Okumanın yerini hiçbir şey tutmaz
Prof. Dr. Sami Şener: Okuma olayı, seyretme ile aynı şey değildir. Hiçbir zaman, okuma ile elde edilen bilgi ve kavrayış, televizyonun izlenmesinde sağlanamaz. Aslında okuma, bilgi ve analizleri; gerçekleri birbiri ile mukayese etmeyi ve onlardan yeni manalar çıkarmayı sağlar. İnsan; okuyarak, kendini geliştirir, yeni bilgi ve anlayışlara ulaşır.
Prof. Dr. Sami Şener’le zaman kavramı, gençlik, eğitim, başarı, toplum konuları üzerinde verimli bir söyleşi gerçekleştirdik. Gençlerin bugün kendilerine sunulan bir hayatı yaşıdıklarını ifade eden Şener, "Bunun anlamı, önlerine ne konmuş ise, onunla meşgul oluyorlar. Hâlbuki genç insan; toplumunu analiz etmek, eksik veya hatalı yönlerini keşfetmek ve buna karşılık, kendine düşen görevleri üstlenen bir ideal perspektif içinde olmalıdır" şeklinde konuşuyor.
Röportaj: Hüseyin Kulaoğlu / İslam ve Hayat
Sayın hocam, boş vakit ne demektir? İnsanın boş vakti deyince neler aklımıza gelir ve bunları nasıl doldurmayı tavsiye edersiniz?
Boş vakit kavramı, bizim kültürümüze has bir kavram değil. Dolayısıyla, insanın hiçbir vakti boş sayılamaz. Çünkü her çaba ve etkinlik, insanın ihtiyaç duyduğu ve kendisine lazım olan bir iş ve faaliyet durumundadır. Boş vakit yerine, “zamanın değerlendirilmesi” kavramını koymak daha yerinde olacaktır. Zamanın değerlendirilmesi, gerçekten; insanın kültür, anlayış ve sorumluluk sahibi olması ile büyük ölçüde belirlenmektedir. Yüksek kültür ve hayat anlayışına sahip kişi ve toplumlar, zamanlarının kıymetini bilen ve onu gereksiz yere harcamayan bir ekolü temsil ederler. Aslında, insanın ufku ne kadar büyükse, o kadar yapılacak iş ve halledeceği bir meselesi vardır.
Sizin, başka eserleriniz yanında, “Başarı Yolunda 70 Kural” adlı bir kitabınız da var. Gençler için başarı konusunda boş vaktin önemini açıklar mısınız?
“Başarı yolunda 70 kural” isimli kitabım; insanın kendini anlayabilmesi ve çevresinde meydana gelen hadiseleri olumlu bir yöne çevirmesi ile ilgili, hangi hassasiyetlere ve sorumluluklara sahip olması gerektiği üzerinde durmaktadır. Bu yüzden zaman; hem niteliği ve hem de içinde taşıdığı nesneler ile çok önemli bir sermayedir. Onun değerini kavramak ve onu en iyi şekilde kıymetlendirmek gibi bir görevimiz var. Başarı; öncelikle kişinin kendine bir hedef tayin etmesi ile başlamaktadır. Ama bu hedefin, kendine ve çevresine yararlı bir hedef olması ve kişiyi daha iyi seviyelere ulaştırabilmesi gerekir. Yani; hedef ile kendimiz arasında olumlu bir irtibat ve bağlantı olması önemlidir. Zamanı; hem kendimiz ve hem de meşgul olduğumuz iş açısından iyi kullanmak, faydalı ve kıymetli sonuçlar almak bakımından gereklidir. Şunu bilmek gerekir ki, zamanın kıymetini bilmeyen kişi; kendini de verimli hale getiremez. Zamanın çok sınırlı ve telafisi olmayan bir fırsat olduğunu bilenler; ilmi ve pratik çalışmalarını başarılarla süsleyebilmişlerdir. Gençler; zamanı iyi değerlendirebilir ve kendilerine faydalı ve pratik imkânlar sağlayabilirlerse, o nispette yetişmiş ve olayları kendi lehlerine çevirmiş olacaklardır.
“Zaman akıp gider, su gibi” denir. Akan su yakalanmıyor, ama su hâlâ akmakta... Akanı yakalayamayacak olsak da, akacak olana yön vermek mümkün. Yani, aslında, özellikle gençler açısından hiçbir şey için geç değil diyebilir miyiz? Bu konuda düşüncelerinizi alabilir miyim?
