Pakistan’a, bir daha yazık oldu
Katl’lerden, öldürmelerden meded ve hayat umanların en çok da müslümanların aleyhindeki şeytanî güçler olacağı unutulmamalıdır.. Mâtemimiz, Bînezîr’den ziyade, 60 yıl önce, İslamî ideallerle kurulan Pakistan için..
Selahaddin Çakırgil
Bînezîr Butto korkunç şekilde katledildi.. (İngilizce yazılışı Benazer olan bu ismin doğru telaffuzu ‘eşsiz, emsalsiz’ mânasında, Bînezîr’dir..)
Politikaya atılanların iktidar koltuğundan da önce, ‘dârağacı’na götürülmeyi / öldürülmeyi taa baştan göze almaları gerekir..
Hele de derin ideolojik ve sosyo-ekonomik problemleri olan ülkelerde, bu daha bir böyledir.. Birleşik Amerika gibi, maddî zenginlik ve gücün zirvesinde olan bir ülkenin başkanı olan John F. Kennedy bile, 22 Kasım 1963’de öldürülmekten; Reagan da 1982’de göğsünden vurulmaktan kurtulamadı.. Kezâ, dünyanın zengin ülkelerinden İsveç’in Başbakanı Olof Palme 1986’da ve siyonist İsrail rejiminin başbakanı İzak Rabin, 4 Kasım 1995 günü, bir fanatik yahudi tarafından öldürülüyordu ve bunlar, bu suikasdlerin, sadece yoksullukla ilgili olmadığını anlatır.. ‘Yoksulluk’ kadar, ‘varsıl’lığın da toplumlara büyük belâlar getirebildiği ve ‘harâmîler’ arasındaki bölüşüm entrikalarının hükmünü acımasızca icra ettiği görülüyor. Ama, Pakistan ve Hindistan gibi yoksulluk bataklığında olan ülkelerde, yönetici olmak, ağır bedeller ödemeyi taa baştan göze almayı gerektiriyor. Nitekim, Hind İstiklal Mücadelesinin ünlü lideri Mahatma Gandhi, Hind-Pakistan ayrışımı sırasında ‘hindu’larla ‘müslüman’lar arası ve milyonları yutan korkunç boğuşmaların hemen sonrasında 1949’da bir ‘fanatik hindu’ tarafından öldürülüyordu. Gandhi, son deminde önce, ‘Kaatil müslüman mı?’ diye soruyor ve ‘Hayır, bir hindu!.’ cevabını alınca, ‘tanrı’sına şükrediyordu. Çünkü, kaatilin ‘müslüman’ olsaydı, yüzmilyonlarca hindu ile müslümanın kapışması kaçınılmaz olurdu.
Gandhi’den sonraki Hind lideri olan Jawaharlal P. Nehru’nun kızı İndira Gandhi de, Başbakan iken, 1984’de, hem de kendi muhafızlarınca öldürülüyordu.. İndira’nın oğlu Rajiv Gandhi de yine Başbakan iken, bir seçim kapmanyasında 1991’de aynı âkıbeti paylaşıyordu..
Hind alt-kıt’asının kuzeybatısındaki Pakistan’da ise, 2. Devlet Başkanı Liyâqat Ali Khan’ın 1951’de bir suikasdde öldürülmesinden sonra, yığınla derin sosyal huzursuzluklara rağmen; siyasî liderlerin öldürülmesi âdeti yoktu. Ancak, Gen. Ziyâ-ul’Haqq’ın, 1977’de askerî darbe ile devirdiği Devlet Başkanı Zulfiqar Ali Butto’yu 1979’da idâm ettirmesiyle, ‘siyasî katl’ yolu açılıyor ve 17 Agust. 1988’de de Gen. Ziyâ, uçağına konulan bombayla katlediliyor ve Binezîr Butto, babasını idâm ettiren Gen. Ziyâ’nın fecî âkıbetine -haliyle- seviniyor ve birkaç ay sonra da ‘ılımlı laik’ bir siyasetçi olarak Başbakan oluyor ve müslüman coğrafyalarındaki ilk ‘kadın başbakan’ sıfatı kazanıyordu; Tansu Çiller’den 4 yıl önce..
Ancak, her ikisinin de sıkı Amerikancı olmaları, ekonomik başarısızlıkları, eş ve diğer yakınlarının karıştığı büyük yolsuzluk iddialarıyla tükenişlerindeki benzerlik ilginçtir..
O kadar ki, Binezîr Butto, ülkesini kendi isteğiyle terketmişti, 8 yıl öncelerde..
Ne var ki, Gen. Perwiz Muşerref’in 1999’da M. Newaz Şerif ’i devirip, diktatörlüğünü her geçen gün daha bir pekiştirmesi üzerine B. Butto bile yeniden umut olmaya başlamıştı..
