02-05-2010 15:30

Sakaryalı Müslümanlar 242. kez başörtüsü için meydandaydı

Sakarya`da 242. haftasına giren başörtüsü eyleminde, mevcut iktidarın Müslümanların direniş bilinci üzerindeki olumsuz etkileri konu edindi.

Sakaryalı Müslümanlar 242. kez başörtüsü için meydandaydı

İslam ve Hayat

Türkiye'nin çeşitli şehirlerindeki başörtüsü eylemelri sürüyor. Sakarya'da 242. haftasına giren başörtüsü eyleminde, mevcut iktidarın Müslümanların direniş bilinci üzerindeki olumsuz etkileri konu edindi.

"Basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

Bu hafta, basın açıklamamızı okurken siz değerli halkımıza bambaşka portreleri resmetmek isterdik. Gönül isterdi ki, bu ülkede haksızlıklar-hukuksuzluklar sona ermeye başladı diyebilelim; başörtülü insanlar ülkelerinde zenci muamelesi görmüyorlar artık diyebilelim… Ama maalesef yine aynı manzaralar ile geldik karşınıza… Zalim, zulmünde ısrarcı olmaya devam ediyor…

Her fırsatta, Müslüman kadının sembolü olan başörtüsü, çeşitli vesilelerle hedef alınıyor ve yasakların boyutu mümkün olduğunca genişletilmeye çalışılıyor. Bu zorbalıklar, elbette ki sadece ülkemizle sınırlı değil… Nitekim, Avrupa’nın sözde özgürlükçü ülkelerinin kitlenmiş zihniyetlerinin bir yansımasını da Belçika’da uygulamaya konulmaya çalışılan “peçe yasağı”nda gördük…

Açıkçası, yanlış bulmakla birlikte çok da yadırgamadık bu yasağı… Zira, Türkiye gibi halkının büyük çoğunluğunun Müslümanlardan oluştuğu bir ülkede İslam’ın sembollerinden biri yasaklanmaya çalışılıyorsa; böyle bir pervasız girişim, Belçika gibi bir ülkede hayli hayli ortaya konulacaktır. Aslında, burada konuyu bambaşka bir yere getirmek istiyoruz müsaadenizle…

Bugün burada, ülkemizin bilmem hangi diyarında yaşanan zorbalıklardan bahsetmeyeceğiz; zalimin zulmünün ne şekilde yürürlüğe konulduğuna bakmayacağız… Tam aksine; bugün kendi sorumluklarımıza bir kez daha göz atalım istiyoruz… Neden böyle bir mücadeleyi savunma noktasında gerekli imtihanı veremediğimize bakalım diye talep ediyoruz… İktidar olmanın dayanılmaz hafifliğinin bizim üzerimize nasıl sirayet ettiğini tüm çıplaklığıyla müşahede edelim istiyoruz…

Şöyle bir 10 yıl öncesine dönelim ve bugün geldiğimiz konumu o tarihten sorgulayalım… AK Parti, iktidara gelene kadar 28 Şubat mantığı Müslümanların üzerine bir öcü misali sirayet etmişti. Herkes bir çıkar yol ararken; AK Parti ile birlikte ümitler bir nebze olsun yeşermişti…

Herkes, Müslümanların ellerinden alınan hakların tekrar kazanılması için bel bağlamıştı bu iktidara… Farkında olmadan kişisel sorumluluklarımızı yüklemiştik AK Parti Hükümetine… Her ne kadar, AK Parti kendini “İslamcı değiliz” diye tanımlasa da, herkesin bir ümidi vardı… Başörtüsü sorunu çözülecek, katsayı problemi ortadan kalkacak, toplum olarak daha ahlaki, daha mütedeyyin bir yapıya bürünecektik…

Peki, geldiğimiz noktada nerede duruyoruz? Kendi sorumluluklarını başkalarına yükleyen Müslümanlar olarak ne başörtüsü sorununu çözebildik, ne de toplumu ıslah etme noktasında artı bir adımımız oldu.

İslami hassasiyetlere sahip olduğunu söylediğimiz, toplumun değerleriyle barışık olduğunu düşündüğümüz bir hükümetin icraatları sonucunda; bir İslam toplumuna giden kilometre taşlarının bir bir geçildiğini görmek yerine, zenginler daha zengin olurken, toplumun geniş kesimlerinin gittikçe fakirleştiğini, ahlaki yapının çökmeye başladığını, insanların değer yargılarının değiştiğini görüyoruz. İşte tam burada iktidarla ilişkilenme biçimimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.

