Şükrü HÜSEYİNOĞLU

03 Ağustos 2014

RİVAYET KÜLTÜRÜYLE HESAPLAŞILMADAN, IŞİD’E KARŞI ÇIKMAK MÜMKÜN MÜ?

İlk olarak dünya gündemine, 3 yılı aşkın süredir Baas rejiminin katliamlarının ve buna karşılık muhalif grupların başlattığı silahlı mücadelenin sürdüğü Suriye’deki sürece kanlı katılımıyla ve özellikle de muhalif gruplara yönelik saldırılarıyla giren, son olarak ani bir taarruzla Musul başta olmak üzere Irak’ın çeşitli kentlerini ele geçirerek Hilafet ilanıyla başat gündem maddeleri arasına yerleşen IŞİD örgütü motivasyonunu nereden almakta, nasıl bir zihni altyapıyla hareket etmektedir?

Bu sorunun cevabını bulmak için IŞİD tarafından hazırlanan ve internet aracılığıyla servis edilen propaganda videolarına göz atmak yeterli olsa gerektir. IŞİD’in servis ettiği söz konusu videolardan birinde önce Felluce’den genel bir görüntü veriliyor ve ardından kalabalık bir grupla birlikte kameranın karşısına geçen bir IŞİD mensubunun ateşli konuşmasına yer veriliyor.

Endülüs’ü geri almaktan, Roma’yı fethetmekten söz eden IŞİD mensubu, önce Bağdadi’ye biatını dile getiriyor ve konuşmasının hemen devamında şu sözleri söyleyerek belindeki sembolik kılıcı havaya kaldırıyor ve arkasındaki toplulukla birlikte tekbir getiriyor:

“Dünyanın dört tarafındaki tağut ve kafirlere de diyoruz ki: Size Allah Rasulü’nün (a.s.) Kureyş kafirlerine dediği gibi diyoruz: Sizi boğazlamak için gönderildim.”

IŞİD mensubu, bu sözleriyle kimi hadis kitaplarında geçen şu rivayete gönderme yapıyordu:

“Bir gün Kureyşli müşrikler Rasûlullah’ı öldürmeye karar vermişlerdi. Onlar Kâbe’nin gölgesinde oturuyor, Rasûlullah da Makam-ı İbrahim’de namaz kılıyordu. Tam o esnada Ukbe b. Ebî Muayt Rasûlullah’ın üzerine çullandı. Elbisesinin bir tarafını Rasûlullah’ın boğazına geçirdi ve acımasızca sıktı. Öyle ki, asıldıkça Rasûlullah Ukbe’ye doğru geliyordu. Sonunda Rasûlullah’ın tâkati kesildi ve dizüstü yere çöktü. İnsanlar, öldüğünü zannederek bağrışmaya başladılar. Derken Ebu Bekir (r.a.) geldi ve Rasûlullah’ın omuzlarından tutarak onu kaldırdı. Rasûlullah yarıda kalan namazını tamamladı ve hiç beklemeden Kâbe’nin gölgesinde oturan o müşriklerin yanına gitti ve onlara: ‘Ey Kureyş topluluğu! Beni iyi dinleyin! Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ben ancak sizleri boğazlamak için gönderildim’ dedi ve eliyle boğazına işaret etti. Rasûlullah’ın bu cesur tavrından korkan Ebu Cehil hemen şöyle dedi: ‘Muhammed! Sen cahil bir adam değilsin, böyle yapma!’ Bunun üzerine Rasûlullah ‘Sen de onlardansın’ buyurdu.”[1]

Bu rivayetin Ahmed b. Hanbel’in Müsned’indeki anlatımına göre, “Allah Rasulü’nün (s) bu tehdit dolu sözlerinin ardından orada bulunan müşrikler sanki kafalarında kuş varmışçasına suspus olmuşlar, ne diyeceklerini bilememişler ve adeta korkudan titremişlerdir. Hatta içlerinden bazıları ayağa kalkarak ‘Haydi yeğenim, sen işine git, bunlara aldırış etme. Sen aklı başında bir adamsın’ gibi sözlerle Rasûlullah’ı teskin etmeye çalışmıştır.”[2]

