30-09-2009 11:07

Neden tavuk yemiyoruz?

Tüketiciler Birliği Genel Başkan Yardımcısı Kemal Özer, `Neden tavuk yemiyoruz` başlığı altında çarpıcı bilgiler verdi. Kemal Özer`in yazısını dikkatlerinize sunuyoruz:

Neden tavuk yemiyoruz?

 Kemal Özer / Timeturk

 

Sık sık 'neden tavuk yemiyorsunuz?’ sualine muhatap olanlardan biri olarak, gerekçelerimizi izaha gayret edelim.

 

Çoğu kez, günümüzde tercih edilen –sulu veya modern - kesim yöntemini İslamî bulmadığımız için yemediğimiz zannedilerek, bu yöntemle kesilmiş tavuklar için x,w,q’lerden ‘yenilebilir fetvası’ aldıklarını izaha çalışmaktalar. Daha hassas olan kimseler ise bu yöntemi doğru bulup bulmadığımızı da sormaktalar.

 

Sanıldığının aksine tek neden ‘kesim’ sorunu değil...

 

“Tavuk” ve ürünlerini tüketmememizin elbette birçok nedeni var!

 

Kesim son aşamalardan biri ve fetvalardan birine tabi olunarak çözülebilecek bir mesele...

 

Kesim tartışmalarına taraf olmadan önce, çok daha önemli ve üzerinde yoğun çalışma yapılması gereken o kadar sorun var ki!

 

Önce “tavuk’ diye satılan ürünler gerçekten tavuk mu?” sorusunu yöneltmemiz gerekiyor!

 

‘Bu nasıl bir soru’ diyebilirsiniz…

 

Hatta ‘ne münasebet, elbette tavuk’ diyenlerden de olabilirsiniz…

 

Ama biz sizinle aynı kanaatte değiliz…

 

Et ve yumurta tavukçuluğu şeklinde sınıflandırılan endüstriyel sektörde 40 gramlık civciv geçmişte 6 ayda 1 kğ’a ulaşabilirken, bugün sadece 40 günde 2 kg’a ulaşıyor.

 

Dilleri olsa ya da onun ifade edişini bizler anlayabilsek bu zulüm için kim bilir neler neler söylerlerdi…

 

Zaten bu hızlı ağırlık artışına ayak uyduramayan tavukların stres sonucu kalp krizi geçirip öldüğü de biliniyor.

 

Ölenler zayi oldu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bazen et olarak sofralara bazen de yem olarak tavukların midelerine…


Hakeza aynı artış bu büyüklükte olmasa bile yumurta tavukları içinde geçerli.

 

Çünkü ‘gerçek tavuk’ artık neredeyse köylerde bile kalmadı! Köylülerin önemli bir kısmı bile yumurtadan civciv elde etmek için uğraşmak yerine ‘hazır endüstriyel kuluçka civcivlerini’ alarak tavuk hale getiriyor! -Zaten endüstriyel bir virüs olan “kuş gribi” de doğal türlerin tümüyle ortadan kaldırılması gibi amaçlarla geliştirilmiş bir oyundu-

 

‘Hazır civciv yumurtadan değil mi?’ diyebilirsiniz. Haksız değilsiniz ve elbette yumurtadan fakat…

 

Bir: Artık adına tavuk dememiz bile imkânsızlaşan günümüzün sözde tavuklarının ezici çoğunluğunun genetik değişikliğe uğratılmış yamyam türler olduğunu belirtelim. -Kimi çevreler tavuklarda genetik değişiklik yapılmıyor gibi gayri ciddi beyanlarda bulunsalar da Ankara Tavukçuluk Araştırma Enstitüsü (ATAE), 'safhat tavuklar’ denilen ve ‘Atabey, Atak ve Atak-S’ isimleri ile tescil ettirdiği tavuklar bile bunun aksini ispat için yeterli-

 

Tavuklar ot obur türlerken, yemlerine kan ve mezbaha atığı tavuk ürünleri eklenerek, kendi türünü tüketen et obur yamyam hayvanlar ortaya çıkarılmış durumda.

 

Genetik yapısı değiştirilerek yamyamlaştırılan bir hayvan yahut yumurtlama makinesine dönüştürülen tavuk, aç kalması vb durumların yanı sıra beklenmedik anlarda yanındaki başka canlı bir tavuğu yediği artık sık sık görülmekte.

 

Kişilik, mideye giren gıdalarla oluşuyorsa, yamyam kümes hayvanlarını yemek insan nesli üzerinde nasıl bir etki yapar, hiç düşündünüz mü?

 

İki: Yemlere, ezici çoğunluğu birkaç kişi tarafından ithal edilen ve kısırlaştırıcı etkiye sahip genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) mısır başta olmak üzere tehlikeli bitkisel ürünler eklenmekte.

 

Üç: Yine birçok gerekçe üretilerek, çeşitli aşamalarda muhtelif ‘antibiyotik’ ilavesi yapılmakta, hayvanlar ise bu antibiyotikleri tüketicisine aktararak bağışıklık sistemini bozmakta yahut da kalıcı hasarlara neden olabilmekte.

