Rıdvan DİNÇER
RAMADAN AYI İLE DİRİLMEK ve DİRENİŞ -I-
Hâmd, evvelinde ve ahirinde Rahman ve Rahim olan Allah’adır/Allah’ındır.
Açlık belimizi kırdı, Sarsıcı bir Zelzelemisin ya Şehrû Ramadan, açlık derinlerden ses veriyor aynen mide guruldaması gibi, açlıktan ruhumuz eriyip kurumaya yüz tutuğunda her yıl imdadımıza can suyu gibi yetişiyorsun ya şehru Ramadan. Ruhumuzu yükseklere çıkarıp, bedenimizi yere çınar gibi, dik ve diri hale getirecek şekilde her yıl (biiznillah) besliyorsun. Hayata yükseklerden bakıp secde edercesine bir tevazu ile kendimizi ve çevremizi görecek bir feraset ve şevk veriyorsun, cömertliğine hayranız, hoş geldin ya şehru Ramadan.
Çocukluğumuzda seni tanımadan bağlanmıştık, yaramazlıklarımız yok değildi! Ama bilmeden sevmek derler ya öyleydi, Gençliğimizde seninle buluşma ve tanışmamız ise kanında ricalliğin hareket etmesi gibi bir muhabbet ve içtenlik ile başka bir hayat kattı hayatımıza.
Artık seni tanımış ve seni bereketli kılan kur’an-a dair bildiğimiz (kadarı) ile nimetlenmiştik. Rabbimize teşekkür edercesine bize açılan kardeş ve dost sofraları ve kardeş ve dostlarımıza açtığımız sofralarımız arada güvene ve kaynaşmaya dair ne varsa sundu bize, kardeşini kendine tercih etmeye dair paylaşımlar ve yaklaşımlar Allah’ın rahmet ve bereketi ile bizleri görüyormuşçasına bir saflık ve güzellikte idi… Çünkü İlahi esaslara dayalı bir hayatı arzuluyorduk. Bunu her konuda İlahi esaslara bağlılığımızı göstererek elde edilebileceğine inanıyorduk. Kur’an ayı olan Ramazan daha da güçlendiriyordu bizi.
Eğer o Ramadanların öncesinin ve sonrası ile ilişkisini tanımlayan sözcükler ağzımızdan dökülecek olsaydı, O günlerin kardeşliğinden dökülen bir söz ‘’Sahabeler gibi bir hava bir atmosfer bir dostluk yaşıyorum ,, minvalinde sözlere şahid olurduk. Söylenen sözün ortamında hayat sürdüğüm için hiç yaban düşmüyordu, Cidden öyle idi…Ta ki yıldızlar birer, birer sönmeye yüz tutacak hale gelinceye kadar.
O günleri özlemiyorum! Çünkü daha iyisine layıktır her Müslüman hoş geldin yê şehru Ramadan, Bereketlendir bizi. Sönen yıldızları parlat yeni yıldızlar ile gecelerimiz nurlansın.
Gün geldi devran döndü birde baktık ki ellerimizde bulunan her şey uçup gitti, Öncelikler değişti ilişkiler zayıfladı, zaafların artması ile artık tanış olmanın ve güvene dair kazanımlar uzaktan dost kalma gibi bir garabet doğurdu. Haşa! Sanki Allah artık bizi görmüyor! Ve bizden istediklerini askıya aldı!...
Epeyce zaman sonra, halklara umud üretme, umuduna erişmesi için yardımcı olma gerçeğinden uzaklaşınca esen rüzgar kesildi toplum daha da başkalaştı, sen gidince bir hüzün kaplıyor bizi ya Şehru Ramadan bize verdiklerini koruyamadığımızdan mıdır? Verdiğin enerjinin ve güzelliğin bizi bıraktığında eserini bile etrafımızda görememek veya kaybetmekten midir? ne dir? Rabbim biliyor içimiz cız ediyor, sen gidince bir hüzün kaplıyor bizi tamda kendimize geldik deyince sanki Ramadan bize uğramamışçasına eski tas eski hamam!
Hoş geldin Rabbimin emri, hoş geldin arındıran korunma kalkanı, içimizde yaktığın ateş (Meş’ale) ile ateşten kurtaran ay gönlümüze misafirlerin baş tacı olarak hoş geldin.
Ramazan ayının bu denli önemli ve hayatımızın vazgeçilmezi kılanın ne olduğu bilinseydi kanımca salatsız (namazsız) bir ramazan veya cumadan cumaya ve ramazandan ramazana olan bir inanç şeklinde kısır muamelat olarak sınırlanmazdı, burada bir bilinmezlik var desek, gelenekleşmiş bir muamelat var desek araya da yol bilmezlerinde taklidi bir yönelişi var desek, çoğulun ramazan halini tasvir etmiş oluruz sanırım.