Her şeyden önce, Rasulullah’la ilgili olarak Rabbimizin “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107) beyanıyla çelişen, dahası bu Rabbani beyanı tekzib eden söz konusu rivayet hangi açıdan ele alınsa, tıpkı Rabbimizin kendisini, risalet görevine yönelik her türlü zaaf ve tehlikeden koruduğu[3] Allah Rasulü’ne Yahudiler tarafından büyü yapıldığı ve Allah Rasulü’nün bir yıla yakın bu büyünün etkisi altında yaşadığı ve son birkaç ay etkinin şiddetlendiği iddiası, Selman Rüşdi’nin İslam’a saldırısına kaynaklık eden Garanik rivayeti ve benzeri, İslam düşmanlarınca kasıtlı olarak üretilmiş yalanlar gibi uydurma bir rivayet olduğu açıktır.

İlk Kur’an neslinin, kendilerine ulaşan herhangi bir rivayeti tâbi tuttuğu “Kur’an’a arz”, “Allah Rasulü’nün pratik sünnetine arz” ve “tarihsel gerçeklere arz” kıstaslarına başvurduğumuzda, tüm bu kıstasların söz konusu rivayeti tekzib ettiğini görürüz. Şayet Allah Rasulü (s) kendisine düşmanlık edenleri “boğazlamak için” gönderilmiş olsaydı, yaptığı onca savaş ve çıktığı seferlerde öldürülen düşmanların sayısı yaklaşık 250 kişiyle sınırlı kalmaz, ele geçirdiği yaralıları ve esirleri boğazlar, Mekke’yi fethettiğinde ve Arap yarımadasına hâkim olduğunda ise kan gövdeyi götürürdü.

Oysa tüm bu durumlarda Allah Rasulü’nün, “âlemlere rahmet” olma vasfıyla hareket ettiğini, onun barışı gibi savaşlarının da Rabbani ölçülere tâbi olduğunu ve hep hikmet üzere, hep vakar üzere hareket ettiğini görmekteyiz.

Sabrın, sebatın, vakarın, izzetin yeryüzündeki en son numunesi olan Allah Rasulü’nün, rivayette anlatıldığı gibi bir durumda söyleyeceği söz, Kur’an’ın talim ettiği şekilde olacaktır/olmuştur:

“De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben de yapacağım. Yurdun (dünyanın) sonunun kimin olduğunu yakında bileceksiniz. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmazlar.” (En’âm, 6/135)

IŞİD ve benzeri yapılanmaların, ölçü tanımaz şiddet anlayışları ve katliamcı yaklaşımlarını, rahmet ve hidayet dini İslam adına meşrulaştırma hususunda dayanak edindikleri ve sıkça gündeme getirdikleri bir başka rivayet de, Beni Kurayza kabilesinin, Ahzab savaşındaki ihanetleri sonrası Medine’den  çıkarılmaları olayının anlatıldığı İbn İshak anlatımıdır.

Bu anlatıma göre, Ahzab savaşının ardından Beni Kurayza kabilesini kuşatmaya alan Allah Rasulü (s), nihayetinde kabile reislerinin, teslim olmayı kabul etme karşılığında, İslam öncesi dönemde müttefikleri olan Evs kabilesinin lideri Sad b. Muaz’ın hakemliğine başvurulmasını kabul etmiştir. Anlatıma göre, Sad b. Muaz, kabilenin yetişkin erkeklerin öldürülmesi, kadın ve çocukların ise esir alınmasına karar vermiştir. Bunun sonucunda Beni Kurayza’nın yetişkin erkekleri öldürülerek Medine’de kazılan hendeklere defnedilmişlerdir.

İbn İshak’ın bu anlatımı, (ki kendisi hadis alimlerince güvenilir kabul edilmeyen biridir) sonraki süreçte ne yazık ki, Müslümanlar arasında yaygınlaşmış ve Beni Kurayza olayına dair genel geçer anlatım halini almıştır. W. N. Arafat adlı yazarın bu konuda 1976 yılında kaleme aldığı ve Türkçe’ye de çevrilerek ilk olarak İslami Araştırmalar ve daha sonra Nida dergilerinde yayınlanmış bulunan “Peygamber (Hz.) Muhammed 900 Yahudi’nin Öldürülmesi Emrini Vermiş miydi?” başlıklı makalede[4] dile getirildiği üzere İbn İshak’ın anlatımının, tarihi açıdan birçok çelişki, handikap ve uyarlama içermesi bir yana, Beni Kurayza olayının konu edildiği Ahzab Sûresi 26-27. ayetlerle açıkça çeliştiği görülmektedir.

