27-10-2014 07:30

Sabiha Alpat`tan Nijer izlenimleri: Kara Kıta -2-

Nijer`e gerçekleşen ziyaret programına katılan Zamanın Zeynebi derneği başkanı Sabiha Ateş Alpat`ın izlenimlerini kaleme aldiğı yazı dizisinin ikinci bölümünü istifadenize sunuyoruz.

Sabiha Alpat`tan Nijer izlenimleri: Kara Kıta -2-

Kurban bayramı ve özellikle bayram namazı saatini iple çekiyorum. Yine bir çok kardeşimle tanışacağım. İmam Ali'nin camiine gidiyoruz. Her türlü gösterişten uzak imam Ali'nin kıyafeti dikkatimi çekiyor.

Abartısız sahabeleri düşürüyor yadıma. Kıyafeti ve elinde büyükçe bir asa uzaktan gelen bir sahabeyi andırıyor. Elimde büyükçe bir çanta ve içi şeker dolu. Çocuk izdihamından dağıtamamanın üzüntüsü gözyaşı olup akıyor gözlerimden.

Benim açımdan özel bir bayram yaşıyoruz kardeşlerimle. “Keyyisi” (mübarek olsun) diyerek kutluyoruz bayramlarımızı. Konuşan dillerimiz ayrı olsa da hisseden yüreklerimiz aynı dili konuşuyordu. Mağdur ama teslimiyetçi halleri okuyabilen, duyabilene vaaz verir durumdaydı.

Ve sonra emanetleri yerlerine ulaştırmak için düşüyoruz yollara. İlk durağımız ücra bir köy, evin hanımı dibek dövüyor.

Kimileri başlarında çamaşır sepetleri, suyun yolunu tutmuş  lisani hal ile “bayram gelmiş neyime” türküsünü çığırıyorlar.

Kurbanları Tera’nın dört bir bucağına taşıyarak bitiriyoruz. Her gittiğimiz yerde işaret dili ile anlaşmaya çalışıyoruz. Etrafımıza toplanan kadın, çocuk ve hatta erkeklerin tüm ihtiyaçlarını karşılayabiliyor olmayı ne de çok istiyorsunuz ama imkanlar ancak cüzi ihtiyaçlara yetebiliyor.

 

Keçilerin dağıtımı sırasında gösterilen sabır ise vurgulanmadan geçilecek gibi değil. Saatlerce isminin okunmasını ve fotoğrafla belgelenmesini, yüzünü ekşitmeden bekleyen kadınlar!.  

Ah kadınlar dünyanın yükünü en fazla kara kıtada maruz taşıyan kadınlar. Hayatın çilesine en fazla kara kıtada maruz kalanlar...

Kurbanları kestik ve keçileri dağıttık. Ebu Musa otelin konferans salonunda hanımlara konferans vermemi istedi. Arapça tercüman vasıtasıyla bilgilendirmemi rica etse de, imtina ediyorum. Çünkü hayat yaşam, analık, sabır, tevekkül rıza dersleri verenlere hangi dersi vermek için mikrofonu alacağız elimize diye düşünüyorum. Darus-selam diye bir radyo var ve İslam’i yayın yapıyor. Darüs-selam radyoda konuşma yapmamı istiyor yine aynı çekince ile “Canlı yayını idare edecek kadar Arapça konuşamayacağım” diyerek geri çeviriyorum.  

Son olarak imam  Ali, caminin hanımlar medresesinde hanımların beni beklediğini söylüyor. Mecburen gidiyorum çift sıra uzunca kuyruk oluşmuş bir şekilde oturur olmalarının sebebini sonradan fark ediyorum. Çünkü bu medresede mescidde sadece oturulan yerlerde naylon hasır sergiler var hanımlar bilinçli birer müminlerdi. Ayşe, Fatma, Saadet ve ismini hatırlamadığım diğer  hoca hanımlarla tanıştık.

