Pamak: Eski 28 Şubat´ın 24. Yıl Dönümünde Yeni 28 Şubatın 5. Yılı Yaşanıyor
Laik-Kemalist TC rejiminin kuruluşundan beri ülkede egemen olan, İslam’a, Müslümana ve kontrol dışı İslamlaşmaya düşman, baskıcı, yasakçı, asimilasyoncu ve darbeci zihniyet, süreklilik arz eden bir “28 Şubat” zihniyetidir.
Laik-Kemalist TC rejiminin kuruluşundan beri ülkede egemen olan, İslam’a, Müslümana ve kontrol dışı İslamlaşmaya düşman, baskıcı, yasakçı, asimilasyoncu ve darbeci zihniyet, süreklilik arz eden bir “28 Şubat” zihniyetidir. İşte bu zihniyetin hedefi; toplumdaki İslami uyanışta bir yükselme olduğunu gözlemledikleri her konjonktürde hemen müdahale edip yeni baskılar, yasaklar, zulümler yaparak ve emperyalizme eklemlenmiş sosyal mühendislik projeleri uygulayarak seküler Batı kültürüne dayalı resmi ideoloji ile Diyanetçe temsil edilen “statüko dini” çizgisinde toplumu yeniden hizaya sokmaktır. Rejimin hudutlarını çizdiği çerçeveyi aşan bir içerikle Müslim olmaya yönelen halkı “statüko dini” ve laik kemalist resmi ideoloji çizgisinde hizaya sokma amaçlı bu müdahalelerden birisi de 24 yıl önce alınan MGK kararları ekseninde 28 Şubat 1997’de yapıldı.
Bu süreçte, Müslümanları rejimin safında hizaya sokmak için adeta bir cadı avı başlatıldı. Başörtülü öğrenciler ve öğretmenler okullara ve kamu alanına sokulmadı, (laik Kemalist bir orduda subay olmanın İslami ölçülerdeki gereğinden bağımsız objektif bir tespit olarak ifade edecek olursak) namaz kılan veya eşi örtülü olan binlerce subay ordudan ihraç edildi. Başörtülü eşler ve anneler garnizon kapılarından kovuldu. O dönemde işbirlikçileri olan Fetullahçılar ise, devlette ve orduda kadrolaşmakta yeni mevziler kazandılar. Çünkü iki taraf da, ABD ve ikizi olan Siyonist İsrail’in birbirinin yedeği olarak kullanacakları “eski” ve “yeni” “bizim çocukları” idiler. Ayrıca, Batı Çalışma Grubu (BÇG) adı verilen bir askeri yapı tarafından camiye giden, gümüş yüzük takan, kurumlarda namaz kılan insanlar bile fişlenerek mağdur edildi. Ülkenin bankaları ve fakir halkın yüz milyarlarca dolarlık serveti, darbeciler ve yandaşları tarafından talan edildi.
Bunların hiçbirisinin hesabı sorulmadı ve halkın kaynakları geri alınmadı, çalanların yanına kâr kaldı. Birçok Müslüman da, mesnetsiz suçlamalarla ve darbeci askerler tarafından brifingle yönlendirilen ideolojik yargının keyfi ve ideolojik kararlarıyla mahkûm edildiler. Darbecilerin güdümündeki ideolojik yargıçların mağdur ettiği yüzlerce Müslüman yaklaşık 20 yılı aşan zamandan beri zindanda çile doldururken, bu mağdurlara yeniden yargılanmanın önünü açmakta ayak sürüyen AKP hükümeti ve meclis grubu, 28 Şubat’ı da gerçekleştirmiş olan ulusalcı Kemalist Ergenekoncu ve Balyozcu darbeciler söz konusu olunca süratle yeniden yargılanma yolunu açıvermiştir. Sonuçta da bu darbeci zalimlerin hepsi beraat ettirilerek, tekrar işbaşı yapmaları sağlanmıştır.
28 Şubatçılar, göstermelik bir yargılanmayla “müebbet” hapse mahkûm edildikleri halde hiçbirisi tutuklanmadılar, serbestçe dolaşmaya devam ettiler. Hatta Doğu Perinçek o zaman bir açıklama yaparak; “Kimsenin onları tutuklamaya gücünün yetmeyeceğini” açıkça söylediği hâlde kendisine hiçbir merciden itiraz gelmedi. Sonuç da onun dediği gibi oldu, açık darbeleri ve kesin suçları sebebiyle başka türlü karar vermeleri mümkün olmayınca göstermelik bir “müebbet” kararı verilip tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar. Sonra da olay kapatıldı. 28 Şubat’ın sivil ve medya ayağına ise hiç dokunulmadı.
Hâlbuki onların brifing verdikleri yargıçlarla haksız ve hukuksuz biçimde ceza verilen mağdur Müslümanlar, aralarında yaşlılar ve hastalar olduğu hâlde 20 yılı aşkındır tutuklu bulunuyorlar. Hükümet ve meclis, darbecilere gösterdiği ilgiyi onlara göstermiyor. Allah yardımcıları olsun, sağlık ve sabır versin inşaAllah. Bu zalim ulusalcı Kemalist darbecilerin ve ideolojik yargıçların daha önce mağdur edip zindana attıkları mazlumların zindanlardaki mağduriyetleri büyük acılara yol açarak hâlâ sürerken, yeniden işbaşı yaptırılan veya önleri açılarak şımartılan aynı darbeci kadrolar AKP şemsiyesi altında yaşanan “Yeni 28 Şubat”ta yeni mağdurlar üretmeye devam etmektedir.
Aslında bu laik-kemalist rejim devam ettiği sürece, ki toplum bu rejimle yönetilmeye layık olduğu sürece de bu rejim devam edecektir, sistem içi yöntemle, laik kemalist sistemin ilke ve kurallarını benimseyerek kim iktidar olursa olsun sonuç değişmeyecektir, değişmemektedir. Halka umut veren bazı sistem içi iktidarlar, toplumdaki dini duyarlılıklar arttıkça “statüko dini”nin çıtasını biraz yükseltmek suretiyle, bazı hak ve özgürlük taleplerine sistemin müsaade ettiği kadar görece olumlu cevaplar vererek, her seferinde kitleleri statükonun yanında tutmayı başarmaktadırlar. Eğer kontrolün zorlaştığı süreçlere girilirse o zaman da derin güçler ve silahlı bürokrasi harekete geçip “27 Mayıs, 12 Eylül vb.” gibi doğrudan darbelere ya da 28 Şubat gibi “post modern” darbelere başvurarak, halkı tekrar hizaya sokmak istemektedirler. Allah’ın azabından korkmayan, ahiret ve hesap bilinci zayıf, iktidar hırsı ise belirleyici olan din istismarcısı siyasiler olduğu sürece, sistem içinde elde edilen kimi kazanımların korunması dahi hep risk altında olmaya devam edecektir.
Bu bakımdan, tevhidî uyanış sürecini yaşayan Müslümanların bâtıl sistem içi siyasetten bağımsız bir İslami kimlikli yapı oluşturup, “kör şiddet ve bâtıl sistem içi siyaset” gibi gayr-i İslami iki ucu reddederek vasattaki nebevî yöntemi izlemek suretiyle toplumu tevhidî istikamette dönüştürme amaçlı tebliğ, eğitim ve vahye şahidliği esas alan çalışmalara yoğunlaşmaları gerekmektedir. Ancak maalesef son 10 yılda tevhidî uyanış süreci gruplarının büyük çoğunluğu AKP politikalarına aktif destekçi konumuna kayarak, on yılların birikimini bu zeminde harcamışlar, kirlenip erimesine yol açmışlar, umut ettikleri kazanımlar ve kimi maslahat beklentileri de ters tepmiş bulunmaktadır.
