Şükrü HÜSEYİNOĞLU

04 Mayıs 2009

NÖBET YERLERİMİZİ NE ÇABUK TERK ETTİK

"Hafıza-i beşer nisyan ile maluldur" sözünü biliriz. Unutmak, Rabbimizin insana verdiği önemli bir nimettir şüphesiz. Buna karşılık insanı insan yapan özelliklerinden biri de zikr melekesidir. Yani unutulmaması gerekenleri unutmamaktır. Dolayısıyla insan, unutmak ile hatırda tutmak arasında ölçülü ve dengeli bir tutum sahibi olmalıdır. 

Unutmak, unutulan objeye göre rahmet olabildiği gibi felaket de olabilmektedir. Asla unutulmaması gereken, daima hatırda tutulması icab eden hayat-memat meselelerinin unutulması, tarihin sürekli tekerrürü sonucunu doğurmakta, acıların tazelenmesine yol açmaktadır.

Evet, insan, zikr üzere olma melekesiyle insandır. Zikr, unutulmaması gerekenleri unutmamaktır. Dolayısıyla insanla balık arasında bir fark olması gerekir.

Üç ay önce, Gazze'ye yönelik korkunç siyonist vahşet karşısında, yaşadığımız coğrafyada büyük bir duyarlılık ve dayanışma bilinci gelişmiş ve bu duyarlılık özellikle Filistin'e yardım ve zalimlere yönelik boykot eylemleri şeklinde pratik sonuçları da beraberinde getirmişti.

Aradan sadece üç ay geçti ve Filistin, Gazze unutuldu, gündemlerden düştü. Tıpkı daha önce Çeçenistan'ın, Moro'nun, Irak'ın, Afganistan'ın, Doğu Türkistan'ın, Hama'nın, Halepçe'nin unutulduğu gibi...

Şimdilerde talihsiz haberler okuyoruz medyada... “Gazze’de gıda ve ilaç sıkıntısı yaşanmaya devam ediyor”, "Boykot etkisini yitirdi" başlıklarıyla.

Demek ki bizim duyarlı olmaya devam etmemiz, insanlığımızı ve İslamlığımızı unutmamamız için Filistinliler daima fosfor bombalarıyla yakılıp yıkılmalı, öyle mi?

"Balık hafızalı toplum" nitelemesini her zaman haklı çıkarmak zorunda mıyız? Toplumu bilmem fakat İslam’ı hayatına ölçü kılmış insanlar açısından balık hafızalı olmak kabul edilebilir bir hal değil. Zira Müslüman olmak; bilinç sahibi olmak, farkında olmak, müteyakkız olmak ve nöbet bilinciyle yaşamak değil midir?

Uhud’da nöbet yerlerini terk eden sahabîleri dillerinden düşürmeyen bizlerin, şimdilerde nöbet yerlerimizi terk edişimiz nasıl açıklanabilir?

Tarihi, menkıbe mantığıyla değil de ders ve ibretler manzumesi olarak okumanın gereği burada ortaya çıkıyor işte. Aksi halde tarih tekerrür edip duruyor. Nöbet yerleri terk edildikçe zaferler yenilgiye dönüşüyor, zalimler bu terk edişlerden güç alıp zulüm ve sömürü çarklarını döndürmeye devam ediyor.

Uhudların hiç bitmediğini ve kıyamete dek bitmeyeceğini, farkında ve teyakkuz halinde olmakla ve asla nöbet yerini terk etmemekle tembihlenen birer nöbetçi olduğumuzu ne zaman hakkıyla idrak edeceğiz?

Balıklardan farkımız olduğunu, Rabbimizin bizleri insan olarak var ettiğini ve yeryüzüne halifeler kıldığını ne zaman gerçekten fark edeceğiz?

Gazze unutulur gibi miydi kardeşler? O kundaktaki bebelerin, o ana kuzusu yavruların, yaşlıların, kadınların, gençlerin hunharca katledildiği, fosfor bombalarıyla yakılıp yıkıldığı görüntüleri ne çabuk unuttuk?

Onları bu ateş çemberinden kurtarmak adına Misak-ı Milli çemberini aşıp çok da bir şey yapabildiğimiz söylenemese de, en azından boykot kampanyalarıyla, yardım organizasyonlarıyla, abluka eylemi gibi protesto eylemleri ile tarafımızı belli ediyorduk o günlerde. Fakat siyonist işgal şebekesi Gazze’deki sarsılmaz imana ve bu imandan kaynaklanan iradeye yenik düşüp ateşkes ilan ettiğinde daha ilk günden nöbet yerlerinin terk edilmeye başlandığına tanık olmuştuk. Siyonist işgalcinin tek taraflı ateşkes ilanıyla yenilgiyi kabul ettiği günün ertesinde İstanbul’da zafer kutlaması şeklinde gerçekleşen abluka eylemine katılım, önceki günlere oranla epey düşük olmuştu.

Benzeri durum, ilerleyen günlerde boykot ve yardım kampanyaları konusunda da kendini gösterdi.

Tıpkı Uhud’daki gibi, nöbet yerleri hızla terk edilmeye başlandı. Duyarlı kuruluşların çabaları sürmekle birlikte, kitlesel duyarlılık zayıfladığı için Gazze büyük ölçüde yeniden emperyalist ve siyonist kuşatmayla, ambargoyla, açlık ve ilaçsızlıkla baş başa bırakıldı.

Boykot ve yardım kampanyalarına devam edenlerimiz, yahut bu kampanyalara katılımını devam ettirenlerimiz var mutlaka. Fakat bu bilincin diri tutulması konusunda gayretimiz niçin görünür olmaktan çıktı?

Gazze'ye bombalar yağarken, Filistinli anaların, çocukların parçalanmış bedenleri ekranlardan taşarken nasıl da gayretliydik. Yardım kampanyaları düzenliyor, GAzze’ye yardım ulaştıran kuruluşlarda yardım kuyrukları oluşturuyor, boykot bilincini yaygınlaştırmak için broşürler bastırıp dağıtıyor, çevremizi uyarıyor, bakkalımıza, marketimize uyarılarda bulunuyorduk.

Bizim tüm duyarlılığımız bir "şartlı refleks"ten ibaret midir? Sabit bir tavrımız, solmayan bir duyarlılığımız yok mudur?

Medyada çıkan “Gazze’de gıda ve ilaç sıkıntısı devam ediyor”, "Boykot etkisini yitirdi" başlıklı haberlerden ne kadar utansak azdır. "Hayat iman ve cihaddır" hakikatinin yanından bile geçememek, bir boykot kampanyasını bile 3 ay sürdüremeyen "konjonktür Müslümanları” olmak, ne büyük suçtur. 

Kendimize gelelim ey Müslümanlar! Gaflet değil zikr üzere olmayı şart kılan bir inancın müntesipleri olduğumuzu iddia ediyorsak şayet, iddiamızı ispatlamak için bir gayretimiz olsun.

Bugünden tezi yok, “Gazze’de gıda ve ilaç sıkıntısı devam ediyor”, "Boykot etkisini yitirdi" şeklindeki haberleri tekzip edecek, aksi haberleri gündeme getirecek yeni bir gayret dalgasını harekete geçirelim.