Sonra onlara Arapça kısa bir sunum yapıyorum. Hayatımın en anlamlı sohbetiydi ve hiç kuşkusuz en anlamlı buluşması. Kardeş olduğumuzdan bahsediyorum. Ve ardından bir kaç ayet birkaç söz. Sonra  ihtiyaçlarını ve bizden isteklerini soruyorum. Ayşe hoca hanım;

- Çocukları Kur’an’a geçirdiğimizde onlara okuyabilecekleri bir Kur’an bulamıyoruz diyor. Başımdan kaynar sular iniyor… Avrupa ve diğer kıtalarda parasız dağıtılan misyonerlerin kitapları geliyor aklıma.

Ayşe hoca hanım devam ediyor;

-Bilinçlenen kızlarımızdan hicaba girmek isteyenlere hicap bulamıyoruz. Medresenin yere serilecek sergisi yok…

İhtiyaç listesini gözden geçirdiğimde açlığın, susuzluğun yokluğun, diyarında sunulan istekler düşündürüyor beni… Yüreğimden kopan hissiyatımı o mescitte bırakarak vedalaşıp ayrılıyorum oradan.

Ertesi gün vali ve belediye başkanlarıyla görüşmeye gittik. Vali bey, “Hoşgeldiniz” için, gittiğimiz gün otele de gelmişti. Musa kazım ağabeyimizi tanımayan yok gibi çünkü bir kaç yıldır ramazan ve kurban bayramlarında hiç yalnız bırakmıyor bölge halkını. Bizde makamında kendilerini ziyaret ettik. Bir belediye başkanının çaresizliği bu kadar yaşayabileceğini gerçekten düşünemezdim. Sıkıntılarımız çok madam diyor ve ekliyor;

-Cenaze arabamız yok cenazelerimizi eşeğin sırtında taşıyoruz. Kabristanın etrafında duvar yok mezarlıklar çiğneniyor. Gasil hanemiz yok ve araya girip;

-Ya dirilerin sorunları? Diye soruyorum.

-Su en büyük sorun. Kanalizasyon, ilaç ambulans altyapı, sağlık, dispanser yazmaya yetişemiyorum.

Ve anlıyoruz ki buraların derdine lokal çalışmalar deva olmaz sadece tampon görevi yapar o da bir şeydir fakat. Köklü çözümlere ihtiyaç var. Devlet gücü gerekli. Düşünüyorum mesela diyorum, Suud kralı sadece lüksünden ödün verse kaç Nijer ayağa kalkar. Mesela diyorum yani!

Mesela İstanbul, Kocaeli veya başka bir belediye Nijeri, Tera'yı kardeş şehir ilan etse ve sonra heykellere harcadıkları parayı oralara yönlendirse kaç Nijerliye hastane olur ilaç olur. Mesela diyorum yani!.

Müslüman’ım diyen elitlerin (!) eşlerinin tek bir çantalarının 12 milyar olduğunu okumuştum. Çağın gereği olarak (!). Buna mecburiyet hissedildiği bir dünyada yaptığım çağrının imkansız olduğunu, biliyorum ya yine de yazdım. Hani her ayakkabıya, bir çanta, her çantaya birkaç milyarlık eşarp almaktan vazgeçilse!.

Müslümanlar kardeştir. Kardeşliğin coğrafik sınırları, renk ayrılıkları, ırk ayrılıkları olmaz(dı).

Ve dönüş yolundayız...

Unutmayacağız kararlığı ile dönerken İHH nın yaptırdığı katarakt hastanesini ziyaret ediyoruz. Ebu Musa da geldi bizimle. Çok mühim bir hizmet veriyor doğrusu. Teşekkürler İHH diyoruz.

Ve kaldığımız yerden devam etmek için uçağa yöneldiğimizde arkamızda kalanların duaları arşa yükseliyordu.

Ülkeye indiğimizde ülkenin karıştığını duyuyoruz ağzımızdan ilk dökülen cümle şu oluyor

"Rahatlık ve nimet azgınlığından tuğyan eden insanlık"

Ve sonra nerde kalmıştık....

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !