Röportaj: Kur’an meali ihtiyaç, ancak asıldan kopulmamalı
Kur’an mealleri hangi işlevi görüyor? Kur’an meali okuyucusu nelere dikkat etmeli? Kur’an ve anlamı üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanıdığımız Şükrü Hüseyinoğlu, Fatih Pala`nın sorularını cevaplandırdı.
Kur’an ve anlamı üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanıdığımız ve aynı zamanda İstanbul'da faaliyet gösteren Kur'an Nesli Kültür Merkezi'nin başkanı olan yazar Şükrü Hüseyinoğlu ile, son dönemde sayıları ölçüsüz şekilde artan Kur’an mealleri konusunda bir söyleşi gerçekleştirdik. Kur’an mealleri hangi işlevi görüyor, insanların okumak için meal bulmakta zorlanıldığı bir dönemden adeta meal enflasyonu yaşanan bir sürece nasıl gelindi? Arapça bilmeyen Müslümanlar için Kur’an-ı Kerim’le irtibatın ilk basamağı olan Kur’an meali okuyucusu nelere dikkat etmeli? Bu ve benzeri soruların cevabını aradığımız söyleşiyi dikkatlerinize sunuyoruz.
Bir dönem Türkiye’de Kur’an meali konusunda bir tutuculuk söz konusu iken, şimdilerde ise adeta bir meal enflasyonuyla karşı karşıyayız. Niçin bu konuda mutedil bir noktada duramadık?
Evet, bahsettiğiniz üzere Türkiye’de toplumun Kur’an mesajına yönelmesi, Yüce Allah’ın kitabıyla bizatihi muhatap olması konusunda onlarca yıl mesafeli ve hatta yer yer engelleyici bir atmosfer yaşandı. Gazetecilik yaptığım dönemde Vakıf Guraba Hastanesi Başhekimi Asaf Ataseven Hoca ile bir röportaj gerçekleştirmiştim. Hoca 1950’li yıllarda Cerrahpaşa’daki öğrencilik yıllarından da söz etmiş, tüm İstanbul Üniversitesi öğrencileri içerisinde topu topu 6 kişinin namaz kıldığı anekdotunu aktarmıştı. İstanbul’da okumak için Kur’an meali bulamadıklarını, ancak 60’lı yıllarda Hasan Basri Çantay meali çıktığında kitapçıya koşup aldıklarını ve Kur’an’ın anlamıyla ancak o zaman hemhal olabildiklerini dile getirmişti. Sonraki yıllarda hamdolsun bu konuda güzel gelişmeler oldu, birçok Kur’an meali telif edilip neşredildi. Önceleri Kur’an meali okunmasına sıcak bakmayan birçok çevre, sonradan bizzat kendileri Kur’an meali yayınladı ve insanları bu konuda teşvik etmeye başladı.
Güzel olduğu kadar gerekli ve dahası geç kalınmış bir gelişme oldu bu. Değil mi ki bu topraklarda 100 yıl öncesinde yanık bir yürek “İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!/ Yoksa bir maksad aranmaz mı bu ayetlerde?/ Lafzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur’an’ın: Çünkü kaydında değil, hiç birimiz mananın./ Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına; Yahud üfler geçeriz bir ölünün toprağına./ İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyle bilin./ Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.” diye haykırmıştı. Kur’an şairi Mehmed Akif’in bu feryadı ne yazık ki çok geç makes buldu. Kur’an’ın bir sevap makinası olsun diye değil hayat kılavuzu olsun diye inzal buyrulduğu anlaşılıp dile getirilmeye ve bunun gereği olarak da Arapça bilmeyen Müslümanların onun mesajlarıyla buluşabilmeleri için çeviriler yapılıp neşredilmeye başlandı.
İpin ucu kaçırılmasaydı keşke diyesi geliyor insanın. Siz ne dersiniz?
Maalesef aynı yakınmayı yapmak zorundayım ben de. 60’lı yıllardan 2000’li yılların başına kadar çeşitli mealler telif edilip yayınlandı ve bu mealler, temelde lafzı esas alan ve okuyucuyu mümkün olduğunca Kur’an’ın yalın anlamıyla baş başa bırakmayı amaçlayan meallerdi. Ki mealden hâsıl olması beklenen maksat ve işlev de bu idi, bu olmalıydı. Fakat 2000’li yıllardan sonra bir meal-tefsir formu furyası başladı ki, kırılma da tam burada yaşandı diye düşünüyorum. Zira burada iki ayrı form, iki ayrı mefhumun bir araya getirilmesiyle Kur’an çevirilerinde çevirmenin yorum alanının alabildiğine genişlemesi söz konusu oldu. “Yüce Allah’ın ne dediği” sorusundan yola çıkıp, mümkün olduğunca lâfzî çeviri yoluyla yalın şekilde bunu ortaya koymaya çalışan meallerin yerini, aslında tamamen tefsir mefhumunun alanını oluşturan “Yüce Allah’ın ne demek istediği” sorusunun karşılığı olan “maksat” eksenli yorumları öne çıkaran -tırnak içinde söylemek isterim- “mealler” aldı. Meal çalışmaları için doğru olan lafız-mana-maksat sıralaması yerine, maksat ve mana mefhumları öne çıkarıldı. Böylece Kur’an lafızlarının belirleyiciliği ve bağlayıcılığı bağından azade olarak ayetlere karşılık vermenin önü açıldı. Tüm meal-tefsir çalışmalarında bunun yapıldığını iddia etmiyorum tabii ki, ancak bu formun maalesef Kur’anî-Nebevî çerçeveyi zorlayan, hatta bu çerçeveyi taşan çalışmalara kapı araladığını ifade etmek gerekir.
Yapılması gereken nedir sizce?
Kur’an’ın anlaşılmasında “lafız-mana-maksat” bütünlüğünün gözetilmesi ve bu mefhumların doğru konumlandırılmasının çok önemli olduğunu söyleyebilirim. Subjektif davranmanın daha mümkün olduğu mana ve maksat öncelikli çeviriler, meal okuyucusunun Kur’an lafızlarına mümkün olduğunca birebir muhatap olma gayesine aykırıdır. Meal yazarı, mana ve maksat öncelikli bir çeviriye yönelerek lafızlara neticede kendi yorumuna uygun anlamlar giydirmek yerine, öncelikle lafızların karşılıklarını esas alan ve mümkün olduğunca yorumdan bağımsız olarak bu karşılıkları vermeye çalışan bir konumda olmalıdır. Bir meal okuyucusu, eline aldığı meal aracılığıyla Kur’an lafızlarının objektif çevirilerine muhatap olmalı ve bu lafızları mana ve maksat çerçevesinde anlama çabasında Kur’an bütünlüğüyle baş başa bırakılmalıdır. Mealle tefsirin tamamen ayrı kategoriler olduğu gerçeği dikkate alınarak, ya ayrı eserlerde ya da aynı eserde yer verilse bile meal kısmıyla tefsir kısmı birbirinden ayrı olarak verilmelidir.
Söyleşinin başında meal konusunda ipin ucunun kaçmasından söz etmiştik. Yeni çıkan bir mealde Kur’an’da Allah ve Rasulü’yle savaşmak olarak nitelenen faizin bile meşrulaştırılmaya çalışıldığına tanık olduk. Ne dersiniz?
