Özgür-Der: Milliyetçi körlük daha fazla şiddet üretir
Son günlerde yaşanan şiddet olaylarıyla ilgili bir açıklama yapan Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, yoksul, mazlum ailelerin çocuklarının canlarına mal olan şiddet ortamının bir an önce durdurulması çağrısında bulundu. Kaya, bir yandan şiddet politikalarında ısrar edip öte yandan kardeşlikten söz edenlerin ikiyüzlülüklerinin açık biçimde ortaya konulması gerektiğini ifade etti.
Son günlerde yaşanan şiddet olaylarıyla ilgili bir açıklama yapan Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, yoksul, mazlum ailelerin çocuklarının canlarına mal olan şiddet ortamının bir an önce durdurulması çağrısında bulundu. Kısa vadede hükümetin acilen askeri operasyonları durduracağını açıklamasını, PKK'nın da tüm silahlı unsurlarını ülke dışına çekmesi gerektiğini belirten Rıdvan Kaya, süregelen çatışmanın ve akan kanın hiçbir onurlu, ahlaklı, nitelikli bir sonucu evriltmeye matuf olmadığını söyledi. Kaya, bir yandan şiddet politikalarında ısrar edip öte yandan kardeşlikten söz edenlerin ikiyüzlülüklerinin açık biçimde ortaya konulması gerektiğini ifade etti.
Özgür-Der Genel Merkezi'nden yapılan açıklama:
Kürt sorununun kaynaklık ettiği çatışmaların alevlenmesi neticesinde kayıplar artmakta, canlar yanmakta. Çözümsüzlük çatışmayı, çatışma çözümsüzlüğü beslemekte ve ülke yeniden fasit bir daire içinde debelenmekte. Geçen sene Kürt açılımı tartışmaları gündeme geldiğinde gelişen ihtiyatlı iyimserliğin yerini uzun bir zamandır karamsarlık ve çaresizlik duyguları almış durumda. Anadolu'nun dört bir yanına saçılan asker ve gerilla cenazeleriyle birlikte intikam ve ölüm çığlıkları bir kez daha barış çağrılarını ve umutlarını bastırmakta.
Gelinen yer itibariyle, AK Parti hükümetinin "Kürt Açılımı" programının statüko güçlerince püskürtüldüğü gayet açık. Açılım tartışması gündeme geldiği andan itibaren ırkçı-şoven bir savaş mantığıyla açılımın ülkeyi bölüp parçalama programı olduğunu ilan eden ve ellerinden geldiğince süreci baltalamaya çabalayan statüko güçleri muratlarına ermiş olmalı!
Yakıcı Soruna Güdük Açılım!
Bu sonucun ortaya çıkmasında hükümetin sorumluluğu açık. İçi bir türlü doldurulamayan ve gelgitlere konu olan "açılım projesi"nin ilk başta doğurduğu iyimserlik havasının kısa bir sürede kaybolmasına karşın hükümet olan biteni adeta boş gözlerle seyretmiştir. Oysa ülkede yaşayan tüm halkların adalet temelinde eşit haklara sahip olmaları, etnik kimlikleri ve inançlarından ötürü imtiyazla ya da ayrımcılıkla karşılaşmamaları, herkesin kendisini ülkenin gerçek sahibi hissedebileceği bir ortamın yaratılması için mutlaka resmi ideoloji temelden tartışmaya açılmalı ve reddedilmeliydi.
Yine çatışmaların sona ermesi için aynı anda operasyonların sonlandırılması ve PKK militanlarının sınır ötesine geri çekilmeleri sağlanmalıydı. Taraflar arasında doğrudan ya da dolaylı görüşmelerle aşamalı bir biçimde çatışmaların durdurulması sağlanmalı ve "genel af" konusu gündemleştirilmeliydi.
Ne var ki, gerek Kemalist düzenin ideolojik boyunduruğunu aşamamış olmasından ötürü sorunun gerçek boyutlarıyla yüzleşmeyi becerememesi, gerekse de egemen bürokratik oligarşik yapı tarafından kuşatılmışlığından dolayı AK Parti'nin açılım projesi güdük kaldı. Bilhassa da asker ölümleriyle kabartılan milliyetçi hamaset ve CHP-MHP muhalefetinin sıkıştırmaları neticesinde belirginleşen oy kaybetme kaygısıyla da geri adımlar birbirini izledi.
Kürt Milliyetçiliği ve Siyasi Basiretsizlik
Hiç kuşkusuz açılım süreci PKK ve legal uzantıları açısından da çok kötü yürütülmüş, açıkça sabote edilmiştir. Adeta Kürt halkının asırlık ezilmişliğinin, inkâr edilmişliğinin biricik sorumlusu olarak mevcut AK Parti hükümetini hedef alan bir yaklaşım geliştirilmiştir.
Bu kesim başından itibaren, AK Parti'nin gündeme getirdiği açılım projesiyle PKK'nın ve Kürt siyasetinin tasfiyesinin amaçlandığına ilişkin abartılı endişeler geliştirmiştir. Öncelikle, AK Parti'nin kendisinin ısrarlı biçimde siyasetten tasfiye edilmeye çalışıldığı, ardı ardına yenilenen darbe planlarının, yargıda birbiri ardına geliştirilen kumpasların bu durumu net biçimde ortaya koyduğu gözden kaçırılmamalıdır. Önceki yıl görülen kapatma davasında direkten dönmüş ve hakkında her an yeni bir kapatma davası açılması beklenen bir siyasi partinin egemen güç olarak tavsif edilmesi doğru bir siyasi analiz olamaz.
