Önden giden atlılar
Şubat ayı şehitler ayı. Ahmet Varol bugünkü yazısında, Allah yolunda, en değerli varlıkları olan canlarını feda eden Şubat şehitlerini kaleme aldı.
Ahmet Varol / Vakit
İskilipli Muhammed Atıf Efendi, hayatını İslâm’a ve ümmete hizmet için adamış bir ilim adamıdır. Hayatı boyunca ilimle iç içe olmuş, İslâmi konularda halkı aydınlatmaya çalışmıştır.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında ülkede yeni inkılapların yerleştirilmeye çalışıldığı dönemlerdi. Aralık 1925’te tutuklandı. Suçu “Şapka devrimi”ne muhalefetti. Gerekçe ise şapka kanununun ilanından önce yazmış olduğu bir kitapta Müslümanların şapka giymelerinin caiz olmadığını belirtmesiydi.
Ülkede kurulan İstiklal Mahkemeleri’nin şaşırtıcı kararlar aldığı, önce infazların yapılıp sonra mahkemelerin sonuçlandırıldığı dönemdi.
Atıf Hoca, mahkemedeki son duruşmasından önceki akşam arkadaşlarının ısrarı üzerine kısa bir müdafaa yazdı. Fakat sabah bu müdafaayı yırtması üzerine şaşıran arkadaşlarına Hoca’nın cevabı: “Rüyamda Resulullah’ı gördüm. Bana: ‘Atıf bize kavuşmak istemiyorsun da müdafaa yazmakla mı uğraşıyorsun?’ buyurdu” olmuştu. Bu olaydan sonra Atıf Hoca mahkemede müdafaa yapmaktan vazgeçti.
Mahkemeye çıktıklarında ise savcının üç yıl hapis istemesine rağmen İstiklal Mahkemesi’nin kararı “idam” oldu. Ve Atıf Hoca 4 Şubat 1926’da idam edildi. Son sözü ise şuydu: “Zalim ve kâfirlerle elbette mahşer günü hesaplaşacağız.”
On dokuzuncu asrın ortalarına doğru Musul’a 50-60 km. mesafedeki Erbil kasabasında dünyaya gelen Şeyh Es’ad, İslâmi konularda tahsil gördü. Şer’i ve tasavvufi ilimlerdeki gayretli çalışmaları sonucu genç yaşında icazet alan Şeyh 1883’te, 40 yaşlarındayken İstanbul’a gelerek aldığı icazetleri Meşihat dairesine tasdik ettirip irşad işleriyle meşgul olmak için bir mekân talep etti. Ve Şeyh bu tarihten sonra İstanbul’da önce Kocamustafapaşa’da sonra da Üsküdar’daki tekkesinde irşadla meşgul olmaya başladı.
Cumhuriyetten sonra tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte, zikir halkalarını ve tekkesini bırakan Şeyh, Erbil’deki mülklerini satarak Erenköy’de satın aldığı köşkte ikamet etmeye ve halkı İslâmi konularda bilgilendiren sohbetler yapmaya başladı.
Meşhur, Menemen hadisesinden sonra, Menemen civarından ve ülkenin birçok yerinden toplanarak suçlanan ilim adamlarının arasında o da vardı. Bu haksız ve mesnetsiz suçlamalar neticesinde hakkında idam kararı verildi. Ancak yaşı çok ilerlemiş olduğu için idam hükmü infaz edilmedi. Malum zihniyet sahipleri bunu telafi edebilmek için, hastalığını fırsat edinerek 4 Şubat 1931’de onu hastanede zehirledi ve böylece gizli infaz gerçekleştirdiler.
İslâm ümmetinin ulusçu anlayışlarla ve birtakım entrikalarla dağılıp izzetini savunacak otoriteden yoksun bırakılmasından sonra yeniden bu izzete ve otoriteye kavuşması, İslâm ahkâmının hayata hâkim kılınması için başlatılan davanın en önemli öncülerinden olduğu için haklı olarak “İmam” ve “Genel Mürşid” unvanı alan Hasan el-Benna 1906’da Mısır’da doğdu. Âlim bir aileye mensuptu. Küçük yaşlarda İslâmi bilgi ve terbiyeyle donanan el-Benna, dininin gereklerini yerine getirme ve başkalarını teşvik ve uyarmada çok gayretliydi. Daha küçük yaşlardayken kardeşiyle birlikte Emr-i bi’l Maruf Cemiyeti’ni kurdu.
1929’da da merkezi İsmailiyye’de olan “Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin)” teşkilatını kurdu. Bir süre sonra Hasan el-Benna, Kahire’ye atandı. Dolayısıyla teşkilatın genel merkezi de Kahire’ye taşındı. Müslüman Kardeşler’in son derece ihlâs ve samimiyetle yürüttüğü çalışmalar Kahire’de ilgiyle karşılandı ve kısa sürede teşkilatın çemberi büyük ölçüde genişledi. Teşkilatın çalışmaları sonucu Mısır’ın birçok yerinde enstitüler, okullar, hastaneler açıldı. Kahire’de günlük “İhvan-ı Müslimin” adlı bir gazete yayınlanmaya başlandı. Bu gazete Hasan el-Benna’nın minberi olmuştu. Teşkilat kısa sürede iyice genişledi ve İslâm dünyasına yayıldı.
O tarihte krallıkla yönetilen Mısır’da, kral ve hükümet bu teşkilattan endişe duymaya başladı. İslâm âlemindeki Müslümanların hepsinin İslâm prensiplerine bağlanarak beraber hareket etmeleri halinde dünyadaki mevcut stratejinin tersine döneceğinden korkan İngiltere, Fransa ve Amerika gibi emperyalist ülkeler de bu teşkilatın önüne geçilmesini istiyorlardı. Özellikle İngiltere bu teşkilatın dağıtılması için Mısır hükümetine baskı yapmaya başladı. Sonunda Mısır hükümeti bu hareketi yasadışı ilan etti ve çalışmalarını engellemeye başladı. Ancak tamamen kapatamadı. Teşkilatı kapatmayı ve etkisiz hale getirmeyi başaramayan zihniyet, liderini ortadan kaldırmayı planladı ve 12 Şubat 1949’da Hasan el-Benna Kahire’de sokak ortasında vurularak şehit edildi.