Zamanın sayılı bir ömrü olduğu ve bizimle bağlantılı yanı bulunduğu, birçok kutsal metinde dile getirilen bir gerçek. Dolayısıyla, zamana değer vermek ve onun içinde cereyan eden hadiseleri iyi kavramak ve bunlardan gerekli bilgileri ve dersleri almak gerekiyor. Bir de zaman; her yaş ve kültür seviyesindeki insana, farklı mesajlar vermesi bakımından, felsefi bir ölçü birimi olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Gençler için gecikme diye bir şey söylemek bile gereksiz. Gençler; öğrenmenin, sosyalleşmenin ve belirli kural ve anlayışlara girebilmenin en güzel çağı. Bu yüzden, gençlerin içinde bulundukları zamanı ve anı, çok değerli kabul ederek onu en güzel şekilde değerlendirebilmeleri; gelecekleri açısından son derece önemli. Şu anki durumumuz, bazı imkân ve fırsatları kaçırmanın getirdiği sıkıntılara yol açmış olabilir. Ama bilelim ki; önümüzde daha değerlendirilmemiş bir yığın zaman var. Onun kıymetini bilmek ve geçen boş zamanlar ile üzülmemek gerekir. Aslında, insan; sevdiği bir işi ve meşguliyetin dünyasına girince; zaman içinde zaman bulmak gibi bir imkâna kavuşabiliyor.
Bir Arap atasözüne göre, zaman bir kılıçtır, kendisini kullanmayı bilmeyeni kesen bir kılıç. Bu sözü biraz açar mısınız?
Zamanın felsefi bir ölçü birimi olduğunu söylemiştim. Bunun anlamı; zamanın birçok hadise ve faktör üzerinde etkisinin var olduğu ve bunun sonucunda meydana gelen değişimlerin birçok olayı gündeme getirebilme imkânına sahip olmasıdır. Belirli bir zaman için yeterli gördüğümüz fikir, sanat ve teknolojik olayların; zamanın değişimi ile ya özelliklerini kaybettiklerini veya daha az faydalı hale geldiklerini görüyoruz. Burada; zaman, belirli anlayış ve tutumların, fayda ve olumlu işlere sebep olmadığında, terk edilmesi gerektiğini bize hatırlatıyor. Veya bilgi ve yeteneklerin, ihtiyaçlara cevap verebilecek noktaya gelmesi, zamanı iyi kullanma ile ilgili değerlendirmeye örnek verilebilir.
Türkiye’de yaşayan insanların sadece yüzde 4’ü dergi okurken, herhangi bir kitabı halkın sadece % 4,5’u okuyabilirken, yüzde 94’ü televizyon seyrediyor. Yaşadığımız bu topraklarda her akşam ortalama dört saat televizyon karşısında vakit geçiriliyor. İnternet kullananların büyük çoğunluğunun (yüzde 90 civarında) Chat, oyun ve porno programlarıyla meşgul olduğu, ancak yüzde 10 civarında kullanıcının ticarî, bilimsel, fikir-yorum ve dinî içerikli programlarla ilgilendikleri ifade ediliyor. Bu tablo, gençlerin boş zamanlarında neler yaptıkları konusunda bilgi veriyor. Siz sosyoloji dalında uzmansınız. Bu verileri gençlerimiz ve boş vakit açısından nasıl değerlendirirsiniz?
Okuma olayı, seyretme ile aynı şey değildir. Özellikle TV’nin seyredilmesi, sadece olayların farklı ve daha detaylı yönlerinin kavranması açısından faydalı olabilir. Hiçbir zaman, okuma ile elde edilen bilgi ve kavrayış, Televizyonun izlenmesinde sağlanamaz. Aslında okuma, bilgi ve analizleri; gerçekleri birbiri ile mukayese etmeyi ve onlardan yeni manalar çıkarmayı sağlar. İnsan; okuyarak, kendini geliştirir, yeni bilgi ve anlayışlara ulaşır. Bu yüzden, hiçbir zaman TV’nin seyri, okumanın karşılığı olamaz. Aynı şekilde İnternet ile çeşitli gereksiz ve faydasız konularda zaman geçirmek de, kişinin gelişimine yararlı olmaz. Fakat bilgisini ve aktüel kültürünü arttıracak destekler sağlayabilir. İnternet, bilgiye ve kaynaklara ulaşmak için önemli bir vasıta olarak düşünülmelidir. Ama bilgiyi işleyen ve olayları analiz eden; okuma ile geliştirilmiş dimağlardır.