 

Dört: Kesimdeki Besmele’nin bir kez çekilmesi, o anki kesimdeki tüm hayvanlar için yeterli sayan görüşler olmakla beraber, aksini savunanlar da yani tek tek besleme çekilmeli diyenlerde mevcut.

 

Beş: Kendisinize ait gerçek bir tavuğu yahut -şeklen tavuğa benzediği halde fizyolojik ve genetik yapı itibari ile değiştirilmiş bir hayvan olan- sözde tavuğunuzu kestiğinizde yaptığınız yolum ile makinelerle yolum konusunda da ihtilaf mevcut.

 

Sorunlar elbette bunlarla da sınırlı değil. GDO’lu mısırla beslenen, antibiyotik ve diğer kimyasal ilaçlarla şişmanlatılan hayvanlar, etiketine yazılan ‘doğal’ ya da ‘natürel’ gibi gerçekle bağdaşmayan ifadelerle gözü kararmış tüketiciye sunulmakta.

 

Bazı sözde uzmanların kırmızı et yerine beyaz tavuk eti, bazılarının ise beyaz et yerine kırmızı et önerdiklerini görürüz. Aynı kişiler bir müddet sonra söylediklerinin tam tersini de ifade edebiliyorlar. Görüş değişimini ise bilimdeki sözde yeniliklere bağlayarak biz tüketicileri ellerinde oynatıyorlar.

 

Hâlbuki bunların ezici çoğunluğu, belirli lobilerin sözcüleri olup söylediklerinin ne bilimle ne de ahlakla uzaktan yakından ilgisi vardır. Konuşan ve konuşturanlar paranın, tüketenler ise hazzın köleleri olmaktan öteye geçmezler.

 

Günümüz fıkıhçılarının bazılarının nano gıda, GDO ve katkı maddeleri ile ilgili meselelerde verdikleri fetvaların isabet oranındaki zayıflık nedeniyle toplumsal etki yapsa da ehlince itibar görmemekte! Çünkü bu fetvalarına veri oluşturacak bilgiler, meseleye derinlemesine vakıf endişeli kimselerden edinmek yerine, ‘adı Müslim hâli tartışmalı’ kimselerin sözde bilimsel sunularına dayandırılabilmekte.

 

GDO konusunda İKÖ uzmanlarının “GDO helâl değildir” şeklindeki kanaatini, devamlı okurlarımız geçmiş yazılarımızdan hatırlayacaklardır.

 

Bunların yanı sıra, kan konusunda İslam Fıkhı Ansiklopedisi’nin yem bahsindeki; “Âlimler; hayvan boğazlandığında akıtılan kanın murdar olduğu, yenmeyeceği ve ondan herhangi bir yolla yararlanılamayacağı konusunda ittifak etmişlerdir. (İbn-i Arabî, Ahkâmül-Kur`ân, I/53) Bu ittifakın icma halinde olduğu ifade edilmiştir. (bk. Sabûnî, Ahkâmü`l-Kuran, I/160,163) O kadar ki, meşhur Hanefi fıkıhçısı Cessâs, bu maddelerin haram kılınışının her türlü yararlanmaya şamil olduğunu, binanaleyh ölmüş hayvan etinden hiç bir suretle yararlanılamayacağını, hatta köpeklere ve diğer et yiyenlere dahi yedirilemeyeceğini, çünkü bunun da bir nev`i yararlanma olduğunu söyler. (Sabunî, age, I/160)” cümleleri calibi dikkattir.

 

Son dönem âlimlerimizden rahmetli Ömer Nasûhi Bilmen hoca ilmihalinde mezbaha atıklarının hayvan yemi olarak kullanılması konusunda "Pak olmayan şeyleri, meselâ bozulup temizliğini kaybeden kolamış etleri vesaireyi, etleri yenilebilen hayvanlara yedirmek caiz değildir” demekte.

 

Netice itibari ile kaç yıla vardı bilmiyorum ama uzun yıllardır tavuk ürünlerini yemiyorum.

 

Çünkü tavuk meselesi eldeki veriler ışığında hiçbir otorite olmadığımız halde– bizim açımızdan ‘şüphenin ötesinde’ olsa bile “…Haram veya helal olduğu şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmezler. Her kim bu şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, şerefini de korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere yönelirse harama düşmüş olur…” Hadis-i Şerifi’nin muhatabı olarak günümüz tavuklarını yemememiz gerekiyor.

 

Çözüm yine bizim elimizde.

 

Kazancı kadar yiyip içtiklerinden de hesaba çekilecek olan insanlar, kendisine sunulan her şeyi tüketmez, tüketmemeli...

 

Tüketebileceğimiz koşulları ortaya koyar ve uyarsak; üreticiler, yaşamak için bizim tercihlerimize saygı duymak zorunda kalırlar!

 

Mevcut sistemde ruh ve beden sağlımız ile yaşamımız maalesef kapitalist, materyalist ve makyavelist sistemin elinde.

 

Hâlbuki olması gereken, onların ekonomik yaşamının bizim elimizde olması ve bizim sağlık ve inancımız açısından tüketim tercihlerimize saygılı üretimler yapmalarıdır. Lakin bizim acınası halimiz onların yaşam pınarına dönüşmüş.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !