02-04-2008 18:04

“Öncü Şahsiyetler: Seyyid Kutub ve Ali Şeriati” seminerinden notlar

Seyyid Kutub, vahye dayanmayan toplumları `cahiliye toplumu` olarak nitelendirmiştir, oysa Müslüman olduğunu söyleyen fertleri tek tek tekfir etmek gibi bir anlayışı olmamıştır`

“Öncü Şahsiyetler: Seyyid Kutub ve Ali Şeriati” seminerinden notlar

Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği (TOKAD) tarafından haftalık olarak düzenlenen eğitim seminerleri, bu hafta yapılan "Öncü Şahsiyetler: Seyyid Kutub ve Ali Şeriati" konulu sunumla devam etti.

Semineri sunan İlyas Çetin, ilk olarak Seyyid Kutub'un hayat hikâyesini anlattı. Daha sonra Seyyid Kutub'un düşünsel gelişiminin aşağıdaki şekilde 3 aşamada incelenebileceğini ifade etti:

1) Eserlerini daha ziyade batılı bir perspektifle yazmış olduğu, 35 yaşına kadarki edebiyatla ilgilendiği dönem.

2) 1940'lı yıllardan sonra, Mevdudi ve Nebhani gibi Müslüman düşünürlerden etkilendiği, Müslüman Kardeşler Hareketi içinde yer aldığı ve İslami kimliğinin belirginleştiği dönem.

3) 1960'lı yıllardan sonraki Kur'an merkezli bir İslam anlayışının ve İslami mücadele bilincinin netleşmiş olduğu olgunluk dönemi. Bu dönemde yazmış olduğu "Yoldaki İşaretler" isimli eseriyle evrensel İslami uyanış sürecine çok ciddi kazanım ve açılımlar sağladığını ve bu dönemde ulaşmış olduğu "ahad haberin yani hadislerin itikadda delil olarak alınamayacağı" tespitinin onun akidevi netliğini göstermesi bakımından önemli olduğunu belirtti.

Çetin, Seyyid Kutub'un gerek Türkiye'de, gerekse diğer İslam coğrafyalarında daha çok "davasından ödün vermektense darağacını göz alabilen" adanmışlık bilinciyle tanındığı, ancak Müslümanlar açısından onun olgunluk dönemindeki düşüncelerinin anlaşılmasının ve analiz edilerek geliştirilmesinin çok daha önemli olduğunu vurguladı. 

Daha sonra Türkiye'de tanınması ve Türkiyeli Müslümanlar üzerindeki etkilerinden bahseden konuşmacı; konuşmasının sonunda ona yönelik eleştiriler üzerinde durdu. Gerek önceki İslami kimliklerinden eski cahili anlayışlarına rücu edenlerin; ona yönelik "3. dünya ideologu" ya da "soğuk savaş dönemi islamcısı" gibi eleştirilerin, gerekse de mezhepçi ve mukaddesatçı kesimlerin "reformistlik, sapkınlık, sosyalistlik hatta kafirlik gibi" ithamlarının haddini bilmez yaklaşımlar olması nedeniyle üzerinde durulmayı dahi hak etmediğini belirtti. Ancak İslami duyarlılık sahibi kesimlerin samimi olarak yöneltmiş oldukları eleştirileri aşağıdaki şekilde sıraladı ve eleştirilere cevap vererek Seyyid Kutub'la ilgili bölümü tamamladı:

1) Cahili toplumdan kaynaklanan sorunları görmezden gelme eğilimi olan "reddiyecilik" eleştirisi. Onun düşüncelerinin ve yaşam mücadelesinin bütüncül olarak incelendiğinde, bu anlayışın doğru olmadığının görüleceğini ifade etti.

2) Düşüncelerinin Mısır şartlarında yaşamış olduğu zor şartlar ve işkenceler neticesinde keskinleştiği dolayısıyla Türkiye şartlarına uymadığını söyleyen "yerellik" eleştirisi. Bu konuda da onun "Cahiliye Toplumu", "Öncü Kur'an Nesli" ve "Akidevi Netlik" gibi temel tezlerinin İslam'ın evrensel mesajından beslendiğini, bu sebeple bu konuda kendisine yöneltilen eleştirilerin de ölçüsüz olduğunu söyledi.

3) Tekfircilik: Seyyid Kutub'un vahye dayanmayan toplumları "cahiliye toplumu" olarak nitelendirdiği, oysa Müslüman olduğunu söyleyen fertleri tek tek tekfir etmek gibi bir anlayışın ona ait olmadığını; takipçisi olduğunu söyleyen selefi eğilimli bazı kişi ve grupların onun düşüncelerini yanlış yorumlamalarından kaynaklandığını belirten konuşmacı; tam zıt yaklaşım olarak da vahyin egemen olmamasına rağmen bireysel bazı ibadetlerin yapılabildiği toplumları "İslam Toplumu" olarak nitelendiren anlayışın da aynı şekilde yanlış olduğunu söyledi.

Konuşmasının 2. bölümüne Ali Şeraiti'nin Türkiye'de İran İslam Devrimi'nden sonra duygusal yaklaşımlarla tanındığı, ancak O'nun gerek devrime olan katkılarının ve gerekse gençlik üzerindeki etkilerinin yeterince bilinmediği tespitiyle başlayan konuşmacı daha sonra Ali Şeriati'nin hayat hikayesini aktardı. O'nun düşünsel başarısının İslam'ı sadece insan ve yaratıcı arasındaki manevi ilişkilerle sınırlamayıp, bütüncül bir dünya görüşüne sahip bir ideoloji olarak algılamasında yattığını belirten konuşmacı; bunun "Tevhidi Dünya Görüşü" olarak nitelendirildiğini belirtti. Bu anlayışın aşağıda açıklandığı şekilde 3 sacayağının bulunduğunu söyledi:

1) Toplumları demokratik-oligarşik ya da kapitalist-komünist olarak sınıflandıran batılı yaklaşımın aksine "Tevhid Toplumu" ve "Şirk Toplumu" olarak sınıflandıran "sosyolojik" yaklaşım.

2) İnsanı iki kutuplu bir varlık olarak gören "antropolojik" yaklaşım.

3) Tarihi "şirk" ile "tevhid"in savaş sahnesi olarak gören "tarih felsefesi". Ona göre Habil ile Kabil arasındaki mücadele iki farklı toplum ve iki farklı dünya görüşü arasında süregelen tarihsel bir savaşım olarak görülmelidir.

Ali Şeriati'nin çok çeşitli ve derinlikli düşüncelerinin olduğunu belirten konuşmacı; bunlardan onun din ve Şia hakkındaki yaklaşımlarına değindi. Dinin egemenlerin elinde statükonun destekçiliği için bir araç olarak kullanılabileceğini ya da tevhid ve adalet temelli bir toplumsal yapının inşasına vesile olabileceğini söyledi. Bir Şii Müslüman olmasına rağmen geleneksel Şia anlayışına eleştirel bakabildiğini ve Şia mezhebinin imam, mehdi, intizar gibi tamamen pasifizmin aracı olan konuları dahi devrimci bir içerikle doldurabilme gayreti içerisinde olduğunu belirtti ve ona yönelik eleştirilere kısaca cevap vererek konuşmasını tamamladı.

YORUMLAR
  • mustafa kıyak   02-04-2008 21:23

    Afgani, Abduh, Şeriati, Seyyid Kutub ve diğerleri. Hepsi de yolumuzu aydınlatan birer meşale gibi ler.Bu dünyadaki hayatlarında İslami mücadelenin örnek insanları oldular. Önemli olanın başarıya ulaşılsa da ulaşılamasa da gayret ve örneklik olduğunu ispatladılar. Allah bizlere de onların yolundan gitmeyi nasip etsin. İlyas kardeşimizden de Allah razı olsun.