Tevhidî grupların önemli bir kısmının ilkesiz davranarak sistem içi bâtıl siyasete aktif destekçi haline gelmeleri, basiretsizlik ve ferasetsizlikle laik bir sistem içinde bu sonucun kaçınılmaz olduğunu fark edememiş olmaları büyük kan kaybına ve yozlaşmaya sebep olarak maalesef statükonun amacına hizmet etmiştir. Özellikle, 15 Temmuz sonrasında oluşan “Yeni Statüko”, “Eski 28 Şubatçıları” iş başı yaptırarak “Yeni 28 Şubat” sürecini başlatmış bulunmaktadır. İktidara eklemlenmeyen bağımsız İslami çalışma gruplarını yok etmeyi hedeflediği anlaşılan “Yeni 28 Şubat”ın baskı, sindirme ve zulüm uygulamaları, sırasını bekleyenleri kuşatarak ilerlemekte ve giderek yaygınlaşmaktadır.
Eski 28 Şubatçı darbecileri yeniden iş başına getiren son anayasa referandumunda ve AKP’yi iktidar yapan her seçimde “aktif destek” verenler, bu yüzden hem iktidarın yürüttüğü “Yeni 28 Şubat” zulümlerinden hem de tüm Müslüman kitleleri kuşatan yaygın ve derin yozlaşmadan, dolaylı da olsa sorumlu olmuşlar ve büyük bir vebal yüklenmişlerdir.
“Yeni Türkiye”de “Yeni 28 Şubat” Zulmü Yaşanıyor
“Yeni Türkiye” diye yola çıkan Erdoğan ve AKP’nin koruyucu şemsiyesi altında, özellikle 15 Temmuz sonrasında, “Eski 28 Şubat”ın ortakları olan “Ergenekoncu ulusalcı Kemalistler” ve “MHP” ile oluşturulan koalisyona teslim edilen devlet ve kurumlarında “Eski 28 Şubat”ın kadroları yeniden işbaşı yaptılar. Ancak eski 28 Şubatın zalim kadroları, suret-i haktan görünüp Müslümanları Allah ile aldatarak sisteme eklemleyen AKP şemsiyesi altında sürdürülen “Yeni 28 Şubat”ta, eskisinde yapamadıkları zulümleri bile daha cüretkarca yapabilmektedirler. Bu sebeple, “Yeni 28 Şubat”ta bağımsız İslami çalışmalara yönelik olarak eskisine göre çok daha ağır saldırılar kolayca uygulamaya konabilmekte, şiddetle ilişkisi olmayan ve şiddet yöntemini açıkça reddettikleri bilinen sivil gruplara ve davetçi Müslümanlara “terörist” muamelesi yapılmaktadır.
Cuma namazları basılıp imamlar gözaltına alınabilmekte, vakıf ve dernek yöneticileri mesnetsiz ve keyfi biçimde gözaltına alınabilmekte, Müslüman kadınlar hilafet videosu çektikleri için terörist iftirasıyla tutuklanabilmekte, mazlum Suriye halkına yardım eden Müslümanlar teröristlikle suçlanabilmektedir. Halis Bayancuk örneğinde olduğu gibi, iftiraya dayalı ve delili olmayan aynı suçlamadan üç ayrı mahkeme tarafından üç ayrı ceza verilecek kadar ileriye gidebilen ideolojik kararlar verilebilmektedir. Bütün bunlar olurken Doğu Perinçek, “Geminin kaptanlığını Erdoğan yapıyor ama rotayı biz belirliyoruz”, “Erdoğan Kemalizme teslim oldu ve artık 28 Şubat’ı o sürdürüyor”, “Benim talebelerimin en üst makamlarında olduğu yargı, en bağımsız dönemini, altın çağını yaşıyor” ve “Hukuk Siyasetin Köpeğidir” misali cüretkâr, ama herkesin gördüğü çirkin gerçeği ifşa eden açıklamalar yapıyor, Erdoğan ve kadrosundan ise çıt çıkmıyor.
