Pamak: Kur`an neslini inşa etmeliyiz
`Bir kere biz sömürge olmaya müsait hale gelmişiz, kendi içimizdeki yozlaşmayla. Kur`an`dan ve Allah`ın Rasulü`nden uzaklaşmışız. Kur`an`ı terkedilmiş bırakmışız. Dolayısıyla kendi ürettiklerimizi esas almışız. Herkes de sonradan üretilmiş akidelerin ve değerlerin etrafında toplanınca, din parçalanınca, ümmet de parçalanmış. Vahdet ve tevhid aynı kökten kavramlar. Tevhid akidesinde bütünleşmeden ümmetin vahdetinin teşekkül etmesi mümkün değil. O halde yapılması gereken şey, insanların tarihsel süreç içerisinde üretilen iplerden soyutlanıp Allah`ın ipine topluca sarılmaya doğru yönelmesi gerekiyor.`
Mehmet Pamak, Türkiye'de İslami kesim içinde ve dışında tanınan, siyasi geçmişini geriye atıp kendini İslami çalışmalara adayan, siyasi ve entelektüel birikime sahip önemli bir isim… Umre vesilesiyle geldiği Medine-i Münevvere'de bir araya geldiğimiz Sayın Pamak –sağolsun- bizi kırmayarak "Ramazan ve Müslümanların hâli" ekseninde sorduğumuz sorulara cevap verdi. Yararlı olduğunu düşündüğümüz bu söyleşiyi ilginize sunuyoruz:
- Ramazan ayını yaşadığımız bu günlerde genelde ümmetin ve özelde Türkiye'de yaşayan Müslümanların durumunu nasıl görüyorsunuz?
Bir kere Ramazan ayına ümmetin yaklaşımı önemli. Nasıl yaklaşıyor ümmet Ramazan ayına? Genelde benim gördüğüm, özellikle Türkiye toplumu açısından baktığımda gördüğüm, ama bütün ümmet coğrafyasında da aynı şeyin geçerli olduğunu ifade edebiliriz, Ramazan'ın değeri Ramazan'da Kur'an'ın inzal olmaya başlamasından kaynaklandığı halde Kur'an tamamen bir tarafa bırakılmış. Hâlbuki Rabbimiz açıkça ayette ifade ediyor: Ramazan'da bir gece var ki, bin aydan daha hayırlıdır. Neden bin aydan daha hayırlıdır? Çünkü onda Kur'an insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için indirilmeye başlandı. Ramazan da daha çok bunun için anlamlı ve değerlidir. Nedense ümmet tarihsel süreç içerisinde Kur'an'ı "mehcûr" bırakmış, terkedilmiş bırakmış. Kur'an'dan uzaklaşmış, Kur'an'ın uygulaması olan Rasulullah sallallahu aleyhu ve sellem'in siyerinden, mücadele sünnetinden kopulmuş. Oruç yine Kur'an'dan koparılarak bir forma/şekle indirgenmiş, içi boşaltılmış. Birçok ibadet böyle olmuş. Namaz Kur'an'dan kopuk, içi boşaltılmış bir forma indirgenmiş. Hac öyle olmuş, umre öyle olmuş. İnsanlar içeriği olmayan, boş bir form haline gelen bir şekli yerine getirmeye başlamışlar. Şekil kutsallaştırılmış. Bu sebeple de, Kur’an’dan kopuk, muhtevadan yoksun, şekle indirgenmiş ve parçalanarak ubudiyet bütünlüğünden koparılmış parça ibadetler, vahyin muhatabı ilk nesilde meydana getirdiği inkılâbı gerçekleştirememiş ve ümmet zillete sürüklenmiş. Çünkü ümmete şerefini kazandıracak olan Kur'an'dır. Ama bu ümmet kendisine şerefini getiren kitabı terk edilmiş bırakarak şerefine sahip çıkmamış. Kitaba mirasçı kılınmış, mirasa ihanet etmiş. Kitap'tan kopmuş, Kitap'tan kopunca da o tarihsel süreçte bir sürü bid'atlar ve hurafeler üretilmiş. Kur’an’dan cahiliyeye doğru tersine bir hicret yaşanmış ve cahiliye toplumu yeniden üretilmiş. Dolayısıyla ümmet coğrafyasında Kur’an’dan tevhidden ve vahdetten uzaklaşıp, ulusal sınırlarla, cahili sistemlerle kuşatılmış, ancak içinde Müslüman şahsiyet ve öbeklerinde yaşadığı cahili toplumların yaygınlaştığını görüyoruz.
- Bu durumdan kurtulmak için sizce ne yapmalıyız?
Bizim bu durumdan kurtulmak için ilk Kur'an toplumu gibi yeniden bir Kur'an toplumu oluşturma sürecini başlatmamız ve sürdürmemiz gerekiyor. Seyyid Kutub'un, Allah ondan razı olsun ve Allah ona rahmet eylesin, altını çizdiği "Kur'an nesli"ni yeniden inşa ederek, o Kur'an neslinin önceliğinde ümmeti yeniden vahyin ekseninde inşa etmemiz gerekiyor. Bugün ümmet coğrafyasında tevhidi uyanış ve yönelimler ortaya çıkmış bulunuyor, bu amaçla küçük tevhidi öbekler oluştu, ıslahat önderleri çıktı. Az da olsa yüzyıllardır çıkıyor. Zaten ilk nesille, ilk Kur’an toplumuyla bağ hiç kopmadı, tevhidi geleneğin zinciri, zaman zaman çok zayıflasa da elhamdülillah devam ediyor, ama bozulma sürecinde çok büyük bir tahribat yapıldı. Allah’ın doğrudan koruması altındaki Kitabı tahrif edemedi Ümmet-i Muhammed, ama tıpkı Yahudi ve Hıristiyanların yaptığı gibi tahrifatları Kitabın algısını, anlayışını bozarak gerçekleştirdi. Kur'an'ın metnini tahrif edemedi ama tarihsel süreçte Kitab'ın anlaşılması üzerinde büyük tahrifatlar yapıldı. Kitap'tan kopulurken akıl ve ilim terk edilince, vahiyden kopulunca, Rasulullah'ın örnekliğinden kopulunca, O'nun şahitliğinden kopulunca, kimileri, “keşf ve ilham” diye adlandırdıkları vahyin denetiminden uzak ve Şeytanın cirit attığı alanlarda bir sürü hurafeler ürettiler. Heva ve zanna dayalı bu uyduruk bilgilerin Allah'tan vahiyle kendi içlerinden çıkan bir takım insanlara, üstadlara, şeyhlere, önderlere indirildiğini bile iddia edebildiler. Hatta aklımda kaldığı kadarıyla İbni Arabi'nin sözüdür, "Evliyalar bu anlamda peygamberlerden daha üstündür, peygamberler Cebrail aracılığıyla vahiy alırken evliyalar direkt Allah'tan alıyor" diyecek kadar ileri gitmişlerdir. Allah Kur'an'ı "hablullah" olarak indiriyor ve oraya topluca sarılmamızı istiyor, ama tarihsel süreçte İslam adına hak-batıl karışımı birçok yeni ipler üretiliyor ve Allah'ın ipi bir yana bırakılıyor. Herkes kendi mezhebine ve meşrebine göre bir sürü ip üretiyor ve herkes kendi ipine tutunmaya çağırıyor. Sonuçta da kitabın, dinin ve ümmetin parçalanması ve zillet kaçınılmaz oluyor. Tıpkı Yahudilerin ve Hıristiyanları yaptığı şeyler yapılıyor. Hatta o kadar üzülüyorum ve diyorum ki, "Yahudi ve Hıristiyanların elinde korunmuş bir Kitap yoktu. Çünkü onların kitaplarının korunması alimlerine bırakılmıştı. Onlar da ihanet edince kitapları tahrif edildi. Bu nedenle onlar isteseler de kitaplarının aslına uygun yeni bir ihya hareketi başlatmaları mümkün değildi. Biz ise elimizdeki korunmuş Kitab'a rağmen onların yaptığının aynısını yaptık” ve bu ümmet cahilleşti ve parçalandı. Kitap parçalanınca, din parçalanınca, Kitab'ın ve Rasul'ün bize getirdiği mesajın dışında bid'at ve hurafeler üretilince, her mezhebin ve her meşrebin adeta ayrı bir dini oluştu.
ÜMMETİN YENİDEN İNŞASI
- Ramazan ayının başlangıcı ve bayramların tesbiti konusundaki ihtilafları da buna bağlayabilir miyiz?
Tabii ki. Yani netice de ümmetin usul-i dinde bir beraberliği yoksa, doğru bir din algısı, ortak bir din algısı ve hatta ortak bir akidesi yoksa, her mezhebin ve meşrebin kendine göre akideleri oluşmuşsa, kendine göre imani ve ibadi öçlü ve ilkeler oluşturup "Din budur" demişse, bu ümmetin Ramazan'ın başlangıcında da, başka şeylerde de ayrı ayrı hareket etmesi kaçınılmaz olur. Sonuçta bizim ümmet olarak bu Ramazan vesilesiyle bir daha düşünmemiz lazım. Allah için elimizi vicdanımıza koyup, Rabbimizle başbaşa kalıp tefekkür etmemiz lazım. Allah vardır ve Kitabı korunmuş olarak önümüzdedir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dinin ilk şahidi olarak güzel bir örneklik oluşturmuştur. Çevresinde toplanan ashabıyla, ilk neslin güzel örnekliğiyle bize ışık tutmuştur. Bunu bizim yeniden gündemleştirmemiz lazım. Kurtuluş da burdan geçer. Kurtuluşa ve izzete ulaşmak, onurlu günlere yeniden kavuşmak ve onurlu bir ümmet olmak da buradan geçer. Şu anda ümmet yok sanki. Ümmet dağılmış. Sosyolojik olarak bir ümmetten bahsedilebilir ama tevhidi ilkeler ve vahyin ölçüleri çerçevesinde bir ümmetten bahsetme imkânı kalmamıştır.
- Bu durumda ümmetin yeniden inşası için ne yapmalıyız?
Ümmet içerisinde tevhide yönelen öbekler el ele vererek ve diyaloglar kurarak içinde bulunduğumuz toplumu tevhide ve Kur’an’a çağırmalıyız. Kitaplarını tahrif etmiş ve peygamberlerini ilahlaştırmış, dinde ayrılığa düşmüş Kitap Ehli'ne nasıl ki Allah Kur'an ile müdahale etmiş ve Allah Rasulü aracılığıyla şu mesajı iletmişse, "De ki: Ey Kitap Ehli! Sizinle bizim aramızdaki ortak bir kelimeye gelin" demişse, ki bu onların menşelerinde, kitaplarının tahrif edilmeden önceki muhtevasında var olan tevhid kelimesine çağrıdır. Biz de bunun gibi, cahiliyeyi yeniden üretmiş ve korunmuş Kitap elinde olduğu halde kitabın algısını değiştirmiş, Yahudileşmeyi kendi bünyesinde bütün boyutlarıyla yaşamış olan ve bundan dolayı da ümmet olma vasfını yitirmiş bulunan kitlelere şunu demeliyiz: “Ey kendini İslam'a nisbet edenler! Ey Kur'an benim kitabımdır diyenler! Gelin, Kur'an'da ve tevhid akidesinde birleşelim. Kur'an'ı yeniden gündeme getirelim. Kur’ani hayatı kurmada, vahyi sosyalleştirmede bize şahidlik ve güzel örneklik oluşturan, vahyi bize nakleden, açıklayan ve pratiğini sunan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ve O'nun çevresinde kenetlenen o ilk model neslin örnekliğinde buluşalım.” Allah rızası için vahyin belirleyiciliğinde tarihi tüm birikimi sorgulayıp ayıklayarak, geleneksel ve modern cahiliyeden uzaklaşma ve arınma çabası içine girmeliyiz. Şahsımızdan başlayarak aklımızı, imanımızı, şahsiyetimizi vahiyle yeniden inşa ederek, Kur’an’a topluca sarılma becerisini göstererek toplumu yeniden vahiyle inşa etmeye doğru bir süreci başlatmalıyız ve sürdürmeliyiz.
KARNAVAL KÜLTÜRÜ
- Ramazan münasebetiyle heryıl gündeme gelir ve "Nerede o eski Ramazanlar" diye eskiye özlem dile getirilir. Ramazan çadırları kurulur. Akşamları eğlence programları ve hatta sazlı-sözlü programlar düzenlenir. Hacıvat-Karagöz oynatılır. Bu sadece Türkiye'ye de has bir durum değil. İslam Dünyası'nın diğer ülkelerinde de Ramazan'ı eğlence mevsimi haline dönüştürme çabası var. Arap medyasında örneğin Ramazan için özel diziler, eğlence ve komedi programları hazırlanır. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef, işte biraz önce bahsettiğimiz gibi, Kur'an'dan ve Rasul'ün örnekliğinden kopunca kaçınılmaz olarak bir bozulma ve yozlaşma sürecine girildi. İbadetler forma indirgendi. Ramazan, oruç, namaz, hac; bütün bunlar form halinde, şekil halinde sürdürülüyor ama içeriği boş. Bu içeriği neyle dolduruluyor? İşte bahsettiğiniz eğlencelerle dolduruluyor. İslam'ın özünde olmayan ve Kur'an'ın bize getirmediği tipik bir savrulma yaşanıyor. Bu belki de modernleşme sürecinin getirdiği kirlenmelerle de birleşiyor. Gerçi tasavvuf kültürünün gelişimi içerisinde yüzyıllar öncesine giden bir kirlenme var. Yeni fetihler yapıldığı ve çok büyük kitlelerin İslam'a fevç fevç girdiği dönemde onları eğitebilecek kadroların olmaması, onların dillerinde Kur'an meallerinin olmaması, tefsirlerinin olmaması bu insanların kendi cahili kültürlerini de İslam'ın içine taşımasına yol açtı. Bu Türkler için, Farslar için çok geçerli bir şey. Doğrudan doğruya cahili kültürlerini de İslam'ın içine taşıdılar. Hint ve Yunan felsefesinden gelen tercümeler ve saray çevresinde üretilen kültürler bu yozlaşmanın içerisinde bir yer tuttu. Daha sonra da modernleşme süreci başladı ve modernleşme sürecinde kapitalizmin tüketim kültürünün unsurları ilave edildi. Dolayısıyla ümmet coğrafyasında böyle bir eğlence kültürü ile ibadet içiçe geçti. İnsanlar ibadet ettiklerini söylüyorlar ama raksediyorlar. Tefle, bilmem neyle raksederken "Allah" diyorlar, "Lailahe illallah" diyorlar. Rock müziğiyle insanlar nasıl çalıp sağa sola sallanıyorsa, bir bakıyorsunuz aynı şeyi sarıklı-sakallı insanlar da tevhid kelimesini söyleyerek ama içeriğinden yoksun bir şekilde yapıyorlar. Ramazan ayında çadır tiyatrolarında, karnaval kültürünün, batının dini günlerde karnaval düzenleme kültürünün aynı şekilde bize taşındığını görüyoruz.
- Bu bozulmanın oruca yansıması hakkında ne diyorsunuz?
Büyük bozulma süreci sonunda bugün gelinen noktada, pek çok ibadetin içinin boşaltılması ve anlamını yitirmesi gibi, oruç da böylesine bir eksen kaymasına ve anlam kaybına uğramıştır. Muhafaza edilen form ise, yanlış zeminlerde, yanlış istikametlerde, yanlış tezahürlerle ve kulluk bütününden soyutlanan bağımsızlıkla ortaya konulmaya başlanmıştır. Halbuki oruç; Kur’an’ın ortaya koyduğu hayat tarzının içinde, ibadetler bütünün parçası olarak bir yer işgal etmekte ve böyle anlam kazanmaktadır. Ancak bu muhteşem kulluk bütününün içinde insanı arındırma, tekâmül ettirme, olgunlaştırma ve Allah’ın rızasını kazandırma fonksiyonunu ifa edebilmektedir. Kur’an’la ilişki doğru ve sağlam değilse oruç dahil bütün ibadetler, insanın tekâmülüne katkısı olmayan formel uygulamalardan öte geçemeyecektir. Sonuçta, dini bir vecibe ve ibadet boyutu ikinci plana atılan oruç, folklorlaştırma ve eğlence eğilimli bid’atlarla dejenere edilmektedir. Ramazan ayında kurulan sergiler, çadırlarda icra edilen eğlence programları, kahvehanelerde ve evlerde oynanan bir nevi kumar olan tombala oyunları, havai fişek gösterileri ve müzik programları gibi pek çok, oyun ve eğlence ağırlıklı etkinlikler, Ramazan’ı giderek temel ekseninden daha fazla uzaklaştırmaktadır. Böylece, Kur’an, ibadet, rahmet ve arınma ayı olan Ramazan, tıpkı taklit edilen Batı’nın paskalya ve karnavallarını andıran bir festival boyutuna sürüklenmektedir. Bu durum, birey ve toplumun giderek daha fazla çürüyüp çözülmesine, dünyevileşip yaratılış gayesinden uzaklaşmasına yol açmaktadır. Sonuçta bu dünyevileşme, birey ve toplumun, fıtri değerlerini koruyup vahiyle bütünleştirerek yüceltmesine ve kendini olumlu istikamette tekamül ettirmesine engel olmaktadır.
KUTLU DOĞUM HAFTASI
- İbadet kültüründe Batı'yı taklide başka örnekler verebilir misiniz?
Son dönemde Türkiye'de "Kutlu Doğum Haftası" diye bir şey başlatıldı. Orada da, Hz. İsa için batı tarafından noel nasıl bir noktaya getirilmişse, onun adeta alternatifinin bizim Peygamberimizin ismi etrafında veya O'nu anma çerçevesinde gündemleştirildiğini görüyoruz. "Gül Muhammed aşağı, Gül Mühammed yukarı.." Peygamberimize isim de taktılar. O'nu bir bitkiyle özdeşleştirdiler ve O alemlere rahmet olarak gönderilmiş olan peygamberi bir bitkiye indirgediler. O'nu anma programları düzenliyorlar. Demek ki bir sene onu unutuyorlar. Anarken de O'nu gerçek hüviyetiyle, sahih sünnetiyle, onurlu mücadelesiyle de anmıyorlar. Böylesine geleneksel ve modern hurafelerle kirlenmiş bir zihinle anmaya çalışıyorlar. Halbuki Peygamber'in hiç unutulmaması gerekiyor. Sürekli, hergün hatırlanması gerekiyor. Kur'an'ın da, Peygamber'in sünnetinin de sürekli hatırlanması ve hayatın inşası için pratiğe geçirilmesi gerekiyor. Ama maalesef işte böyle bir protestanlaşma yaşanıyor. "Ilımlı İslam" diye, "Avrupa İslam'ı" diye Amerika'nın BOP çerçevesinde çeşitli adlar takarak ve terkipler üreterek yanlış bir İslam anlayışını Müslüman toplumlara dayatmaya çalışmalarıyla da örtüşüyor. Bu anlamda, Ramazan ayının da böyle bir eğlence ayı gibi yaşandığını görüyoruz. Halbuki Müslümanların başlarını ellerinin arasına alıp "Ne haldeyiz? Niye bu hallere düştük? Neden o ilk nesil bu Kur'an'ı okuduğunda, fuhşiyatın her türünün hayatı kuşattığı, zulmün, adaletsizliğin yaygın olduğu cahili bir toplumdan onurlu ve tevhidi adalet topluma doğru muhteşem bir inkılâbı yaşıyordu da biz yaşayamıyoruz?" diye sorması gerekir. Çünkü o insanlar özel yaratılmış insanlar değildi. Onlarda bizim gibi zaafları olan normal insanlardı. Kimi köleydi, kimi fakirdi, kimi zengindi. Toplum içindeki her tabakadan insanlar vardı. Onlar Kur'an'a öyle bir yaklaştılar ki, Kur'an onlarda böylesine bir inkılâp meydana getirdi. Onlarda bu sonucu doğuran Kitap, bugün korunmuş olarak elimizde bulunduğu halde bizde niye aynı sonucu doğurmuyor diye kara kara düşünüp, üzülüp, ağlayıp böyle bir çıkış aramak üzere gece gündüz çırpınmamız gerekiyor. Karanlıklardan aydınlığa çıkarmak üzere gönderilmiş bir kitap nasıl oluyor da hem de indirildiği ayda bizi karanlıkların içinden çıkaramıyor, bunların düşünülmesi lazım. Çok ilginçtir, Kadir gecesinde veya Kadir gecesi adıyla değerlendirilen gecede bile (ki Kur'an o gecede indirilmiş ve bin aydan daha hayırlı olarak nitelendirilmiş), öylesine bid'at ve hurafeler gündemleştiriliyor ki, o gece bile karanlıklar içerisinde kalıyor. Çünkü Kur'an ve Kur'an'ın mesajı gündemleştirilmiyor. Raslullah ve ilk neslin o geceyi nasıl değerlendirdikleri gündemleştirilmiyor.