Gençlerimiz; zamanlarını değerlendirirken, sadece eğlenme, vakit geçirme veya bazı sıkıntılarını giderme gibi eğilimlere göre hareket etmemelidir. Genç, öncelikle gelişmeye muhtaç olduğunu, bilgilerini arttırması gerektiğini ve toplumda önemli bir yer edinme zorunda bulunduğunu kavramak zorundadır. Yani, kendisi için çok önemli bilgi ve şartları hazırlamadan; her şeyini halletmiş bir insanın rahatlığı içinde olmamalıdır. İkinci bir konu ise, gençlerin; içinde bulundukları hayatı, bilgiyi, ekonomik imkânları daha iyi noktalara getirmek gibi bir sorumluluklarının bulunduğudur. Bir genç, eğer kendini bir mirasyedi gibi düşünür ve sadece önündeki imkânlarla yetinirse, kısa zamanda o imkânlar tükenir ve birçok alanda mahrumiyete düşer. Onun için, kendine bırakılmış bilgi ve fırsatları daha yukarı noktalara taşımak için, içinde güçlü bir azim ve hedefin oluşması gerekir. Tabii, bunun için de, kendisinin yüksek ideallere sahip olması; kendi ve dünya toplumları için, katkı sağlama bilinç seviyesinde bulunması gereklidir.
Spor, televizyon, müzik, derken internet insanları kendine tutsak ediyor, bağımlı yapıyor ve uyuşturucu görevi üstleniyor, insanımızın zamanını kemiriyor. İnsanlarımızın günde ortalama dört saati televizyon veya bilgisayar karşısında geçiyor. Gençlerimiz için bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ülkenin geleceğini sosyolojik yönden tahlil eder misiniz?
Bugün gençlerimiz; kendilerine sunulan bir hayatı yaşıyorlar. Bunun anlamı, önlerine ne konmuş ise, onunla meşgul oluyorlar. Hâlbuki genç insan; toplumunu analiz etmek, eksik veya hatalı yönlerini keşfetmek ve buna karşılık, kendine düşen görevleri üstlenen bir ideal perspektif içinde olmalıdır. Delikanlılık, kanı kaynayan ve büyük bir enerjiye sahip bir kişiliği ifade eder. Hatta kendini ve çevresindeki gelişmeleri sorgulayan bir anlayış, genç insanın temel özelliklerindendir. Ama gençliğimiz; bugün, çevresini ve kendini değerlendirme gibi çabalara fazla önem vermiyor gibi.
Toplumlar; gençlerini, belirli bir düşünce ve ideal sahibi yapamaz ve önlerine hedef perspektifleri koymazlarsa, gelecekleri belirsiz ve hatta karanlık olabilir. Günümüzdeki gençlerin tutumları; çocuk yaştakilerin davranışlarına benziyor. Gülmek, eğlenmek, sakalaşmak, yemek, içmek ve sorumluluklardan uzakta, gününü gün etmek. Genelde gençlerin çoğunluğu bu psikoloji içindedir. Geleceğe ve geleceğin problem ve beklentilerine hazır olma gibi bir kaygı, bugünün gençlerinde son derece azdır. Fakat ben, bu eksikliği; sadece gençlerin hatası olarak görmüyorum. Onlara bu duygu ve anlayışı kazandıramayan aile büyükleri, eğitimciler ve eğitim ve kültür sunma durumunda olan kurumlar, daha büyük bir sorumlulukla karşı karşıyadırlar. Çünkü bir hayat tarzı, çocuklukta kazanılan tutum ve alışkanlıklar ile yerleşir. Bu alışkanlığı edinmeyen gençler, yarınlara hazırlıksız olarak yürümektedirler.
Sizin gençlik döneminizle şimdiki gençlik arasında bir karşılaştırma yapmanızı rica etsem, sizce aradaki farklar nelerdir?
Bizim gençlik dönemimizde, gençleri çığırından çıkaran fazla bir meşguliyet veya etki yoktu. En büyük etki; radyo, gazete ve dergiler etrafında oluşmaktaydı. İnanç bilgisi, ahlaki eğitim ve bilimsel bir destekten uzak bir sosyal ortam vardı. Ailelerin veya bazı olumlu kişilerin çabalarıyla iyi duygular ve ideal anlayışların yerleşme imkânı vardı. Her şeyden önce, gençliğin gelecek için ümit, çaba ve sorumlulukları vardı. İşte bu sorumluluk ve ideal anlayış sebebiyle, birçok imkânsızlıklar içinde bile güzel ve anlamlı çalışmalar yapıldı. Gençlik; tüm bu yönelişlere, bazı sivil kuruluşların yardımıyla girdi. Değerli gazeteci, yazar ve fikir adamlarının çabaları, gençlerin üzerinde büyük etki yapıyordu. İnsanlar, birbirleriyle daha fazla vakit geçiriyor ve dostluk ilişkileri sürdürüyorlardı. Ahlaki değerlere bağlılık, samimiyet ve başkalarına faydalı olma arzusu, bizim gençlik dönemimizde daha yüksek seviyedeydi.
