Ömrümüzden bir yıl daha azaldı, gelin hâlimizi sorgulayalım!
Bilmeliyiz ki, hayatımız, ancak Allah’a teslim olup sadece O’na rükû ve secde ettiği, vahye ve Rasûlün sünnetine uygun yaşandığı zaman anlamlı ve değerli olur. Allah’ı unutan ve O’nun kitabına ve Rasûlün (s) güzel örnekliğine uymayan bir ömür, asla anlamlı ve değerli değildir. Tevhidî istikameti korumakta zaaflı bir “İslami kimlik” ve akıdevi ilkelerden tavizkâr bir hayat, hüsran sebebidir. Böyle bir ömür bin yıl sürse de, Allah yanında hiçbir kıymeti yoktur. Sadece tevhidî istikameti koruyarak Allah’a rükû ve secde ettirilen ve O’nun kitabına uygun yaşanan hayat ve ömür, çok kısa da sürse, Rabbimizin katında değerli, bereketli ve hayırlıdır.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ömürler, ne kadar da çabuk geçiveriyor. On yıllar, su gibi akıp bitiveriyor. Daha dün gibi hatırlıyorum, Çanakkale’nin Ezine ilçesine bağlı Pınarbaşı köyünde geçen çocukluk yıllarımı. Ancak, süratle geçen on yıllardan sonra ömrümün 70’inci yılına gelmiş bulunuyorum. Hepiniz de kendi hayatınızda fark etmişsinizdir, dünya hayatının ne kadar kısa olduğunu ve ne kadar da çabuk bitiverdiğini. Kur’an’da da, bu kısalığa birçok atıf vardır. İnsanlar dünyadayken, Allah’a döndürülüp hesaba çekilmeyecekmiş ve ömürleri hiç bitmeyecekmiş gibi sorumsuzca yaşarken, ahirette ise dünyada “bir gün ya da daha az kaldıklarını” ifade ederler. İşte ömrün bu kısalığını, dünyadayken fark edip ömür bitmeden Allah’ın vahyine uygun yaşamak ve ahirete hazırlanmak gerekmektedir. Bu dünyada hayatını Allah’ın emirlerine göre yaşamayanların, ahirette kendilerine sorulduğunda, dünyada sanki hiç yaşamamışlar gibi bir algıya sahip olacakları hakkında Rabbimiz bizlere şöyle bilgi vermektedir:
“Allah, (inkârcılara) ‘Yeryüzünde kaç sene kaldınız?’ diye sorar. Onlar, ‘Bir gün, ya da bir günden daha az bir süre kaldık. Hesap tutanlara sor’ derler. Allah, şöyle der: ‘Çok az bir zaman kaldınız. Keşke bunu (daha önce) bilmiş olsaydınız. Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minun, 23/112 –115).
“(Suçlular, ahirette) (kıyameti) hakikati gördükleri gün, onlara sanki (bu dünyada) bir akşam veya bir kuşluk vakti kalmış gibi gelecektir.” (Naziat, 79/46).
“…onlar vâdedildikleri azabı gördükleri gün, sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar…” (Ahkâf, 46/35)
Seküler düşünenler ve dünyayı belirleyici kılıp “dalanlarla beraber dalanlar”, dünyada kalıcıymış gibi yaşarlar, bu yüzden de her yeni yılın başlangıcında çılgınlar gibi eğlenip sevinirler. Oysa ilâhî irade tarafından takdir edilmiş kısacık ömürden bir yıl daha harcayarak, kaçınılmaz hakikat olan ölüme doğru bir yıl daha yaklaşılmıştır. Ama onlar bunun farkında bile değildirler. Yeni bir yıla girerken, kaybettiği bir önceki yılda, “yapması gerektiği halde yapmadıklarını, yapmaması gerektiği halde yaptıklarını ve bunun hesabını” düşündüğünde ağlaması gerekenler, tam tersine gülüp eğleniyorlar. Şeytanın aldatması ve süslü göstermesi sonucunda ahiret ve hesap bilincini kaybedip dünyevileşiyorlar. Bu yüzden de, seküler bir mantıkla dünyada sürekli kalıcıymış gibi davranıyorlar ve her yeni yıla girerken gülüyor, eğleniyor, seviniyorlar.
Hâlbuki bu kısacık dünya hayatının kendisi için bir imtihan alanı olduğunu ve yaşanan her anın hesabının verileceğini idrak eden müslüman, hesabı verilecek bir yılın daha geride kaldığının bilinciyle, geçmiş olan zaman diliminde ahireti için neler biriktirdiğinin sorgulamasını öne çıkarır. Hüzünlenir, üzülür ve endişe içinde geçmiş ömrün ve yılın muhasebesini yapar. Mü’min şahsiyet, ömrünün sonuna biraz daha yaklaştığının bilinciyle Rabbine sığınıp dua eder. Yaptığı hata ve işlediği günahlarına tevbe eden hüzünlü bir ruh hali içinde olur. Bundan sonra ise, kalan ömründe Rabbini razı edecek ameller yapmayı dileyip yeni yıla, ahirete ve hesaba hazırlık bilinciyle giriş yapar. Çünkü mü’min olan bilir ki, Rabbimiz Asr Suresi’nde, zaman üzerine yemin ederek zamanın önemine dikkat çeker ve çok çabuk geçen zamanın/ömrün; “iman edip salih amel işleyerek, Hakk’ı ve sabrı tavsiye ederek” geçirmeyenler ve bu kulluk sorumluluklarını yerine getirmeyenler için bir hüsran sebebi olacağını bildirmektedir.
Rabbimiz, Bazı Ayetlerinde Dünya ve Ahiret Hayatına Dair Şu Hatırlatma ve Uyarıları Yapmaktadır
Rabbimiz, Ankebut Suresi, 64. Âyette; dünya hayatının geçici bir oyalanmadan ibaret olduğunu hatırlatarak, gerçek, asıl ve kalıcı yurdun ahiret yurdu olduğunu bildirmekte ve “keşke kullarım bunu bilseler de dünya hayatını ona göre değerlendirseler” vurgusu yapmaktadır: “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan (oyalanmadan) ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek (asıl) hayat odur. Keşke bilselerdi!”.
İsra Suresi 18 ve 19. âyetlerde ise; “Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız. Kim de ahireti diler ve bir mümin olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.”
Şura Suresi, 20. âyette de şöyle buyrulmuştur, “Her kim ahiret kazancını isterse, biz onun kazancını artırırız, her kim de dünya kazancını isterse ona da ondan veririz, ama onun ahirette hiçbir nasibi yoktur.”
Haşir Suresi 18. âyette ise Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının (ittekullah) ve her nefis (kişi), yarın/(ahiret) için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının (vettekullah). Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”
Görüldüğü üzere, “Allah’ın azabından korkup sakının ve Allah’ın emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilincini kuşanın” anlamına gelen iki “ittekullah”ifadesi arasında “her nefis yarın/ahiret için önceden ne hazırladığına, ne gönderdiğine baksın” deniliyor. Yani “hangimizin daha güzel ameller yapacağımız” konusunda imtihan olduğumuz kısacık dünya hayatında, Allah’ın azabından korkup sakınarak O’nun emir ve yasaklarına uyma sorumluluk bilincini kuşanmak suretiyle yarın/(ahiret) için ne gönderdiğimizi sürekli sorgulamamız ve sürekli böyle bir hazırlık içinde olmamız gerektiği hatırlatılıyor. Ayetin sonunda ise, yine yaptığımız ve yapacağımız amellerimize ve yaşadığımız hayat tarzına vurgu yapılarak, “Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır” deniliyor. Bakın “imanınızdan haberdardır” denmiyor, “yaptıklarınızdan haberdardır” deniliyor. Çünkü lâfzen iman ettiğinizi söylememiz yetmez, bu imanımızı, imtihan alanında amellerimizle, yaşantımızla ispat etmemiz gerekiyor. Bu sebeple ömrümüz bitmeden, sürekli biçimde ahiretimize ne gönderdiğimizi muhasebe etmeli ve Rabbimizce kınanıp hüsran sebebi sayılan “dünya için biriktirme tutkusu” (Tekâsür Suresi) yerine “ahiret için salih ameller biriktirme” tutkusunun (Haşir, 59/18) bizi kuşatmasını sağlamalıyız.
Mehmet Pamak'ın makalesinin tamamını okumak için tıklayın...