ÜMMETİN PENÇELERİ
- Şimdilerde Arap Dünyası'nda Türkiye'ye müthiş bir ilgi var ve bazı kesimler sizin bu olumsuz olarak anlattığınız tabloyu Araplara İslam ile modernliğin buluşması ve bir hoşgörü örneği gibi takdim ediyor. Son dönemde Türk dizileri furyası var. Bazı gözlemcilere göre bu planlı programlı bir olay. Çünkü bir Amerikan filminin veya Brezilya dizisinin etkisi sınırlı kalıyor. Araplara tamamen yabancı bir toplum. Ama Türk toplumundan böyle bir örnek gelince, özellikle de İslamcı olarak nitelendirilen bir hükümet döneminde, o dizinin içerdiği kültür "İşte onlar da Müslüman, ama hem İslam'ı hem de moderniteyi ne güzel yaşıyorlar" şeklinde sunuluyor. Bu konuda ne diyorsunuz?
Tabii bir taraftan bizim yüzyıllara dayanan bozulma, yozlaşma sürecimizden kaynaklanan bir durum var. Zaten bölge insanları yüzyıllardır bozularak geldiler. Bugün bu bahsettiğimiz dejenerasyon yaşandı ve emperyalizmin sömürgesi olmaya uygun hale gelindi. Hani, Malik bin Nebi "sömürgeliğe müsait olma" diyor ya, işte İslam toplumu sömürge olmaya müsait hale geldi. Bunda Batı'nın dahli yok, modernitenin dahli yok. Ümmet kendisi yozlaştı. Allah'ın Kitabı'ndan, Rasulü'nün sünnetinden koptu ve uzaklaştı, böyle bir yozlaşma süreci yaşadı. Bir taraftan bu boyutu var. Bir taraftan da, son gelinen süreçte, özellikle 20. Yüzyıldan itibaren İslam coğrafyasında yeniden Kur'an'a dönüş çabaları başladı. Yeniden ihya ve inşa çabaları başladı. Seyyid Kutup'lar gibi, Mevdudi'ler gibi değerli alimler çıktı. Allah'ın dinini ana kaynaklarından ele alıp toplumu yeniden inşa etme uğrunda can feda ettiler. Bu uyanışın ve dirilişin, vahye yeniden dönüşün gündeme gelmesi tabii ki hem egemen küresel sistemin sahipleri emperyalist devletleri, hem de onların işbirlikçisi olarak İslam coğrafyasına yerleştirdikleri yönetimleri rahatsız etti. Dolayısıyla bu yönetimler bu anlamdaki bir yozlaşmanın önünü açık tutuyorlar. Çünkü İslami bir uyanış yaşanırsa kendi iktidarları, statüko sarsılacak ve sömürü çarkları bozulacak. Zulüm sistemi ortadan kalkacak ve insanlık yeniden adalet arayışına girecek. Küresel emperyalistler ve ağa babaları da buralardaki çıkarlarını koruyabilmek için, dünyadaki hakimiyetlerini ve sömürü çarklarını sürdürebilmek için bu uyanışı engellemeye çalıştılar. Bu bölgelerdeki tevhidi uyanış önderleri ve ilmiyle amil olan alimler, "terörist" olarak damgalanıp cezaevlerine dolduruldular, işkencelerden geçirildiler, şehit edildiler. Bu süreç hâlâ da devam ediyor. Bir taraftan bu tevhidi öbekler "terörist" olarak damgalandı ve onlara saldırıldı, bir taraftan da böyle bir "ılımlı İslam" projesi zaten yozlaşmış ve bozulmuş olan bu halkın önüne bir model gibi Türkiye örnekliğinde sunulmaya çalışılıyor. Çünkü Türkiye kendi içinden çıkan yönetimler vasıtasıyla Batı desteğinde zorla ve zorbalıkla laikleştirildi ve modernleştirildi. Şimdi bu proje küresel emperyalizm tarafından örnek olarak sunuluyor. "Olacaksanız böyle olun" deniliyor. "Bizim sizden memnun olmamız ancak böyle mümkün" mesajı veriliyor. Bir taraftan Irak'ta, Filistin'de, Afganistan'da olduğu gibi işgaller gerçekleştiriliyor ve tevhidi öbekler yok edilmeye çalışılıyor.
- Neden yok edilmeye çalışılıyor?