Aslında bu durum karşısında “pes” demek lazım; ancak yağma yok, sapmanın bu kadarına pes desek de, hakkı savunma konusunda “pes etmek” yok inşallah. Luther ve Calvin'in Hıristiyan dünyasında kapitalistleşme sürecinde gördüğü rolün benzerini, bugün İslam coğrafyasında kimi modernist yaklaşım sahipleri bu tür çalışmalar üzerinden yerine getirmeye, İslam'ın temel hükümlerini belirsizleştirerek, İslam’ı piyasanın ihtiyaçlarına göre yorumlamaya kalkışarak, tekelci-yağmacı kapitalizme alan açmaya çalışıyorlar. Ayetleri bağlamından, Kur'an'ın bütüncül mesaj ve maksadından ve Allah Rasulü’nün pratiğinden koparıp salt lafızlar üzerinden indi yorum yapma özgürlüğüne kavuşunca, her türlü indi yorumu yapmak mümkün oluyor işte. Söz konusu mealde faizin haramlığı konusunda yapılan aynen bu.
Kur’anî bütünlük konusunu açmanız mümkün mü?
Söz konusu ettiğimiz çeviride yazar, Kur'an'ın, servetin tekelleşmesini men eden, buna karşın servetin tabana yayılmasını emr ve teşvik eden temel iktisadi çizgisini, borçlanma ve borç veren ve alanın gözetmesi gereken birbirine yardımcı olma, birbirini sıkıştırmama, gerektiğinde bağışlama (Bkz. Bakara 280) gibi borç ahlakıyla ilgili hükümleri bile değil, sadece tüm Kur'anî bağlardan azade olarak yorumladığı 275. ayetten bir önceki ayeti, 274. ayeti dikkate alsaydı böyle bir cinayet işleyebilir miydi? Mallarını gece gündüz, gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayanları müjdeleyen Kur'anî beyanın hemen sonrasında faizin her türlüsünü yasaklayan 275. ayetin hükmünü tefecilikle sınırlamak ve tekelci, yağmacı kapitalizmin ana enstrümanı, banka faizini aklamaya çalışmak cehalet ve dalaletin büyüğüdür. Kapitalist piyasanın inşa ettiği zihinle Kur'an anlaşılmaz, hele tercüme hiç edilmez, edilemez.
Peki, Kur’an’ı nasıl anlayacağız?
Kur’an'ı anlamanın iki yolu bulunmaktadır: Kur'an'ın dili olan Arapça’yı bilmek veya Kur’an çevirilerine ve tefsirlerine başvurmak. Arapça bilmeyenlerin, Kur'an'ın mesajlarına muttali olabilmek için Kur’an’ı inzal olduğu dilden anlayan ve anladığını bir başka dilde ifade edebilme yetisi bulunan kişiler tarafından yapılan Kur'an çevirilerine başvurmaları kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bu zorunluluk sebebiyledir ki bugüne kadar birçok dilde Kur'an çevirileri yapılmış ve yayınlanmıştır. Türkçede de sayıları son dönemde giderek artan onlarca Kur'an çevirisi vardır.
Evrensel Rabbanî mesajın taşıyıcısı olan Kur’an’ı anlamak ve ondaki hükümlerin gereğini yerine getirmek tüm mü’minler için mutlak bir yükümlülük olduğu içindir ki, Kur’an ayetlerinin başka dillere çevrilmesi faaliyeti henüz Allah Rasulü (s.a.v.) döneminde başlamıştır. İranlı sahabi Selman Farisi'nin, Allah Rasulü’nün onayıyla Fatiha Sûresi'ni Farsçaya çevirmesi ve Allah Rasulü’nün dâvet mektuplarında yer alan ayet-i kerimelerin dâvetin muhataplarının diliyle ifade edilmesi, ilk çeviri faaliyetleri olarak nitelendirilebilir. Kur'an çevirilerine, “bir dilden başka bir dile motamot çeviri” anlamındaki tercüme yerine, “mana bakımından harfi harfine olmayarak, kelimesi kelimesine olmayan, kelimenin tam tamına değil de, sonuç itibariyle ifade ettiği anlam” karşılığındaki meal isminin verildiğini biliyoruz. Dolayısıyla mealler tercüme yerine geçmese de, tefsir gibi yoruma dayalı çalışmalar da değildir, olmamalıdır. Meallerden beklenen, okuyucuyu mümkün olduğunca Kur'an'daki lafızların yalın anlamlarıyla karşı karşıya bırakmaktır.
