmaktan ziyade sadece dini ve felsefi bir ekol olduğunu savunmak yanlış bir düşüncedir. Bu düşünce öyle yaygınlaştırılmıştır ki, insanlar Mutezile’nin 5 temel Usul’ül Hamse prensibinin iyiliği anlatmakla birey ve toplum bazında en güzele, en iyiye teşvik etmek olduğunu sanır. Aslında tüm bu ilkelerin inanç ilkeleriyle ilgili olmakla birlikte siyasete, yönetime ve var olan yanlış din anlayışlarına karşı bir duruş olduğunu görebiliriz. İslam tarihi boyunca her ekolün doğuşu ya doğrudan ya da ağırlıklı olarak siyaset ve imamet gibi nedenlerden kaynaklanmıştır. Sadece itikadi meseleler hiçbir zaman temel ekollerin oluşması için bir neden oluşturmamıştır. Mutezilenin imamet, yönetim düşüncesi ve ilkelerini içeren görüşlerinin diğer ekollerle karşılaştırılması, siyasetin mutezile düşüncesinin doğuşundaki rolünü açıklar. Ve bu rol sanıldığı gibi hiçbir zaman ikinci planda kalmamıştır.
Mutezile hiçbir zaman Abbasi hareketi olgusunun varlığını tanımamış ve Abbasilerin hilafette hakları olabileceğine de inanmamıştır. Dolayısıyla Mutezile baştan itibaren Mervan oğullarından sonra gelecek ve yönetimi miras alacak bir Abbasi imamına biat için çağrıda bulunmamıştır. Mutezile sürekli bir biçimde yönetimin Müslümanlar arasında şuraya dayalı olarak işlemesi için çalışmış ve bu uğurda birçok mücadelede bulunmuştur. Mutezilenin Abbasilere karşı muhalefeti daha ilk baştan itibaren başlamıştır. Mutezile için Abbasilerin veraset silsilesinin hiçbir değeri yoktur. Çünkü seçim, mutezileye göre imamete gelmenin tek yoluydu. Üstelik Abbasilerin yönetim kadrolarında yer verdikleri Horasan ulusçu akımına karşı da Mutezile mücadelesini sürdürmüştür.
Mutezile, Abbasiler döneminde H.145 deki Nefsüz Zekiye hareketine bilfiil katılmış ve hatta direnişin organize edilmesinde etkin rol almıştır. Ancak direnişin başarısızlıkla sonuçlanması, H.144 de vefat eden Mutezilenin önderlerinden Amr b.Ubeyd’in dikkat çekmeye çalıştığı temekkün düşüncesini gündeme getirmiş ve bu tarihten sonra Mutezile silahlı direnişi temekkün şartını taşımamasından dolayı tasvip etmemiştir. Zeydiye ile de bu tarihten sonra metodik olarak ayrılan Mutezilenin aynı zamanda İslam dışı inançlara karşı mücadele verdiğini görmekteyiz. Mürcie’nin ve Emevilerin cebr düşüncesine, Haricilerin tekfir düşüncesine, Şia’nın İmamet mitolojisine, Abbasilerin, Horasan ve Bermeki hareketlerinin ulusçu düşüncesine, İslam dışı senevîyye, dehriye, manihesit ve gnostik(irfancı) düşüncelere, Yahudi teolojisine ve Yunan felsefesine karşı mücadele ettiğini görmekteyiz. Bu tarihten sonra Basra ve Bağdat ekolü olarak iki ekolün oluştuğunu görmekteyiz. Basra ekolü Abbasilerle uzlaşma ve yardımlaşma yoluna girerken, Bağdat ekolü muhalefetini sürdürmüş ve hatta Harun Reşid döneminde hapishanelerdeki bazı mutezililer ve Ali taraftarları serbest bırakılırken Bağdat ekolünün kurucusu Bişr b.Mutemir muhalefetinden dolayı hapse atılmıştır.
Mutezile Abbasiler döneminde boykot, reddetme, devletle yardımlaşma, para kabul etmeme, yargı kadrolarında yer almama ve silahlı direniş gibi oldukça çeşitli muhalefet davranışlarını sergilemiştir. Memun, Mutasım ve Vasık dönemlerinde mutezile ve Ali taraftarlarına karşı devlet kadrolarında imkânlar tanınmış ve ‘Kur’an’ın Yaratılmış Olduğu’ söylemiyle de Arap muhalefet bloğu sindirilmeye çalışılmıştır. Mutezile mensubu olduğu belirtilen bazı kişilerin halifeden güç alarak uyguladığı bu mihne uygulamasına birçok mutezili kişi karşı çıkmış ve muhalefetlerinden dolayı hapse atılmışlardı. Hatta o dönemde mutezilenin utancı adıyla bir de kitap yazılmıştı. Mütevekkil döneminde her şey tersine döndü ve Abbasiler öncesinde kendilerinin uyguladığı mihne hadiselerinin müsebbibinin Mutezile olduğunu söyleyerek, ekol aleyhinde linç ve karalama kampanyasına başlattı. Hadisçilerin de onayıyla hazırlatılan Kadiri İtikad isimli kitap basılarak camilerde ve meclislerde okutuluyor ve mutezileye ait düşünce ve eserler yasaklanıyordu. Abbasi döneminde egemenlerin ve bağnaz güçlerin hışmına uğramış olan Mutezile’nin eserlerinden çok azı günümüze ulaşmıştır. İslam tarihi ve düşüncesi maalesef bu ekolün zengin düşünce ve pratik mirasından yoksun bırakılmıştır.
Sonuç olarak Mutezile siyasi duruşu ve muhalefet geleneği kadar kelami ve felsefi konularla da ilgilenmiştir. Mihne olaylarında özellikle Bağdat Mutezilesinin karşı çıkmasına rağmen yapılan haksızlıklar tüm Mutezileye atfedilmiş, karalamaya ve lince maruz bırakılmıştır. Mutezile Abbasi yönetimini ne kuruluş esnasında ne de sonraki süreçte onaylamamış ve muhalif duruşunu sergilemiştir. Bir takım müsteşriklerin de mutezile hakkındaki küçümseyici ve saptırıcı yaklaşımları doğruyu yansıtmamaktadır. Bu ekol İslam düşüncesinin tevhidi öğretilerinden neşet etmiş ve aklı-vahiyle buluşturarak muazzam bir etki ortaya çıkarmıştır.”
Seminer, soru-cevap ve karşılıklı mütalaalardan sonra sona erdi.