Çünkü onlar bir nevi ümmetin pençelerini teşkil ediyor. Ümmet tarihe tutunup o pençeleriyle yeniden ayağa kalkacak. Kitabı'na tutunup, Allah'ın ipine tutunup yeniden ayağa kalkacak. İşte ümmetin bu pençeleri sökülmeye, direniş öbekleri yok edilmeye çalışılıyor. Diriliş öbekleri yok edilmeye çalışılıyor. Onların örnekliği karalanmaya çalışılıyor. Bir taraftandan da halka "ılımlı İslam" projesi sunuluyor. Yani sopa ve havuç politikaları, Müslüman halkları terbiye etmek için kullanılıyor. Toplumsal hayata müdahale etmeyen; iktisadi, sosyal, siyasal ve hukuki alanda Batı modernitesinin üretmiş olduğu ölçülerin ve Kapitalizm'in tüketim kültürünün ve ekonomisinin esas alınması. Buna uyumlu bir İslam anlayışı. Yani bireysel ibadetlerle sınırlı, vicdana hapsedilmiş, camilere hapsedilmiş bir İslam.. Bu, Allah'ın dini olan tevhid dini İslam değildir. Aslında İslam bile dememek lazım ama onlar İslam dediği için tırnak içinde söylüyorum. "Amerikan İslamı", "ılımlı İslam", "Avrupa İslamı" gibi adlar koyuyorlar. Hatta bunun kitaplarını bile yazıyorlar. Bununla da kalmıyorlar, bu bölgelerden din adamlarını alıp Amerika'ya götürüyor ve eğitiyorlar. CIA ajanları var eğitilmiş, onlara tâ Patani'de medreselerde ders verdiriyorlar. Pakistan'dan onlarca din adamı götürülüp Amerika'da eğitimden geçiriliyor. "Cihad", "tevhid" gibi kavramlar yasaklanıyor. Bütün ideolojiler ve dinler kendilerini kavramlarıyla ifade eder. Bu kavramlar değiştirilmeye çalışılıyor. Eğitim programlarına müdahale edilerek, gerçekten vahyin ölçülerine uygun bir eğitim alınmasın, Amerika'nın ve yerli işbirlikçilerinin müsaade ettiği kadar bir eğitim alınsın diye bir çaba sarfediliyor. Ortadoğu bütün peygamberlerin ve tevhid dininin mesajının dünyaya yayılma merkezi ve dünya hegemonu emperyalistler için tehlikeli bir bölge. Tevhid akidesi yeniden Ortadoğu'dan kalkarak dünyaya yayılırsa sömürü düzenimiz yıkılır diye korkuyorlar. Dünya insanı da modernitenin kıskacı ve karanlıklar içerisinde, tek kurtuluş yolu olan Kur'an'ın mesajı da bu bölgede, Ortadoğu'da, işte bu mesajın insanlara ulaşmasını istemiyorlar. Ortadoğu'da bunu boğmak istiyorlar. Kaynağında boğmak istiyorlar. Bir taraftan da "ılımlı İslam" projesiyle havuç uzatıp kitleleri kendi sistemlerine köle olamaya doğru yönlendirmeye çalışıyorlar. "Kapitalizme uygun bir din anlayışı içerisinde özgürce yaşayabilirsiniz" demeye getiriyorlar. "Özgürleştirme projesi" diye adını da koyuyorlar. Ama milyonlarca masum bölge insanını katlederek ya da kendilerine köle edinerek “özgürleştiriyorlar”(!).
KUR'AN'A VE RASUL'E SARILMAK
- Sizce bu durumda ümmetin yapması gereken ne?
Ümmetin yapması gereken Allah rızası için Kur'an'a ve Rasule sarılmaktır. O ilk neslin yaptığına bakalım. Vahiy geldi, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onu aldı ve insanlara götürdü. Kimi insanlar davete icabet ettiler. O davete icabet edenler, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in etrafında kenetlendiler. Bir Kur'an toplumu oluşturdular. Ümmetin ilk nüvesini oluşturdular. Ne yaptılar? Erkam'ın evi gibi evlerde tertil üzere Kur'an okudular. Kitab'ı ve hikmeti öğretti Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem o evlerde.. Bu bilgiyle donatılan ve bilinçle kuşatılan insanlar, Allah'ı hakkıyla takdir ettiler. Kitabı hakkıyla okudular ve takvâyı hakkıyla kuşandılar. Allah yolunda hakkıyla cihad ettiler. Mekke döneminde Kur'an ile büyük cihad ettiler ve o mesajı insanlara taşımaya, sosyalleştirmeye, şahidliğini yapmaya çalıştılar. Bir taraftan cahiliye toplumuna alternatif bir İslam toplumunu, Kur'an toplumunu oluşturdular. Ki o müctehid bir toplumdu, hepsi Kur'an okuyordu. Bu çok önemli, bunun altını çiziyorum. Hepsi Kur'an okuyordu ve anlama çabası gösteriyordu. Yani bazıları Kur'an okumayı sever, bazıları da öpüp başına koymayı sever; yok öyle bir şey. Bazıları ölülere okumayı sever, bazları hatim indirir sevabını umar, anlamadan.. Bazıları entelektüel bilgi sahibi olmak için okur. Hayır; herkes Kur'an'ı anlamak, öğüt almak ve yaşamak için okuycak. Böyle bir çaba vardı ve o insanlar kendi aralarında okuduklarını konuşuyorlardı. Topluma taşıyorlardı, tepkiler alıyorlardı. Sıkıntıya düşüyorlar, cevap veremiyorlar, hatta kendi aralarında ihtilafa düşüyorlardı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in çözemediği konular oluyordu, vahiy bekliyordu. Vahiy geliyor ve toplumu yönlendiriyordu. Böyle bir inşa vardı. Bugün de böyle bir inşaya ihtiyaç var. Yani böyle Kur’an okuyup anlama, fıkhetme ve yaşamlaştırma çabası içinde olan müctehid bir toplumu inşa etme mücadelesi vermek zorundayız. Tutarlı mü'minler olarak, önce kendimiz Kur'an ile ahlaklanıp insanlara hâlimizle ve kâlimizle, örnekliğimizle vahyin mesajını ulaştırmaya çalışmalıyız. Davete icabet edenleri örgütlemeli, yani cemaatleştirmeli, kendi aralarında akide ortak paydasında ve iman güvenlik halkası içerisinde bütünleştirmeliyiz. Böylece cahiliye toplumuna örnek sunmalıyız. Böyle bir çabayla toplumun içine girildiğinde, toplum cahiliye toplumu olduğu için kirlenme kaçınılmaz olacaktır. Kirlendiğimiz zaman, "Ve'r-rucze fehcur" / "ruczdan uzaklaş" buyruğunun gereğini yerine getirmeliyiz. Bunu da sürekli yaşamak gerekiyor. Bu bir anlık bir şey değil. Bir an yaptım iş bitti. Hayır. Cahiliye toplumu seni kuşatmış, sen daveti taşıyorsun. Toplumdan tepkiler alıyorsun, kirleniyorsun. Yeniden o evlere toplanıyorsun. Mü'minler bir araya geliyor ve birbirinizi arındırıyorsunuz. Vahiyle, Rasul'ün örnekliğiyle yeniden teçhiz oluyorsunuz. "Emri bi'l maruf ve nehyi anil münker" ile birbirinizi ıslah ediyorsunuz ve yeniden topluma çıkıyorsunuz. Böyle bir devinimle toplumu dönüştürecek ciddi bir mücadeleyi ikame etmek gerekiyor.