Kur’an meali okuyucusuna tavsiyeleriniz nelerdir?
Öncelikle herhangi bir Kur'an çevirisinin, bütün konularda Kur'an'ın tam karşılığını vermesinin beklenemeyeceğini bilmek gerekir. Bunun için Kur'an mealleri mutlaka karşılaştırmalı olarak okunmalı. Bunun yanında gerektiğinde kavram ve lügat kaynaklarına başvurulmalıdır. Kısacası Kur'an meali okuyucusu pasif değil, aktif bir okuyucu olmalıdır.
Meal okuyucusunun, Kur’an’ın orijinal metninden kopmaması, mümkün olduğunca önce Arapça metni, sonra mealini okuması önemlidir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’in beşer ürünü kitaplar gibi okunup bitirilip kütüphaneye konulacak bir kitap olmadığını, onun bize her an yeni şeyler söyleyen, mesajları yepyeni, dipdiri bir zikir olduğunu, hayatın her an ve alanına hitap eden bir kılavuz olduğunu, zamanlar ve zeminler üstü, bâtılı imha, hakkı inşa edici bir mesaj olduğunu bilmeli ve onunla irtibatımızı daima diri tutmalıyız.
Kur’an meallerinin işlevi konusunda neler söylersiniz?
Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın insanlığa son sözü olan Kur'an’ın, bir ritüel kitabı olarak değil hayat rehberi olarak inzal buyrulduğunu biliyoruz. Yüce Rabbimiz, Kur’an’ı "dirileri uyarmak”, hakla bâtılın arasını ayırmak ve insanlara kılavuz olması gayesiyle indirdiğini beyan etmektedir. Kur'an, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak üzere iman esasları ve bu esaslara dayalı ferdi ve ictimaî hükümler ihtiva eden bir hayat kılavuzu, bir hidayet rehberidir. Rabbimiz, insanlar öğüt alsınlar ve hayatlarını onunla inşa edebilsinler diye Kur'an'ı apaçık ve kolaylaştırılmış kıldığını beyan etmektedir. Demek ki Kur'an'ın anlaşılması bir seçenek değil zarurettir. Şayet Kur'an bir yere asıldığında orayı muhafaza etmek, insanların üzerine asıldığında onları tehlikelerden korumak gibi amaçlarla indirilseydi, o takdirde anlaşılması gerekmezdi. Fakat Kur'an, indiriliş maksadını insanlara kılavuzluk yapmak olarak belirtmektedir ve bu da ancak mesajlarının anlaşılmasıyla mümkün olacaktır. Kur'an, belli bir toplumsal sınıfı değil, "Ey insanlar!" ve "Ey iman edenler!" hitaplarıyla genelde tüm insanları, özelde ise tüm mü'minleri muhatap almaktadır. Bu hitap da Kur'an'ı anlamaya yönelmenin her ferdin yükümlülüğü olduğunu göstermektedir.
Fatih Pala, Dünya Bizim sitesi için konuştu
-
Huseyi̇n Şaşmaz*uzun 11-01-2018 12:02
Kuran ve sünnet bu günün insanının anlayabileceği ilim ve teknoloji ışığında tefsir, açıklama yapılması gerekir. Örnek olarak ilk baştaki la ilahe illallahı ele alalım. İlla Allah diyoruz da kimin Allah tarifini onaylıyoruz oraya bir bakalım. http://bredaholland.blogspot.nl/2017/11/onemli-onemli-onemli-kuran-ve-sunnet-bu.html DÜNYA OLDU BİR KÖY, EY İNSANOĞLU HEDEFİNİ İSTİKAMETİNİ BELİRLE. http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/11/dunya-oldu-bir-koy-ey-insanoglu.html LA İLAHE İLLALLAH DİYEN CENNETE GİRER...AÇIKLAMASI. http://bredaholland.blogspot.nl/2017/11/aeinstein-bize-akl-ermez-gelen-gercekte_1.html