Yine yaşanan gelişmeleri doğru anlamak için, bu süreçte PKK adına doğrudan ya da dolaylı ifade edilen talepler ve ortaya konan tavırların toplumun geniş kesimlerinde tepki ile karşılandığı ve korkuyu beslediği görülmelidir. Başta muhataplık meselesi olmak üzere kimi konularda dillendirilen talepler ve ortaya konan yargılar, çözüm sürecini geliştirmeye yönelik belli bir mutabakat çerçevesi sağlamaktan çok adeta süreci sabote etmenin amaçlandığını düşündürtmüştür.
Ne yazık ki milliyetçi eğitim ve yönlendirme süreçleriyle hak ve adalet perspektifini bir hayli yitirmiş ve farklılıklara saygı duyma, kabullenme gibi basit insani erdemlerden uzaklaşmış bir toplum gerçeği var bu ülkenin. Resmi ideolojinin ürettiği ve yaygınlaştırdığı ırkçı-asimilasyoncu yaklaşımlar hiç farkında olunmaksızın içselleştirilmiş adeta. Bu yüzden çok sıradan bir talep ya da tartışma dahi bir anda ırkçı tepkilere yol açabiliyor.
Bu gerçeği görmek ve politika geliştirirken dikkate almak gerekir. Ne var ki, milliyetçi yaklaşım tarzının köreltici etkisi ve duygusallığı besleyen niteliği çoğu kez bunun görülmesini, algılanmasını engelliyor. PKK ve yasal platformda kendisine yakın çevrelerin söylem ve tavırlarında bu durumu yaygın biçimde görmek mümkün. Resmi ideolojinin ürettiği ırkçı körlükle bakanların Diyarbakır'ı, Şırnak'ı, Ağrı'yı görememesi gibi, sorunlara sadece Diyarbakır'dan, Şırnak'tan, Ağrı'dan bakıp Trabzon'u, Niğde'yi, Tekirdağ'ı görmemek, buralarda yaşayan insanların ne hissettiklerini kavramaya çalışmamak da büyük bir basiretsizliktir.
Aynı şekilde her gün daha fazla sayıda Anadolulu yoksul ailenin evlerine ateş düşmesinin, kent merkezlerinde halkın yoğun biçimde bir arada olduğu yerlerde patlatılan bombaların, egemenlerle hiçbir ortak özelliği olmayan sıradan insanları hedef alan şiddet eylemlerinin kime ve neye hizmet ettiğinin sorgulanmamasının sonucu bellidir. Tüm bu eylemlerin son tahlilde Kürt sorununun çözümünü değil, faşizan çevrelerin arzuladığı etnik kutuplaşmayı beslediği görülmek zorundadır.
Şiddet Sarmalında Boğulmamak İçin!
Sonuç itibariyle çatışmalar sürüyor ve kan akıyor. Tüm kınama mesajlarına, cenaze törenlerindeki teatral görüntülere, pozlara karşın egemenlerin bu durumdan rahatsız olduğunu söylemek zor. Bilakis onlar darbe-cunta hesaplarıyla, kaos üretmeye yönelik kirli planlarıyla, yargı hokkabazlıklarıyla elde edemediklerine çatışmaların ve ölümlerin artmasıyla ulaşmayı hesaplıyorlar. Ülkenin yeniden koyu bir militarizme teslim olmasının rüyasını görüyorlar. Nitekim askeri göreve davet eden, olağanüstü hal ilan edilmesi çağrılarında bulunan baykuşların sesleri çoktan duyulmaya başladı bile.
Çözüm noktasında yapılabileceklere gelince, öncelikle mevcut sistem içinde Kürt sorunu gibi yakıcı ve köklü bir soruna kalıcı ve adil bir çözüm bulunabileceğini düşünmüyoruz. Bununla birlikte bu tespit sorunun yakıcılığını azaltmaya ve mağduriyetleri hafifletmeye yönelik çabaların gereksiz ve önemsiz olduğu anlamına gelmez.
Kısa vadede yapılabilecekler açısından ise, öncelikle hükümetin Kürt kimliğiyle legal zeminde siyaset yapan unsurlarla ve Kürt illerinde faaliyet yürüten kitle örgütlerinin temsilcileriyle kapsamlı, açık ve önşartsız bir diyalog süreci başlatmasının gerekliliği görülmelidir.
Bununla birlikte öncelikli adım mutlaka yoksul, mazlum ailelerin çocuklarının canlarına mal olan şiddet ortamının durdurulması olmalıdır. Bunun için hükümet acilen askeri operasyonları durduracağını açıklamalı, PKK da tüm silahlı unsurlarını ülke dışına çekmelidir. Süregelen çatışmanın ve akan kanın hiçbir onurlu, ahlaklı, nitelikli bir sonucu evriltmeye matuf olmadığı görülmeli ve bir yandan şiddet politikalarında ısrar edip öte yandan kardeşlikten söz edenlerin ikiyüzlülükleri açık biçimde ortaya konulmalıdır.
(Kaynak: Haksöz Haber)