VAHDET İÇİN TEVHİD
- İslam Dünyası'na baktığımızda bugün İslam coğrafyasının bir çok yerinde krizler olduğunu görüyoruz. İç çatışmalar var ve bunlar Ramazan ayında da devam ediyor. Buna nasıl bir çözüm bulunabilir. Bu yaraları sarmak için öneriniz nedir?
Bir kere biz sömürge olmaya müsait hale gelmişiz, kendi içimizdeki yozlaşmayla. Kur'an'dan ve Allah'ın Rasulü'nden uzaklaşmışız. Kur'an'ı terkedilmiş bırakmışız. Dolayısıyla kendi ürettiklerimizi esas almışız. Herkes de sonradan üretilmiş akidelerin ve değerlerin etrafında toplanınca, din parçalanınca, ümmet de parçalanmış. Vahdet ve tevhid aynı kökten kavramlar. Tevhid akidesinde bütünleşmeden ümmetin vahdetinin teşekkül etmesi mümkün değil. O halde yapılması gereken şey, insanların tarihsel süreç içerisinde üretilen iplerden soyutlanıp Allah'ın ipine topluca sarılmaya doğru yönelmesi gerekiyor. Bütün mezheplerin, meşreplerin bid'atları ve hurafeleri var. Ayrım yapmıyorum. Bütün mezheplerin ve meşreplerin kendi içerisinde bid'atlar var, hurafaler var, tarihsel süreçte üretilmiş vahye uyumlu olmayan anlayışlar, inançlar var. Hiçbir mezhep masum değil. Hiçbir ekol, hiçbir çizgi masum değil. Kur'an ve Sünnet'tir esas olan.
- Nedir, yapılması gereken?
Bugün, Hz. Hüseyin’in uğrunda şehadeti göze aldığı, tüm değerlerimiz ve İslami kimliğimiz küresel saldırı ve kuşatmayla muhatap iken, zulme ve emperyalizme karşı birlikte direnmesi gerekenler, emperyalist projeler gereği birbirleriyle çatıştırılıyor. Öyle bir çelişki yaşanıyor ki, ayrı dinler arasında diyalog yaygınlaştırılırken aynı dinin mensupları çatıştırılıyor. Kur’an’ı ona iman etmenin doğal bir sonucu olarak gereğince okuyup, Hablullah’a topluca sarılıp emperyalizme ve her türlü zulme, tağuti sistemlere karşı tevhid ve adalet mücadelesini birlikte vermeyecek miyiz? Hepimiz sunu kafamıza koymalıyız ki mezhepler din değildir. Akıde anlanında mezhep olmaz. Allah katında din tektir ve adı İslam'dır. Tevhid dininin akidesi de tektir. Bu ortak akideye teslimiyetimiz bizi kardeş yapmamaktadır. Müminler ancak kardeştir. Hepimiz topluca ‘Hablullah’a (Allah’ın ipi olan Kur’an’a) sarılarak kardeşleşmemiz gerekirken, her birimiz değisik ekol ve mezhepler adına tarihsel süreçte üretilmiş olan iplere tutunduk ve bu farklı ipler bizi Hablullah’tan ve birbirimizden kopardı, uzaklaştırdı. Kur’an ve mütevatir sünnet dışındaki zan alanından akide oluşturulması ve batini yorumların mutlaklaştırılması sonucunda mezheplerin akideleri oluşmuş ve yanlış akide algıları yüzünden tekfirci yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. O halde Kur’an ve sahih sünnet ortak paydamızda kardeşleşip kucaklaşmalı, mezhepçiliği ve mezhepleri dinleştirmeyi terk etmeliyiz. Allah’ın koruması altındaki muhteşem kitabımıza ve ondan neşet eden ortak akidemize sarılarak, tarihsel tüm birikimimizi sorgulamalıyız. Tarihsel süreçte, bütün mezhep ve ekollerin birçok bidat ve hurafe uydurduğunun bilinciyle, vahyi belirleyici kılmalıyız. Kur’an’dan başka bir şeye dayanmayan, Hz. Hüseyin’in akidesinde buluşup, birleşme ferasetini göstermeliyiz. İmam Cafer ve Ebu Hanife (Allah onlardan razı olsun) gibi güzide imamlarımızın, alimlerimizin aynı akidede kardeş oldukları güne gidip yeniden başlamayı başarmalıyız. Tarihsel süreçte üretilenlerin tamamını vahyin muhkem hükümlerine arz edip, bid’at ve hurafeleri ayıkladığımızda aynı akidede buluştuğumuzu göreceğiz. Vahyin belirleyiciliğinde ortak akidemiz olan tevhide dayalı yeniden inşa süreci devam ederken, tarihi sapmalarla her ekolün ve mezhebin de şu veya bu ölçüde kirletilmiş, hurafe ve bid’atlara bulaştırılmış olduğu vakasını dikkate alarak hiç bir mezhep ve ekolün mutaassıp taraftarı olmamalıyız. Bunlardan birisine kendimizi yakın hissedebilir ve amellerimizi bu ekolün içtihadına dayandırabiliriz. Ancak onun mutaassıbı olmak, o mezhebin yanlışı dahil top yekun kabulü ve karşı tarafın doğrularının dahi reddini getiriyor.