Görebildiğim kadarıyla bugünkü gençlik; daha çok televizyon, internet ve diğer bazı moda akım ve görüşlerin etkisi altında daha fazla kalıyor. Dostluklar daha zayıf. Maddi faktörler ve menfaat bağları daha güçlü durumda. Ahlaki, hassasiyet; gerekli seviyede değil gibi. Ben, güçlü ve lider ruhlu insanların; genç insanların gönlünde tekrar bilgi, ahlak ve araştırma arzularını harekete geçirmesi gerektiğine inanıyorum. Bunun için de, biraz zahmet ve çaba göstermek gerekecek.
Son olarak, boş vakitlerini değerlendirme konusunda gençlerimize neler önerirsiniz?
Gençlerimizin, öncelikle kendilerini geliştirecek ve yarınlara, fikri ve sosyal açıdan hazırlayacak etkinlik ve çalışmalara girmesi gerekiyor. Batı’da, alabildiğine eğlenen gençler; aynı zamanda sosyal seviye ve eğitimlerini ciddi olarak geliştiriyorlar. Gençlerimiz; çocukluktan kurtulduklarını ve büyük hedefleri taşıyacak bilgi ve ruh gücüne eriştiklerinin farkına varmaları gerekiyor. Bu konuda; merkezi ve yerel kurumların gençleri bu ortamlara hazırlayacak çabalar içine girmeleri gerekiyor. Birkaç yıl önce hazırladığım, “Gençlik Merkezi Projesi”, yerel ve merkezi otoritelere sunulmasına rağmen; bu tür çalışmaların kendi kendine dair olabileceği gibi, garip bir duygu yerleşmiş gibi. Hâlbuki gençlerimizi; kurumsal bir yapı içerisinde eğitmek ve yarınlara hazırlamamız gerekiyor.
Gençlerimiz; kendilerini yarınlara hazırlayacak öğretmen ve eğitimcileri arayarak bulmalı ve onlarla, nasıl bir çalışma ve faaliyet programı içine girmeleri gerektiğini öğrenmelidirler. Bu konuda ilk talep, kendilerinden gelmelidir. Gençlerimiz; dedelerinden ve babalarından daha fazla verimli ve kapasiteli olmadıkları sürece, standardın aşağısında kaldıklarını bilmelidirler.
Zaman; onu değerlendirebilenler için büyük bir değerdir. Bu yüzden, zamanın iyi planlanması; bilimsel ve fikri çalışmalar olmak üzere, araştırma, gezi, spor, sanat ve mesleki çalışmalar için belirli gün ve saatler ayrılmalıdır. Program ve planlama fikri, genç insanın belki en fazla ihtiyaç duyabileceği faktörlerdir. Konferans, seminer, panel gibi etkinliklere katılarak, kendi dünyasının ötelerine de uzanabilme imkânlarının bulunması lazım. Tek kelime ile gençliğimiz; kendi kabuğunu çatlatabilecek zindelik ve bilinç seviyesini yakalaması gerekmektedir.
Sami Şener kimdir?
1949 yılında Erzincan’da doğdu. İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünde okudu. Sosyoloji bölümünde doktorasını bitirdi. Sakarya Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Fatih Üniversitesinde Öğretim Üyesi olarak dersler verdi. Sakarya Üniversitesinde Sosyoloji bölümünü kurdu, Fakülte Yönetim Kurulu Üyeliği ve Üniversite Senato üyeliği yaptı.
Çeşitli sivil toplum Örgütlerinde yönetici, danışman ve eğitimci olarak çalıştı. Türkiye’de Gençlik Olayı, Osmanlı’da Siyasi Çözülme, Başarı Yolunda 70 Kural, İşte Amerika, Sosyoloji, Halkla İlişkiler, Endüstri Tarihi ve Ergonomi gibi kitapları ve çok sayıda inceleme ve araştırma yazıları bulunmaktadır.
İngiltere’nin Southampton ve Leicester Üniversitelerinde Araştırmacı olarak çalıştı. İnsan Kaynakları Projesi, De Monfort Üniversitesi tarafından doktora programına alınması teklif edildi.
Deha Danışmanlık ve Araştırma şirketinin Yönetim Kurulu üyeliği yanında, çeşitli sivil toplum örgütleri ile eğitim, proje ve danışmanlık konusunda çalışmalar yapmaktadır. İnsan Kaynakları, Stratejik Planlama, Halkla İlişkiler, Organizasyon ve Yönetim alanlarında çeşitli projeler yürütmüştür. Evli ve beş çocuk babası olup; İngilizce bilmektedir.