İşte bu “Yeni 28 Şubat”ın ve Perinçek’e göre “Siyasetin köpeği” olan hukukun uygulayıcıları konumundaki ideolojik yargı ve emniyet kadrolarıyla, kendi yasalarına bile aykırı uygulamalarla gece yarısında, koçbaşları ve balyozlarla kapıları kırılarak Müslümanların evlerine girilmekte ve aile mahremiyetleri en çirkin biçimde ihlal edilmektedir. Üstelik bu evlerde olup da korku ve panik hâlinde uykudan kaldırılan hastalara, yaşlılara, kadınlara ve çocuklara da ayrım yapılmadan zulmedilmiş olmaktadır.
Legal dernek ve vakıflar, panzerler, tomalar ve ağır silahlarla kuşatılıp bir “terör” yuvası basılır gibi basılmaktadır. Legal zeminde açık çalışmalar yapan birçok vakıf, dernek ve Müslüman davetçi şahsiyete, hiçbir alakaları olmadığı ve hatta açıkça eleştirdikleri IŞİD benzeri kör şiddete başvuran yapıların damgasıyla yaftalamak suretiyle açık zulümler ve iftiralar yapılmaktadır. Hatta emniyet ve istihbarat raporlarında bile açıkça şiddeti reddettikleri ve “terör örgütü” olmadıkları, IŞİD gibi örgütler tarafından tehdit edildikleri yazılı olan Müslümanlara dahi, ulusalcı Kemalist kesimlerin egemen olduğu yargı tarafından hiçbir delil ortaya konmadan “terör örgütü” ya da “IŞİD” suçlamasıyla ağır cezalar verilebilmektedir.
Şiddeti reddeden ve sivil alanda İslami eğitim ve tebliğ faaliyetleri içinde olan, ancak tek suçları(!) laik siyasi iktidardan ve laik Kemalist sistemden bağımsız muhalif bir çizgide durmak ve iktidar destekçisi, yandaşı olmamak olan bu tür legal kuruluşlara ve öncülerine “terörist” damgası vurulmakta, henüz hiçbir yargı kararı olmadan terörist muamelesi yapılmaktadır. Ardından da günlerce gözaltında tutulduktan ya da aylarca, hatta bazen yıllarca tutuklu kaldıktan sonra hiçbir suç unsuru bulunamayıp çoğu hakkında takipsizlik ve beraat kararı verilmek zorunda kalınmaktadır.
Ancak bu süreçte estirilen terörle, yapılan baskı ve zulümle, “resmi din”in temsilcisi laik devletin laik bir kurumu olan Diyanet’ten bağımsız İslami eğitim ve tebliğ çalışmalarına hayat hakkı tanımamak için, bu tür bağımsız İslami çalışmalar sindirilmek, yok edilmek istenmektedir. Sonuçta takipsizlik ya da beraat kararı verilenlere yapılan onca zulüm sebebiyle bir özür, iadeyi itibar ve tazminat ödeme gereği de duyulmamaktadır.
Üstelik yeni çıkarılan “Kitle İmha Silahlarının Yayılması ve Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun” gibi son derece alakasız bir kanuna eklenen maddelerle sivil toplum sindirilmek, İslamî tebliğ ve eğitim çalışmaları engellenmek istenmektedir. Bu bağlamda, dernek ve vakıf adı altındaki çalışmalar susturulmaya çalışılmaktadır. Hatta “mazlumlara yaptıkları yardımlar” üzerinden bile kolayca terörle ilişkilendirilip kapatılmak ya da kayyum atanmak gibi ilave zulümlerin önünü ardına kadar açan bu yasa ile bu tür çalışma ve gruplar tamamen yok edilip tasfiye edilmek istenmektedir.
Bütün bu yapılan zulümlerin cezası ahirete kalmaktadır. Rabbimize hamdolsun ki ahiret ve hesap var. Müslümanların dağınıklığı ve Allah’ın yardımını hak edecek istikamet üzere bir birliktelik ve eski 28 Şubat’ta olduğu gibi ittifak halinde güçlü bir çaba ortaya koyamadıkları için dünyada yaptıkları yanlarına kâr kalsa da inşaAllah ahirette hesabını vereceklerdir.