Ve, Muşerref de kendisine, iktidarı paylaşabileceğine dair ‘yeşil ışık’ yakınca Butto, 8 Ekim 2007’de Pakistan’a dönmüş ve amma, onbinlerin katıldığı o karşılanmada bile bombalar patlamış ve 150’den fazla insan ölmüş ve sonra da Muşerref’le anlaşamamış; gelişen hadiseler içinde, Gen. Muşerref, kendisinin cumhurbaşkanı seçtirmesinin kanunsuz olduğunu açıklamaya hazırlanan Yüksek Mahkeme’yi lağvedip, Anayasa’yı rafa koymuş, Yüksek Mah. hâkimlerini zindana atmış ve oluşturduğu yeni Yüksek Mahkeme ise, General’in ‘Devlet Başkanlığı’nın kanunî olduğu’nu açıklamıştı, tabiatiyle.. Müşerref arkasından da, bu anormallikleri normalleştirmek için, 8 Ocak 2008’de genel seçim kararı almıştı..
Newaz Şerif, B. Butto’ya, ‘seçimleri boykot edelim..’ teklifinde bulunmuşsa da, Butto, ‘diktatörlüğün adım adım bertaraf edilmesi’ yolunu tercih ettiğini söylemişti ki, 17 Aralık günü o korkunç suikasd gerçekleşti.. Ve, Pakistan’a bir kez daha yazık oldu..
Atom Bombası’na sahib olması hasebiyle, bu silahın istemediği kişilerin eline geçmemesi için, Amerika, Muşerref’ten yeni garantiler almak için, devrede.. Dünya da diken üstünde..
140 milyon nüfuslu Pakistan’da, ‘siyasî liderlerin öldürülmesi’nin bir geleneğe dönüşmesi en büyük tehlike.. Amerika dışında kimsenin hakkında fazla bir bilmediği -Usâme bin Laden’in- ‘El’Qaide’ örgütü bu cinayeti üstlenmiş bulunuyor.. Gen. Muşerref de, ‘aşırı dinci’ dediği çevreleri göstererek, kendi diktatörlüğüne Amerika’nın râzı olmasını temine çalışıyor..
Muşerref’in, diktatörlüğünü bir tarafa bırakıp istifa etmesi, ülkesine yapabileceği tek iyilik..
Yoksa, bu kin ve bu kan, onu da boğabilecektir. B. Butto’nun daha dün, bir Amerika’lı dostuna, ‘Öldürülürsem, sorumlusu Muşerref’tir..’ diye (e-mail) göndermesi, boşuna değil..
Katl’lerden, öldürmelerden meded ve hayat umanların en çok da müslümanların aleyhindeki şeytanî güçler olacağı unutulmamalıdır..
Mâtemimiz, Bînezîr’den ziyade, 60 yıl önce, İslamî ideallerle kurulan Pakistan için..
*Bu hakaret, sadece ‘alevî müslüman’lara değil, hepimize!
Almanya’daki Türkiye kökenli bazı ateistlerin, sırtlarını bir kısım ‘alevî’ derneklerine de dayayarak; alman kamuoyunda, yıllardır müslümanlar aleyhinde, hristiyanları korku ve vehimlere sürükleyecek şekilde yaptıkları yalan-yanlış propagandalarla müslümanlar zâten yeterince ‘karalanmış’ iken.. Bomba onların elinde patladı.. Alman tv. kanallarından ARD’de de, yayınlanan ‘Tatort’ isimli proğramın ’Wem Ehre gebührt?’ (Namusa kim lâyık?) isimli bölümünde, bir alevî kızının, ‘ensest’ (fr.inseste/ mahremler arası zina) gibi, aile içi haram ilişkilere maruz kalışı ve sünnî bir aileye sığınışı etrafında bir hikaye işlenmiş..
Bu gibi alçaklıkların dünyanın her yanında, her toplumda işlendiği bilinirken, sadece bir mezheb veya dinî cereyanın mensublarının suçlanmasının hedefinde, müslümanların daha bir lekelenmesi olduğu açık.. Burada ‘alevî-sünnî’ diye ayırım yapmak da, o tuzağa düşmektir..
Almanya Alevî Birlikl. Fed. (AABF) Gen. Başk. Turgut Öker, bu diziyi, ’ortak ve barış içinde yaşamayı zehirlemeye yönelik bir tuzak’ olarak nitelemiş, haklı olarak.. Ancak, bu konuda, bizzat Turgut Öker’in kiliseler ve bazı medya kuruluşlarında yıllardır, ’alevîliği, ’İslam’dan ayrı bir din’ gibi gösterme gayretlerinin etkisini de görmek gerekiyor..
Buna rağmen, Öker, bütün alevîler demek değildir ve bu leke, ’alevî müslüman’ların şahsında, her müslümana ve insanlık haysiyet ve şerefine sahib herkese de vurulmak istenmektedir.. Bu sebeble, bugün (29 Aralık’ta) bu proğramı protesto için, alevî kuruluşlarının öncülüğünde, Köln’de yapılacak olan izinli gösteriye, bu gibi çirkinliklere karşı olan herkesin destek vermesi tabiîdir..