Buna rağmen Ramazan ayında ‘’güzel sözün,, İşittirilebilmesi için imkan ve fırsatlar daha fazla ve açık dersek buda yerinde olur sanırım. Bir ay boyunca insanların doğrusu ve yanlışı ile gündeminde olması, kitabi bir emir olması, İman nedir? Kitab nedir bilmeyen miras olarak Ramadanı tanıyan Çoğul ile (Toplumun ekserisi ile) iletişimin ilk basamağını aşmış ikinci basamakta muhattab olmanın ve bulmanın rahatlığı da söz konusu olabilir. Yeter ki her işi merhamet ile olan Allah ile, merhametine ihtiyaç duyanlar arasında köprü olalım iletişim kurabilelim.
Diriliş ve dönüşüm ayı olan Ramadan bereketi ile eğer muhattablarını diriltmiyor ve dönüştürmüyor ise içinde bulunulan ayın ramazan ayı olmamasından değil! Ramadanı idrak etmeyişimizden ondan istifade edemeyişimizden olduğunu bilmeliyiz.
Rutin ve alışılmış geleneğin sıradanlaştırdığı bir ramadan ayında, sayılı günlerin tamamlanmasını beklercesine hak edilmeyen bir fıtır (Ramadan) bayramı ile buluşma hesabı içine girmek elindekinin kıymetini tanımamayı ifade eder.
Ramadan ayı Sıyam (oruç) ile bir terbiye ayıdır. İlahi rızayı amacı gerçekleştirmek için hedefe doğru donanımımızı artıran, kuvvetlendirip sonraki zaman dilimlerine ışık tutacak şekilde yol aldıracak olan olgunluğu sağlar. Hak edişin sembolü olan Fıtır Bayramına ancak böylece girilmeli.
Ramadan/Ramazan; Fokur, fokur, kaynayan ve kaynatan bir ay. Arapça'da direk z harfi ve peltek zal ve zı harfi olmasına rağmen, Ramadan neden Ramazan diye telafuz edilir bilmiyorum. Onun için asıl halini kullanmam yadırganmasın.
Ramadan; Fokur, fokur kaynayan ve kaynatan, coşkusu yüksek bir aydır. Ayların isimlendirmesi Muhammed a.s risaletinin öncesine dayanır, isimlendirme yapıldığı zaman Arabistan sıcaklarının zirve yaptığı volkanik taşları bile kaynatan bir sıcağın zaman dilimine denk geldiğinden bu ismi almıştır. Yakıp kaynatırcasına kavuran sıcaklık anlamını barındırdığından bu isim verilmiştir.
Ramadan ayında ölçü alınan kameri (aya ait olan) yıl hesabıdır. Kamer-i yıl takvimi, güneşin esas alındığı-şems takvimine göre takribi olarak on gün eksiktir, bu nedenle Ramadan her yıl takribi olarak on gün geri çekilir, Ramadan ayı yıl içinde bir döngü içindedir bazen kış, bazen yaz, bazen bahar aylarına denk gelir. Bu Ramadan ayının fokur, fokur, kaynayan ve kaynatan bir ay olma gerçeğini manen ve değer olarak değiştirmez.
Öyle bir ayki diriliş ve dönüşümüsembolize eden bir canlılık ve hareket ayıdır. Bedenler susuz, mideler boş kalmış, bedenimizi gıda bombardımanının öğütme yorgunluğundan kurtarmış, askıya aldırmış böylece ruhumuzun canlılığına yük olmaktan da düşürülmüşlerdir,
Nebi a.s: Ramazan ayını tanımlarken "Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ateşten kurtulmaktır."Gerçekliğini bizlere ne güzel ifade buyurmuş tanımlamıştır. Bir hayat serüvenini özetler gibi!
Müslümanlar olarak1442. Ramadan ayını (Allah’u âlem) inşallah idrak edeceğiz. Kıblenin değişmesi sonrasında, Şaban ayının onu, Risaletin 15. Yılında Ramazan orucu/Sıyâm farz kılınmıştır. Mekke'de süren davet ve şahidlik aşaması bitmiş, Medine İslam yurdunda Hicretten bir buçuk yıl geçmiş, sonrasında İslam’ın yayılması için üzerlerine düşeni yapmada fikri, ameli ve ruhi gıda olan, bedenin terbiyesini de barındıran Sıyam (oruç) emr olunmuş ve istifade edilmiştir.