Bilin ki, bu ülke insanı uyanıp kökünü arayacak
Adalet özlemi ve mazlumun âhı, zalimleri boğacak
“Zalimler için yaşasın cehennem” sözü, hakikat olacak
Zulmedenler, dünya ve âhirette hak ettiğini bulacak
Ey zalimler! Bilin ki dünya size rağmen dönecek
Hak mutlaka gelecek, bâtıl düzeniniz çökecek
Yeter ki biz, zulme karşı çıkarak Hablullah’a sarılalım
Rabbin yardımını hak edip, istikamet üzere kalalım
Rabbimiz, lütfedip hidayette ayağımızı sabit kılsın
Tağut ve zalime karşı mazlumdan yana, âdil şahit kılsın
Ancak biz Müslümanlara bugün düşen büyük sorumluluk ise, yeni 28 Şubat zulmüne karşı da eskisinde yapıldığı gibi güç birliği yaparak ittifakla itiraz edip hesap sormak ve zulmedenleri geri çekilmeye zorlamaktır. Aksi takdirde susup sırasını bekleyene de ulaşacak yeni zulümler yapmaya devam edeceklerdir.
Yaşanan tüm bu mağduriyetlere sahip çıkıp mazlumun yanında yer alarak zalime karşı itiraz etmenin, hak ve adaleti savunmanın, hem insani, hem imanî ve İslami hem de ahlakî sorumluluğumuz olduğu unutulmamalıdır. O hâlde ahiret ve hesap bilinciyle ayağa kalkmalı ve hiç değilse Rabbimize mazeret olarak sunabileceğimiz çabalar içinde olmalıyız.
Ancak ne yazık ki, dört yıldır yaptığım açıklamalarda, konuşmalarda ve yazdığım makalelerde, sürekli biçimde, yaşanan büyük yozlaşmaya ve “Yeni 28 Şubat” zulmüne karşı ittifak oluşturma ve birlikte ortak bir iradeyle topluca itiraz etme çağrısı yapmış olmama rağmen, bugüne kadar hiçbir cevap alabilmiş değilim. Çünkü tevhidî uyanış süreci gruplarının büyük kısmı, kimi beklenti ve kazanımlar uğruna siyasî iktidara eklemlenip edilgenleştiler ve aslında verdikleri destekle bu zulümlerin meydana gelmesine katkı da sunmuş oldular. İstikametini ve bağımsızlığını koruyanlar ise çoğunluk itibariyle eski duyarlıklarını kaybettiler.
Hâlbuki, özellikle tebliğ, davet, eğitim ve vahye şahidlik çabalarıyla toplumu vahiyle dönüştürme eksenli Nebevi yöntemi takip eden ve sistemin partilerinden bağımsız tevhidi stratejik konumunu muhafaza eden tüm İslami çalışma grupları olarak oluşturacağımız ortak irade ve güç birliğiyle direnmek sorumluluğumuzu unutmamalıyız. Baskıcı Kemalist dönemde ve “Eski 28 Şubat” sürecinde verdiğimiz onurlu mücadeleyi, neo-Kemalist “Yeni 28 Şubat” döneminde de yapmaktan çekinmeyeceğimizi “yeni vesayet”çilere bir an önce göstermeliyiz. Aksi takdirde tek tek “sırasını bekleyen” bütün Müslümanların üzerine gidecekleri ve sonuçta çok geç kalınmış olunacağını aklımızdan çıkarmamalıyız.
Rabbimiz, hem başta Mısır, Suriye, Filistin, Yemen, Doğu Türkistan ve Myanmar olmak üzere bütün ümmet coğrafyasındaki “küresel 28 Şubat”ın, hem de Türkiye’deki “yerel Yeni 28 Şubat”ın zulümlerine karşı sorumluluklarımızı yerine getirmeyi ve rızasını kazanmayı hepimize nasip etsin inşaAllah.