'ŞİDDETE BAŞVURMAYALIM'
- Fakat ortada bir de vakıa var…
Evet; bir taraftan da vakıa var. Herkes şu anda bu yanlış akidelerin, farklı ekollerin oluşturduğu düşüncelerin etrafında toplanmış, onu dinleştirmiş, mezhebini dinleştirmiş, birbirinden kopmuş ve birbirine düşman hale gelmiş. Bu süreçte ne olacak? Bu süreçte benim teklifim şu. Diyorum ki, bir taraftan demin bahsettiğim esas yolun çabası, ıslah çabası sürerken bir taraftan da birbirimize şöyle yaklaşalım. Bu yeniden inşa ve ortak akıdede buluşma süreci devam ederken, birbirimize ilmi uyarılarda bulunabilelim “emri bil maruf” yapalım, ancak farklılıklarımızı düşmanlık ve kin vesilesi haline getirmeyelim, cedele ve şiddete sapmayalım, tam tersine ihtilaflarımızn kesin çözümünü aramızda kesin hükmün verileceği güne bırakalım. Bu tarihsel birikimlerin etkisiyle ya da gerçekten vahyin ölçüleriyle bakıldığında farklı kesimler birbirlerini akıdevi bozukluk içinde ve tekfir edecek noktada da görebilirler. Buna rağmen birbirlerini öldürmemelidirler. Evet hiçbir sebeple inancımızdan, düşüncemizden dolayı birbirimizi dövmeyelim, birbirimize şiddet kullanmayalım. Merhamet edelim. Emperyalizme karşı, dış güçlere karşı ve bölgedeki işbirlikçileri olan despot yönetimlere karşı güç birliği edip bağımsızlık, adalet ve özgürlük mücadelesini birlikte sürdürerek öncelikle onları bölgemizden kovmaya çalışalım. Yani önce kendi alanımızda bir kere özgür kalalım. Ondan sonra iyi komşuluk ilişkileri kuralım. İyi komşular olalım. Hangi mezhebin ve meşrebin, hangi ekolün, kabilenin ve kavmin müntesibi olursak olalım, hangi ülkenin müntesibi olursak olalım, iyi komşu olalım, birbirimize merhamet edip zaman tanıyalım. Adaleti, merhameti belirleyici kılan, fıtri insani erdemleri öne çıkaran, insanlık onurunu koruyan iyi insani ilişkiler kurup, barış içinde bir arada yaşamayı başarmalıyız Birbirimizin kendimize göre yanlış gördüğümüz tarafını "emri bi'l maruf ve nehyi ani'l münker" yaparak ıslah etmeye çalışalım. İlmi uyarı ve ıslah çabaları içinde olalım. Ama asla şiddeti düşünmeyelim ve hiçbir gerekçeyle şiddete başvurmayalım. Hakaret ve zulüm yapmayalım. Birbirimizi yaşatalım ki, kurtarma imkanımız ve kurtulma ümidimiz olsun. Birbirimize öldürmeye değil, kurtuluşumuza vesile olmaya yönelik imkanlar ve zeminler hazırlayalım. Öldürdüğünüz zaman bitiriyoruz bu işi, hiçbir mantığı da yok bunun. Ayrıca isabet de edemeyebiliriz, işin bu yönü de var. O halde birbirimize adam gibi anlatmaya çalışalım, adam gibi konuşmasını becerelim, birbirimiz anlamaya da çalışalım ve zaman tanıyalım. İyi komşuluk ilişkileri içinde zulme karşı, emperyalizme karşı beraber hareket edelim. Kendi içimizde de barış içinde, merhametle iyi bir örnek çıkarmaya, ilimle birbirimizi uyarmaya, emri bi'l maruf yapmaya ve doğruyu beraber aramaya çalışalım. Birbirimizin kurtuluşuna vesile olacak emri bil maruf yolunu sürekli açık tutmalıyız. Birbirimize göre akıdevi sapmalar içinde olduğumuzu zannetsek bile, öldürerek değil yaşatarak, kurtulma ihtimalimizi arttırmalıyız. Muhatabımızı ikna edemiyor muyuz; ahirete bırakalım. Allah aramızda hükmünü verecektir. Kim isabet etmişse kazanacak, kim de isabet etmemişse Rabbine hesabını verecektir. Bu hesabı dünyada biz görmeye kalkışmayalım. Birbirimizi öldürmenin, kavga etmenin, şiddete başvurmanın hiçbir mantığı, hiçbir anlamı yok. Hesabı ve vebali ise çok.
-
ibrahim ethem şekerli 25-09-2008 12:21
Mehmet hoca, islam toplumun fotoğrafını gözler önüne sermiş bulunmaktadır. bu manzara karşısında her müslüman kendi rolunun ne olduğuna iyice bakması lazımdır. Nerede duruyoruz, ne yapıyoruz, kime hizmet ediyoruz gidişatımız ne yöne ? bu sorularla bizleri tekrar muhatap ettiği için mehmet hocaya teşekkur ediyorum.