Şükrü HÜSEYİNOĞLU
NE "HOŞKÖRÜ", NE ŞİDDET KÖRÜ!
Sözü uzatma, dolandırıp budaklandırma niyetinde değilim. Tesbit ve düşüncelerimi yalın ve açık olarak ifade etmek istiyorum. Kısacası açık konuşmak istiyorum! Her şeyin karmaşık göründüğü, safların ayrışacak yerde birbirine karıştığı, çizgilerin netleşecek yerde giderek daha da bulanıklaştığı bu süreçte, aslında her daim Müslümanların şiarı olması gereken açık konuşmanın hayati bir mesele haline geldiği görüşündeyim.
Müslümanlar olarak açık konuşmak zorundayız. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde son derece açık konuşmuyor mu? Allah Rasulü (a.s), apaçık kitabın apaçık mesajlarını muhataplarına açıkça bildirmiyor muydu? Mesajı eğip bükmek, dolandırıp budaklandırmak, açık mesajı kapalı hale getirmek sonradan zuhur etti! Olması gereken, mesajı açıkça dile getirmek, eğip bükmemek, fakat bunu yapıyorum derken de kırıp dökmemektir. Apaçık hakikatleri güzelce, tatlı bir şekilde, fakat apaçık olarak dile getirmektir. Ne var ki bazı Müslümanlar dili yumuşatmayı öngören Rabbani ölçüyü şaşırıp, mesajın kendisini de yumuşatmaya kalkıştılar. Bunun tersini yapan Müslümanlar da oldu. Onlar ise insanları İslam’a güzelce davet etmeye, üsluba çeki düzen vermeye, ölçülü olmaya bir türlü yanaşmadılar. Netlikle sertliği birbirine karıştırdılar.
Günümüzde Müslümanlar olarak fasit bir daireye mahkum edilmek isteniyoruz. Yeni bir “Kırk katır mı, kırk satır mı?” dayatmasıyla karşı karşıyayız. Bizim için küresel ve yerel toplum mühendisliği merkezlerinde biçilen iki tür gömlekten birini seçmek gibi bir dayatmayla karşı karşıyayız. Küresel ve yerel ölçekte önümüze iki şık konuluyor: Ya tedhiş taraftarı olacaksın, ya da uzlaşma yandaşı! "Hoşkörü" olmakla şiddet körü olmak arasına sıkıştırılmak isteniyoruz.
Söz konusu iki tutum birbirlerini söz konusu ederek haklılık ve meşruiyet kazanma çabasına girişiyor. Birisi, “İslam’da teröre yer yoktur, şiddetin de bir hukuku vardır” hakikatini dillendirip, bu hakikati ihlal edenleri söz konusu ederek buradan tağutlarla, zalimlerle içli dışlı olmaya, izzeti zalimlerin yanında aramaya dayalı bir tutuma meşruiyet devşirmeye koyuluyor; diğeri ise zalim ve tağutlarla içli dışlı olmaya dayalı tutumları öne sürerek buradan kendi ölçüsüzlüğüne meşruiyet kazandırmaya çalışıyor.
Hangisini seçmeliyiz? Ölçüsüz bir şiddeti temel hareket tarzı edinmiş olan, tekfirci, şeffaflıktan uzak, neyi savunduğu, neyi doğru neyi yanlış kabul ettiği net ve açık olmayan "şiddet körü" çizgisini mi, yoksa küresel ve yerel zulüm odaklarıyla içli dışlı olmayı bir hareket tarzı olarak belirlemiş, tağutlarla iyi geçinmeyi şiar edinmiş, zalime ve zulme karşı bir duruşu olmayan, Allah’ın dinini her şart altında savunma iradesi göstermek yerine yaşanan süreçlere göre tutum değiştiren "hoşkörü" çizgisini mi benimsemeliyiz? Kısacası kırk katırı mı tercih edeceğiz, kırk satırı mı?
Bu sorunun doğru cevabı şudur: Ne şiddet körü, ne hoşkörü! Bizler küresel ve yerel toplum mühendisliği odaklarınca biçilen gömleklerden birini tercih etmek durumunda değiliz. Kırk katırla, kırk satır arasında tercih yapmak zorunluluğumuz yok. Çünkü bizi dosdoğru yola ileten apaçık bir hidayet rehberimiz ve kendisinde bizim için güzel örnekler bulunan kutlu bir önderimiz var. Apaçık rehberimizin bize anlattığı ve kutlu önderimizin örnekliğiyle müşahhaslaştırdığı Rabbani yol, ne izzeti kör şiddette arayan anlayışı işaret ediyor, ne de kürsel ve yerel zulüm odaklarına yaranmaya çalışan, izzeti onların yanında arayan anlayışı...
Bizden yürümemiz istenen yol bellidir: Alemlerin Rabbi yüce Allah’tan başka ilah ve rabb tanımamak, tüm batıl düzenleri, tağuti otoriteleri reddedip yalnız Allah’ın hükümranlığına boyun eğme iradesini ortaya koymak, zalimlere asla meyletmemek, Allah’ın ilke ve ölçülerini asla eğip bükmemek, batılın sembollerine tazimde bulunmamak, Rabbani ölçüleri asla gevşetmeye kalkışmamak, izzeti zalim ve tağutların yanında değil yalnızca Allah’ın, Rasulü’nün ve Müminlerin yanında aramak; lakin netlikle sertliği birbirine karıştırmamak, şiddetin ve savaşın da bir fıkhı olduğunu unutmamak, hikmeti ve estetiği elden bırakmamak, merhameti, şefkati, affediciliği, kuşatıcılığı elden bırakmamak, haklıyla haksızı, zalimle mazlumu ayırmak, insanları şefkatle ve güzellikle İslam’a davet etmek, nefret değil şefkat saçan, ölüm değil hayat vadeden ihya ve inşa erleri olmak…
Kur’an’ın sınırlarını çizdiği ve Allah Rasulü’nün pratize ettiği bu temel ilkeleri yol azığı edinmeli ve gür bir sedayla, sıkıştırılmak istendiğimiz fasit daireyi parçalamalıyız: Ne şiddet körü, ne hoşkörü!