Ramazan ayının kendi içinde taşıdığı zenginlik düşünüldüğünde, Vahyin indiği kur’an ayı oluşu,[1] Savm- Siyam-(oruc) ibadetini barındırışı,[2] fidye verme ve arttırma teşviki ile yoksul olanlara doğan ikram, paylaşım ve yardımlaşma, İtikaf ibadetini barındırması[3], Kadir gecesini ihtiva edişi,[4] Duanın gücünden yararlanma,[5] ayın başlangıç ve bitişinin habercisi olan ‘Hilal gözlemlenmesi ile gözlerin ufuklar ile irtibatı ve gönüllerin taklidçilikten uzak duruşu , gözlerimize aydınlık olacak çocuk sahibi olmaya ,Salih nesillere ilişkin teşvik ve teravih ibadeti. İtikaf ile taçlanan bir Ramadan.
Ramadan ayının kendi içinde taşıdığı zenginliğin, diriliğin, hareketliliğin, paylaşmanın, coşkusunun... İşlevsel boyutları düşünüldüğünde ümmet için diriliş ve direnişi yakalayamamak sermayesi olup ta kıymetini bilmeyen heba eden yüzüne gözüne bulaştıran, iflasa doğru sürüklenen acınası kullar örneğini hatırlatır.
Bu ayda dünya gündemi ramazan olur, bir ay boyunca! Bu bir ayı dolu, dolu geçiren bir ümmetin diriliği, akide de, amel de, fikir de bir olma feraseti ile dünya mustazâflarının hastalıklarına eksikliklerine ilaç olabilir/di. Kur’an ayı olan bu ayda, tefekkürün ve ibadetlerin gönlün(kalbin) merkezine İlahi kelem otursaydı yeryüzü ihtiyacı olan İslami iradeye, temsile, İmama, hilafete kavuşurdu.
Ramadan/Ramazan ayı, öncesinde yaşanan hayatla ilişkilidir. Ramadan, öncesinden bağımsız değildir. Hayat bir ibadet/kulluk gerektirir iken hayat bütününde kulluğa gözleri ve gönlünü kapalı tutan, bedeni ve cüzdanı da ilgisiz kalan için Ramadan ne kadar anlamlı olabilir ki? Bu mümkün mü? Asla! gönlü ittika etmede, salatta, zikirde ve duada olmayanın fikrine ve aç kalmasına ihtiyacı yoktur bu dinin. Kişi kendini aldatmasın. İslam katıksız bir yöneliş ile yükseltecek bir yöneliş ister acizlik ve kusurlarımıza rağmen.
Ramazan ayını konu edinen ayetlerden ramazanı anlamaya ve idrak etmeye çalışacak olur isek Bakara suresi yüz seksen üç ila yüz seksen yedinci ayetler üzerinden yol almamız gerekmekte. Bismillah diyerek;
"Ey iman edenler! Sıyâm (Oruç) size farz kılındı (yazıldı)., sizden öncekilere farz kılındığı (yazıldığı) gibi, umulur ki korunursunuz." Bakara suresi /183
Sıyâm (oruç) ibadeti önceki ümmetlerde de tatbik edile gelen ilâhî bir kanundur. İnsanlığın terbiye ve düzen bakımından buna büyük bir ihtiyacı olduğundan."sıyam, savm" Nefsi meylettiği şeylerden yeme, içme ve cinsel ilişki gibi bilinen zaruri ihtiyaçlardan niyet ederek fecri sadık ile başlayıp güneş batışı (leyl) anına kadar kendini tutmak alıkoymaktır.
Sizden öncekilere farz kılındığı(yazıldığı), gibi ifadesini nasıl anlayacağız? Sizden öncekilerde Savm (oruç) vardı anlamındadır. kitab ehlinin devam ede geldiği tahrif ettikleri tarzda değil elbet. Şeklini ve sınırlarını Allah’ın belirlediği bir şekilde.
Kutibe aleyküm; Üzerinize yazıldı, farz kılındı yazılan ne yazan kim ona bakmak lazım evet bize (yazan) farz kılan Allah olunca her işinin merhamet ile oluşundan kaynaklı olarak; akan suların, şelalelerin sıcak ve kavurucu bir havada verdiği serinlik, içimizdeki fırtınaları dindiren terapimsi huzur verici sesi ve de suyun kendi tabiatında hareket etmesi kaya ve topraklardaki minareleri kuşanması etrafını nasiblendirerek hareket etme cömertliği gib dinamiklik katar hayatımıza.
Bir döngü içinde sıkışmayan ve durağanlığın getireceği kokuşmuşluğa fırsat tanımayan bir döngü, saflık, temizlik ve tüm canlıların hayatına sebeb kılınan su misali!
Evet bize (yazan) farz kılan Allah olunca Sıyâm/oruç ile insan arasındaki ilişkide böyledir. Hem de insana katacağı gerek kalbi bir arınmışlık, gerek bedeni muhteşem bir temizlik, yenilenmiş güçlü bir irade ile hayata kaldığı yerden daha güçlü ve daha cömert bir başlangıç yapsın içindeki kirlenmişlikleri söküp atsın diye Sıyâm(oruç) Üzeri/mize/nize yazıldı, farz kılındı bu bir ikramdır zorluk değil.
Sıyâm (oruç) her şeyden öte ilahi bir buyruk, bir emir karşılığında ortaya konan bir ibadet, kulluk ve yöneliştir. İlk neslin kabul refleksi gibi "İşittik ve itaat ettik" diyerek. Yoksa bedene olan faydaları üzerinden yol alarak, davet ve İnşaa etme gibi bir önceleme ve yanlış yapılmamalı.
Emir merciinin kim olduğunu unutmayanların yoludur. Bu emir öncesinde geçen on dört buçuk yıl bir bağlılık yeminini veren iman erleri aldıkları diğer emirlerden farksız olarak işittikleri emre gösterdikleri sadakat ve sorgusuz bağlanışın arka planı (akideleri, sözleşmeleri) güçlüdür ve nettir ve onlara (bizlere)hitaben;
Leâlleküm tettekûn, Umulur ki beklenir ki sakınasınız korunasınız ifadesinde Sıyâmın /orucun koruyucu ve sakındırıcı bir özelliğe sahip olduğu alıkoyma ve kişinin kendisini tutması gereken her yerde nasıl tutması gerektiğine ilişkin bir etkisi ve tesiri olmasındandır.
Yol uzun ve bu yolda engel ve engebeler çok olduğundan sakınıp korunmamızı gerektiren hallerin çokluğu da dikkate alındığında, bu aydan ve menfaatlerinden yararlanıldığında ayak ve kalblerimizin sebat göstermesini sağlayan bir korunma bir kalkan devreye girer.
Nebi a.s "Sıyâm (Oruç), ateşten koruyan bir kalkandır." der. Korunma ve sakınmaya dair endişeler ile idrak edilen Sıyâm ateşten koruyan bir kalkan vazifesi görür.
Bu korunma kalkanı maddî manevi olan dünyaya ve ahirete ait maksatların tümünü içine alan "sakınma" niteliğindedir.
Sakınma ve korunmada (sıyâm/oruç) kendini tutma ameliyesi hayat ile ilgili bazen frene basa basa yol almak, bazen gaza basmak bazen de normal bir yol alış gibi değişkenlik arz edecek tüm hallerdeki olumlu tutmayı kapsar.
Açken (kendimizi tutup)bir miskini doyurmak şeklinde olabilirken, mala olan sevgiye rağmen "Mal tutulması" hastalığından uzak dini amaçlar doğrultusunda paylaşmaktır. bazen de savaşın en çetin olduğu zamanda sırtımızı düşmana dönmemek üzere kendimizi tutmayı gerektirir.,
Siyâm/oruç ameliyesi hayatımızın on iki ayında bir tekrarlanan staj gibidir.Kendimizi tutabilmenin her olumlu halinde bedene ve ruhumuza ait olacak gıdayı ve yeteneği sunar.
İnsanın başına gelen olumsuzluklar “kendini tutamadığı” için gelmiyor mu? Günahlar, hep kendini tutamamanın ürünü. Öfkeyi tutamamak cinayete kadar yol aldırabilen olumsuzluk yüklüdür, dili tutmadığımız zaman gıybet, riya gibi kardeşlerimizin etini çiğnercesine ifsadlara yol açtığı bilinmez mi? Fitnelere sebeb olabilmekte oda adam öldürmekten beter değil mi?
Tutulan Siyâmı belki bunların çoğu bozmayabilir ama siyamın doğrulttuğu Mü’min olmak bir tarafa İslami şahsiyet ile buluşmak için kat edecek çok mesafe var demektir.
Dilin Siyâmı, yalandan, dedikodudan, gereksiz sözlerden onu tutmak gözün Sıyâmı, şüpheli yerlere bakmaktan onu alıkoymak kulağın Sıyâmı, hayra çanak olmak ve çirkinliklere perde olmak gibidir. Nefsin Sıyâmı, şehvet ve arzulara karşı kendini tutmak kalbin Sıyâmı, dünya sevgisini öncelemekten uzak durmak… bunların bir çoğu sıyamı/ orucu bozmayabilir ama Ramadan ayı dışında dahi mü’min-in yapmakla müklelef olduğu bu güzellikler yapılması ve kaçınılması yönü ile bu ayda daha da efdaldir.