Söz konusu ayetlerde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Kitab ehlinden onlara arka çıkanları da kalelerinden indirdi ve onların kalplerine korku düşürdü. Siz (onlardan) bir kısmını öldürüyordunuz, bir kısmını ise esir alıyordunuz. Ve sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve daha ayak basmadığınız bir yere mirasçı kıldı. Allah her şeye güç yetirendir.” (Ahzab, 33/26-27)

Görüldüğü gibi 26. ayette Rabbimiz, müşrik ordularına “arka çıkanların” bir kısmının öldürüldüğünü, bir kısmının ise esir alındığını bildirmektedir. Oysa İbn İshak anlatımında, Beni Kurayza’nın yetişkin erkeklerinin, esir alındıktan sonra öldürüldüğü iddia edilmektedir. Bu anlatım ayet-i kerimeyle çeşitli açılardan açıkça çelişmektedir. Dikkat edilecek olursa, ayette bir kısmının öldürüldüğü, bir kısmının ise esir alındığı bildirilmektedir. Anlatımdaki gibi, esir alındıktan sonra yetişkin erkeklerin öldürülmesi gibi bir uygulama yoktur ve zaten, Muhammed Sûresi 4. ayete göre esir alınanların öldürülmesi gibi bir seçenek asla meşru değildir.[5] Kısacası, ayette, kuşatma sırasında yaşanan çarpışmada bir kısmının öldürüldüğü, ardından teslim olanların ise esir alındığı haber verilmektedir.

Kur’an’ın, Kur’an’ı hayata aktaran Hz. Peygamber’in pratik örnekliğinin (sünnet) ve tarihsel gerçeklerin hilafına, tarihsel süreçte uydurulmuş olan bu tür anlatımlar, bugün IŞİD ve benzeri yapılanmalar nezdinde ölçüsüz bir şiddet anlayışına kaynaklık etmekte, acımasız bir katliamcılık ideolojisine dayanak kılınmaktadır.

İşte bu ve benzeri Kur’an’a, sünnete ve tarihsel gerçeklere aykırı, üretilmiş rivayetler/anlatımlar sorgulanıp reddedilmedikçe, IŞİD’in ve benzeri örgütlerin İslam adına katliam ideolojisi üretmesine ve muhaliflerinin boğazını kesmeyi ve bir de bu vahşetlerini internet ortamlarında teşhir etmeyi doğuran  ölçüsüzlüklerine engel olamayız.

Bugün çeşitli coğrafyalarda, insanlığın yegane ümidi, dünya ve ahiret saadetinin biricik adresi İslam adına terör/dehşet estiren, insanları vahşice katleden IŞİD ve benzeri yapılanmalara karşı çıkmak ve İslam’ın tüm insanlık için hayat menbaı olan mesajlarını gündemleştirmek, hepimizin boynuna borçtur.

Bunun için öncelikli olarak, söz konusu İslam dışı/insanlık dışı yaklaşım ve yönelimleri doğuran mevcut rivayet kültürünü, Kur’an ve Allah Rasulü’nün pratik örnekliği (sünneti) ışığında sorgulamamız ve bu alanda da hakla bâtılın arasını ayırmamız gerekir.


[1] (Kenzu’l-Ummâl, 11305)

[2] (Müsned, 7036)

[3] “Ey Rasul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Bunu yapmazsan, elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Maide, 5/67)

[5] “İnkâr edenlerle (savaşta) karşı karşıya geldiğinizde hemen boyunlarını vurun. Sonunda onları yenik düşürüp üstünlük sağladığınızda (esirleri) sıkı bağlara bağlayın. Artık bundan sonra ya lütufta bulunu(p serbest bırakı)n veya fidye karşılığı salıverin. Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar (böyle sürdürün). İşte böyle. Allah dileseydi onlardan öc alırdı. Ancak sizi birbirinizle imtihan etmek için (böyle emrediyor). Allah yolunda öldürülenlerin ise (Allah) amellerini boşa çıkarmayacaktır.” (Muhammed, 47/4)