Bu hususta sosyolog Abdurrahman Arslan’a kulak vermek yerinde olacaktır sanırım: “Şimdi yeniden külahlarımızı önümüze koyup düşünelim: Ne kaybettik, ne kazandık. Bunun tahlilini yapalım. Eğer bugün ciddi sıkıntılarımız varsa, mesele sadece iktidar olmakla ilgili değil. Bununla birlikte iman ettiğimiz birçok şeyi de yeniden gündeme getirelim. Mesela Müslümanlar iktidar olmak istediklerinde ahlâken çok tutarlıydılar; zannettiler ki iktidar oluncaya kadar geçen sürede bu ahlâkî anlayışlarında hiç değişme olmayacak. Hâlbuki bu süreç öyle işliyor ki, değişiyorsunuz, sabit kalmıyorsunuz. Burada, Müslümanlar iktidarı da modernitenin dediği şekilde tanımladılar ve anladılar. Problemin bir boyutunda da o vardır: İktidar nedir? Düne kadar böyle bir soru sorduk mu? Şehir nedir mesela. O kadar entelektüel yetiştirdik, şehir nedir, şehirleşme nedir, İslam’a göre bunun mantığı nedir, ne demektir bu?”

Evet, Sayın Arslan’ın bu güzel tespitlerine katılırken, aslında “iktidarın teşvik edici ve baştan çıkarıcı” etkisinin Müslümanlarda nasıl bir zaafiyete dönüştüğünü görüyoruz. O zaman her şeyden önce, oturup bir sorgulama yapmalıyız. Nitekim, başörtüsü mücadelesi de bu sorgulamadan bağımsız değildir. Eğer bugün Siirt’te yaşanan gayr-i ahlaki durumları konuşuyorsak; yine bu sorgulama eşliğinde hesap vermeliyiz kendi kendimize… Nasıl olup da onca hedef ve amaçtan saparak; sadece birkaç ekonomik kriterin, bizim için “ilerleme” olarak görüldüğünü tekrar tekrar sormalıyız kendimize…

O halde, başta başörtüsü sorunu olmak üzere Müslümanlara reva görülen zulümlerin karşısında olabilme direncini göstermek istiyorsak; öncelikle sorunun temeline inebilmeliyiz. Sorunun temelinde, “hedefte eksen kayması” yatıyor. Mücadele azığını bu dünya üzerinden tanımlayanlar; bu dünyanın nimetleri karşısında eriyip yok olurlar. Temel problem budur… Eğer ümitsizlik içlerimize kadar sirayet etmişse; ahrete yönelik azıklarımız hazır olmadığı içindir. O vakit, değil başörtüsü yasağı; Kabe’ye saldırsalar dahi ayağa kalkmakta zorlanacak, bu dünyanın kölesi olmuş zihinlerle karşılaşacağız… 

Unutulmamalıdır ki, Eğer hayatın yeniden kurulacağı bir çağ hedefliyorsak, bunun imkânları sadece İslam’da vardır. Dolayısıyla hangi değerler üzerinden hayatı kuracağız gibi endişelerimiz olamaz. Ümitlerimizi ahirete göre ayarlayacağız çünkü bu dünyaya göre çok ayarladık. Çok uzun dünyevi ümitlerimiz, hayallerimiz var. Biz 40 sene sonrasının hesabını yapıyoruz. Halbuki Efendimiz(s.a.v.), “Çok uzun ümitler beslemeyiniz, imanınızı zayıflatır” diyor.

Son söz olarak; İslami mücadeleyi doğru temeller üzerine inşa etmek istiyorsak; öncelikle zihin tasavvurumuzu yeniden şekillendirmeliyiz. Üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyerek, rehavet ortamından kurtulmalı; bu dünyanın değer yargıları ile değil Rabbimizin değer yargıları ile kendi nefsimizi hesaba çekmeliyiz.

Aktif bir başörtüsü mücadelesinden bahsedeceksek; ümitlerin her an canlı tutulduğu bir İslami davadan nasipleneceksek; öncelikle bu sorumluluğun mücadele etmekten, bedel ödemekten, kararlılık göstermekten, duruş sergilemekten geçtiğini bilmeliyiz.

Zafer, doğru temeller üzerine oturan kararlılıklar sergileyenlerindir…"

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !